Özkan Ali Bozdemir

“Eleştirmenin görevi nereye gittiğimizi söylemek, en azından tahmin etmek midir? Peki ülkemiz yazınında ve yayıncılığında durum nedir? İyi edebiyattan ne anlıyorsunuz? Göstergeleri nelerdir? Bizim yazarlarımız bu “iyi” edebiyatın neresindeler?”

Feridun Andaç

Feridun Andaç’ın “Bugünün yazınsal iklimi üzerine denemeler” alt başlığını taşıyan yeni kitabı “Çıkmazdaki Edebiyat”, okur ile yazar arasındaki sıkı ilişkiyi mercek altına alan ve bu ilişkinin gelişip büyümesi için çözüm yolları üreten eleştiri yazılarından oluşuyor çoğunlukla. Edebiyat eleştirisinin günümüzde taşıdığı önemi sıklıkla dile getiren Andaç, eleştiriyi öncelikle okurun neyi niçin okuduğunun, nasıl okuması gerektiğinin farkında olması için gerekli buluyor. Tabii burada eleştirinin yalnızca okurlar için değil yazarlar veya geniş anlamda sanatçılar açısından da önemli olduğunu vurguluyor Andaç. Eleştiriyi, yazarlara yapıtının nasıl algılandığını, yaptığının ne olduğunu göstermek için bir araç olarak düşünüyor. Yazara göre eleştiri, yaygın görüşün aksine, övgü ya da yergi için oluşturulmuş bir kalkan değil. Okuru metnin labirentlerine sürüklemek, ona yol işaretleri sunmak, çıkışa veya kayboluşa giden yolda birlikte hareket etmek belki de. Andaç’ın eleştiri sözcüğü için yaptığı tanım bu görüşü haklı çıkarıyor zaten: “Ortaya konan bir yapıtın anlam derinliğinden dilsel yapısına kadar tüm kurgusal örüntüsünü, düşünsel yapısını değerlendirmek, yorum bilgisiyle çözümleyerek ne olduğunu, neyin ortaya konulduğunu göstermektir.”


Çıkmazdaki Edebiyat
Feridun Andaç
Erdem Yayınları

Eleştirinin tanımını bu şekilde yaptıktan sonra edebiyatın hayatımızdaki önemini ele alıyor Andaç. Burada “edebî bellek” ifadesine değiniyor. Yazar, edebiyatı yaşamın merkezine alabilmek için böyle bir belleğin oluşması gerektiğine dikkat çekiyor. Bu kavramın hayatımızda kalıcı olabilmesi, varlığını her zaman öne çıkarabilmesi adına belli başlı evrelerden geçmemiz gerektiğinin altını çiziyor böylelikle. Gerçekten de bir yazarın ya da daha genel ifadeyle okurun katedeceği yol, hayatının bazı dönemlerinde etkilendiği, bir şekilde silkinmesini, dönüşmesini sağlayan olayların kesişimiyle mümkün olabilir. Feridun Andaç da bu belleğin oluşumu için bazı duraklar, geçiş yolları derliyor kitabında. Çizgi roman, polisiye, tarihi romanlar, klâsikler ve sinema… Elbette her okur bu evrenin izini sürmeyebilir. Belki sıralamada bir farklılık olacaktır, ama eninde sonunda bizi gerçek bir okur yapacak olan değerlerdir bunlar.

