Hasan Öztürk

Edebiyatı Öldüren Rejim (İnkılâp, 2014), sözünü etmekte geç kaldığım bir kitap. Kitaptan, zamanında söz edemeyişimin başkalarıyla bağlantılı bir nedeni yok; faturayı kendime kesiyorum. Geç de olsa kitaptan söz etme isteğimin olması kitabı önemsediğimden. Edebiyatımızda, çoklukla “Memleket Hikâyeleri” yazarı olarak tanınan Refik Halid Karay’ın gazete yazıları kitaplaştırılırken her bir kitabına “Memleket Yazıları” ibaresinin eklenmesi de bu nedenle güzel. Edebiyatı Öldüren Rejim, adı geçen gazete yazıları dizisinin üçüncü kitabı.

Kitapların adları söz konusu olduğunda dönüp dönüp Nermi Uygur’un, “Başlık” yazısını (Güneşle, 1997) okurum, kitaba ad bulmak benim için de bir sorun çünkü. Refik Halid Karay’ın gazete yazılarından oluşan Edebiyatı Öldüren Rejim kitabının yalnızca adıyla yetinenler, kitabın edebiyat-siyaset ekseninde odaklandığını düşünebilirler. Oysa on bir bölümden ve dönemin sanat-edebiyat sorunlarıyla ilgili pek çok yazıdan oluşan Edebiyatı Öldüren Rejim, adını “Edebiyat Sorunları” başlıklı bölümün bir yazısından almış; bu ad, kitabın satışına katkı sağlamışsa emek verenleri kutlamak düşer bize.

Memleket Yazıları 3: Edebiyatı Öldüren Rejim
Refik Halid Karay
İnkılap Kitabevi

Gazete yazarlığıyla geçinen Refik Halid’in arı duru Türkçesine tanıklık eden bu kitabı için söylenecek olan, Behçet Çelik imzalı “Önsöz” yazısında: Edebiyatı Öldüren Rejim’deki yazıları okuyan günümüz okurları, sanırım, en çok günlük gazete sütunlarında edebiyatın meselelerinin tartışılmasına şaşacaktır. Sürgünden döndükten sonra görmüş geçirmiş, kitapları geniş çevrelerin ilgisine mazhar olmuş bir yazar olarak gazetelerde kendisine verilen sütunlarda kısa değiniler şeklinde de olsa güncel edebi meselelerdeki görüşlerini kaleme almış, ‘edebiyatımız’da eksik gördüklerini, hoşuna gidenleri ve gitmeyenleri tartışmıştır Refik Halid. Yazarların telif sorunları, adaptasyonun edebiyata verdiği zararlar, tercüme hataları, çok-satar romanların edebi olup olmadığı, eski edebiyat dergi ve mahfilleri, böylesi çevrelerin neden kalmadığı, dil tartışmaları, edebiyat ders kitapları, seyahat edebiyatı gibi konuları gazete sütunlarına taşımıştır.”

Oldukça uzun bir sürgün döneminden sonra vatanına dönünce sütten ağzı yananların özeniyle yazan Refik Halid’in kitabının adındaki “rejim” yazıları, bugün için de geçerli değerlendirmeler. Kitaba adını veren 8 Haziran 1948 tarihli yazının ilk cümlesi: “Totaliter rejimlerin güzel sanatlardan çoğunu, hele hürriyete en fazla ihtiyaç gösteren edebiyatı öldürdüğüne artık şüphe kalmadı.” Totaliter ülkelere Almanya, İtalya ve Avusturya örneklerini vermekle yetinen yazar, bu rejimlerin “azametli ve lüzumsuz bayındırlık eserleri” kurmaktan çekinmediklerini de ekliyor. Yıl 1945 ve Refik Halid yazısını tamamlıyor: “Ferde kıymet vermiyen faşist rejimlerde en verimsiz, en cılız, tamamı ile güdük ve kavruk kalan sanat, edebiyattır. Edebiyatı öldüren rejim, insanlık için tehlike teşkil eder.” İlgili bir antolojiye eklenmesi gereken bir yazıdır bu bence. Siyasal iktidarın edebiyatı yönlendirmesini, 28 Aralık 1946 tarihli yazısında Meclis’teki bir vekilin, “bizde bir zamanlar münhasıran maziyi çirkinleştiren eserler yazmak, piyesler oynatmak moda olmuştu,” sözlerinden hareketle eleştiren Refik Halid, “Bir inkılâbı övmek için geçmiş zamanları kastı mahsusla kötülemek, olduğundan fazla yermek, sefihler ve sefillerle dolu bir rezalet âlemi şeklinde göstermek lazım gelmez,” diyor. Edebiyat dergilerinin bir tür “mektep” olabilmesini, dergilerin yönetiminde “sanata candan sarılmış, imanlı üstadların bulunmasına” bağlayan Refik Halid, 16 Şubat 1950 tarihli yazısında, vaktiyle kendisinin de yazarları arasında olduğu ve Ziya Gökalp’in yönettiği Yeni Mecmua için, “hükümet partisi olan İttihat ve Terakki’nin yardımiyle” çıktığını belirterek ekliyor: “Zamanımızda ne böyle adamlara rastlıyoruz ne de partililere. Devrin iktidar partisi, benimsediği genç muharrirleri mühim bir şahsiyet etrafında toplayıp çalıştıracağına derhal memuriyetler ve seyahatlerle etrafa dağıtıyor. Filvaki bunları mükemmelen kayırıyor ama verimsiz hale de sokuyor. Diğer taraftan mühim şahsiyetleri hariçte veya dahilde yüksek vazifelerle mükâfatlandırarak kendilerini mürşitlik hizmetlerinden uzaklaştırıyor.” Yazının tarihi özellikle önemli. Çünkü yıl 1950 ancak Demokrat Parti henüz iktidarda değildir o günlerde. Refik Halid’in gözlemlerini, Tek Parti Döneminde İktidar ve Sanat (Yalçın Lüleci, 2015) adlı kitapla yan yana okumakta yarar var. Kitabın adındaki/içindeki “rejim” konusuyla ilgili son belirlemem, bugünün dama taşı gibi yerlerinden oynatılan gazetecileriyle ilgili. Sorun çok eski; yazar, kendi zamanındaki yeni yetme gazetecilerin, gazetelerin köşelerini tutmuş kıdemlileri eleştirerek onların yerlerini almak istemelerindeki zorluk uyarısı çok önemli: “Her gün meşhurlara küfür savrulmaz; sonra zamanın da nezaketi vardır, politikaya dair fikir yürütülürken -fikir varsa şayet- sağı solu kollamak, falsodan kaçınmak ve iş açmaktan çekinmek, her şeyden evvel, bir vicdan ve milli selâmet kaygusudur.” Yazının tarihi 1 Haziran 1941; yazıdan üç çeyrek yüzyıl sonrasının gazetecileri, “sağı solu kollamak”, “falsodan kaçınmak” ve “iş açmak” gibi başınıza dert olan konularda geçmiş derslere şöyle bir göz atmakta yarar var/dı sanıyorum.

Yer Altında Dünya Var (1953) romanı “iki hafta içinde seksen bin satmış” Refik Halid, Nobel kazanmak için değil de gazeteciliği elden bırakmayarak “orta tabakanın anlayacağı” ve “okuyucuyu çok değersiz eserlerden kurtarıp biraz daha kıymetlisini, güzelini vermek, zevki terbiye edecek” metinler yazmanın derdindedir. Yazı yoluna çıkacak edebiyatseverlerin Edebiyatı Öldüren Rejim kitabına bakmalarında yarar var; dili kullanma ustalığı ve bir değer olarak edebiyatın günlük yaşamadaki yeri için. Yaratıcı yazarlık kurslarına kaydolmadan önce okunması gereken “Yazamadığım Yazılar”, sektör için kaynak metin olarak kullanılacak bir yazı. Yazarının kendisi bir yana edebiyat ve özellikle de edebiyatımızın cumhuriyet dönemiyle ilgilenenler için göz ardı edilemeyecek kitap, Edebiyatı Öldüren Rejim

Arka Kapak dergisi 6. sayı