Peki, edebiyat nasıl olur da hayatımızın vazgeçilmezi haline gelir? Tıpkı doğa yasası gibi, der Andaç ve ekler: “Kendini vermek, tutkuyla bağlanmak, bilgiye susamak, öğrenmeyi keşfetmek. Ve sabır!” Edebiyatın dehlizlerinde kaybolmak için altın değerinde önermeler bunlar. Andaç’ın sıraladığı bu maddeler edebiyatı ve hayatı aynı merkezde tutabilmek, yaşam ile kurmaca arasındaki bağıntıyı bütün yönleriyle kavramak ve edebiyatın gerçekliğini dünyanın gerçekliğiyle birleştirebilmek için oldukça önemli. Yukarıda sözünü ettiğimiz gerekçeler elbette nitelikli bir edebiyatın ortaya konabilmesi için seçilmiş maddeler. Dolayısıyla hayatımızın merkezine koyacağımız bir edebiyat, her şeyden önce gerçek ve niteliksel olmalı Feridun Andaç’a göre. O halde bir yapıtın “edebî” olabilmesi için gereken öncelikler neler? Elbette biçimsel özellikler, üslup, tematik bütünlük, anlatı zenginliği ve çoğumuzun hemfikir olduğu başka birçok madde… Bu ortak düşüncelere bir yenisini, “çağ gerçeği”ni ekliyor Andaç ve şöyle diyor: “Bir yazar çağına bakma bilincinden yoksunsa, bu ülkede ve dünyada olup bitenlerden habersizdir. Yazarın en temel işi günü/gündemi izlemektir… Kendi zamanını göremeyen, o zamanın gerçekliğinin dip dalgalarını hissedemeyen birinin sığınma odacıkları yaratarak insan/toplum gerçeğinden koparak yazdıklarını ne şimdi ne de yarın ‘edebî yapıt’ olarak tanımlamak güçtür.”

“Edebî yapıt” ifadesinden yola çıkarak bir de “kurucu yapıt” kavramını öne süren Andaç, edebiyatımızda hâkim bir edebî anlayışın olmadığını belirtiyor. Böyle bir merkezin eksikliği, ülke tarihinin geçirdiği değişim veya dönüşümlerin yetersizliğiyle açıklanabilir çünkü. Feridun Andaç edebiyat odağında böyle bir çıkarım yapsa da sanat verimlerinin hiçbir kolunda merkezi bir damardan söz edemeyiz sanırım. Bu görüşünü özellikle roman sanatı üzerinden ifade eden Andaç’a göre, şiirde Nâzım Hikmet’in yaptığını romanda yapan çıkmadı henüz. Çünkü roman, toplumların yaşadığı siyasi, tarihsel ve kültürel yapıyı sanatsal açıdan en iyi çözümleyen ve aktaran sanat türü. Feridun Andaç, endüstri devrimi yaşamamış, toprak veya din savaşını tam anlamıyla görememiş bir toplumun romanda ya da sanatta büyük bir eşiğe ulaşmasını gerçekçi bulmaz. Ona göre, en iyi haliyle Batı romanını taklit eden, kısıtlı bir çeviri edebiyatından belki söz edilebilir.

Feridun Andaç, günümüz edebiyatının çıkmazda olduğunu işte bu düşünceleriyle ifade ediyor. Gerçekten de eleştiri mekanizmasının tümüyle yanlış yorumlandığı; doğru okuma alışkanlığı kazanamamış okurların, yazdıkları ve yaşadıkları arasında bir denge kuramayan, ülkesinin tarihine ve meselelerine sırt çevirmiş yazarların günden güne çoğaldığı bir edebiyat ortamında büyük bir çıkmazdan söz etmek sanırım abartı olmaz.

Peki böyle bir çıkmazdan kurtulmak için okur, yazar ya da öncelikle insan olarak yapmamız gereken nedir? Şöyle diyor Andaç: “Kendi değerinizi var etmek, dünyanın ve insanlığın değerleriyle bunları karşılaştırıp buluşturup bir etmek… İşte ahlak da, vicdan da, toplumsal bilinç de, bireysel varoluş da o geçilen süreçlerde anlam bulur, değer kazanır benliğinizde.”

Çıkmazdaki Edebiyat’ta yer alan yazılar yalnızca doğru okuma alışkanlığı kazanmaktan, yapıtları gerçekçi ve çözümleyici bir bakışla irdelemekten ya da edebî bir eser ortaya koyabilmekten öte bir anlam ifade ediyor. Çağın gerçeğiyle yüzleşebilmek, insani değerleri sanatın ve edebiyatın üzerinde tutmak ve belki de en önemlisi, kendimizle, yaşadığımız dünyayla yüzleşebilmek… İşte bizi çıkmazdan kurtaracak anahtar. 

Arka Kapak dergisi 11. sayı