Baki Ayhan

İkinci Yeni içinde dramatik tekniğin babası sayılabilecek Edip Cansever’in şiiri 1940’lardan 80’lere çeşitli aşamalardan geçmiştir. İlk kitabı İkindi Üstü’deki şiirlerde Garip’in izinde yürüyen bir şair olarak görünür. İkinci kitabı Dirlik Düzenlik ise arada bir kitaptır çünkü bir yandan ilk şiirlerinin gölgesi hâlâ devam etmektedir, bir yandan da İkinci Yeni tekniğine adım atmış görünür. Bu kitaptaki “Şekerli Gerçek”, “Berbere Bak”, “Masa da Masaymış Ha” gibi şiirler Edip Cansever’in şiirdeki yeni havayı erken tarihlerde koklamaya başladığını düşündürür. Yerçekimli Karanfil ile tam anlamıyla İkinci Yeni’ye dahil olan şair, 1960’lardan sonra dramatik şiir dediğimiz teknikte yoğunlaşır. Arada sapmalar yaşasa da sonraki 20 yıl boyunca Edip Cansever şiirinin ana ekseni dramatik şiir ve/veya dramatik monolog olacaktır.

Genel harita budur ve bu haritaya bakılarak Cansever şiirinde üç-dört dönemsel eğilimden söz edilebilmektedir. Ne var ki bütün bu dönemlerin, eğilimlerin ortak bir bileşkesi vardır: Bakmak! Evet, onun şiirinde başlangıçtan sona hiç değişmeyen bir teknik varsa o da bakma perspektifidir. Elbette “bakma”nın açısı, niteliği, derinliği zaman içinde ciddi anlamda değişkenlik gösterir ama Cansever daima “bakan” bir şairdir. İkindi Üstü yılları cadde ve bulvarlarda, parklarda avare dolaşarak etrafa, insanlara, kente “bakan” bir Edip Cansever (pardon, Ömer Edip Cansever!) portresi verir bize. Yerçekimli Karanfil’de nesnelerin derinine, ötesine “bakma”yı dener şair. Sonraki aşamada, kaleme aldığı uzun soluklu dramatik monolog veya çok kişili dramatiklerde ise daha çok, varoluş perspektifi dolayımında “bakar” her şeye. Derinlere iner, bilinçaltında gezinir, ruhçözümü yapar, cinsel takıntılara odaklanır. Cansever’deki “bakma” arzusu, ilk şiirlerinden son şiirlerine kadar süregiden bir arzudur ve şairliğinin anahtarıdır. Çok genç yaşta evlenmiş, hazır bir işe konmuş, maddi yönden hiçbir sıkıntı çekmemiş ve çekmeyecek şairin şiir için gerekli trajediyi dışa ve içe sürekli olarak bakmada bulmasına şaşmamak gerekir. Burada, henüz 17-18 yaşlarındayken yaşadığı bir deneyimi hatırlamanın tam sırası: Genç şair adayı şiirlerini bir gün Ahmet Hamdi Tanpınar’a götürür; Tanpınar biraz şiirden söz ettikten sonra odağı değiştirir ve odanın ortasına yaydığı çok sayıda resim üzerinden, resme nasıl bakılacağını öğretir genç şaire. Bir anlamda, “bakma”nın ilk temrinleri! Sonrasında hiç vazgeçmediği “bakma”yı belki de bu ilk deneyime borçludur şair.

Bu çıkış noktasından sonra, Türk ve dünya edebiyatlarında “iyi şairlik” bağlamında eşine az rastlanır bir başka durumdan da söz etmem gerekiyor: Edip Cansever, şairlikte en kararlı dönüşümü 1960’ların hemen başında yaşar. Daha öncesinde de dramatik yapıya yaklaşmış olmakla birlikte, 1961’de haberdar olduğu T. S. Eliot’ın “nesnel karşılık” (objective correlative) kuramına sarsılmaz bir inançla bağlanması, bu bağlamda vurgulanması gereken bir noktadır. Bir anlamda, içinde bulunduğu İkinci Yeni’den de kesin bir kopuş kararıdır bu dönüşümde dikkati çeken. Bir konuşmasında, “Eliot’ın ‘nesnel karşılık’ kuramına çok önem verdim. Yani duyguların, düşüncelerin, coşkuların vb. nesnel bir karşılığı (abç, BA) olması kuramına. Böylece şiirsel bir dekor (abç, BA) hazırlanması söz konusu. Şiirlerim küçük insandan, küçük durumsal anlardan çok, insan dramını, yani bir çelişkiler, karşıtlıklar bütünlüğünü içermeye yönelik olduğundan, bu dekorun nesneleri de, insanları da daha bir hareket halinde görünüyorlar sanırım,” (Gösteri, sayı: 2, Ocak 1981) diyerek geriye dönük bir hesaplaşma yapan şair, başka bir söyleşide sarsılmaz şekilde bağlandığı, bozmadığı, bozmak istemediği tek kuramın Eliot’ın “nesnel karşılık/nesnel bağlılaşık” kuramı olduğunu yineler ve kurama bakışını şöyle açıklar: “Şiire bir çeşit dekor hazırlamak bu. Benim burada anlatacağım şeylerin dekorunu kurmam gerek. Garsonuyla, bardaklarıyla, masasıyla, insanlarıyla, tümünü anlatmam gerek. (…) Ve ben buna çok inanıyorum. Bu şiirde gereksiz ayrıntı sayılabilecek şeyler aslında bir fon gibi gerekli olan öğelerdir.” (Çağdaş Eleştiri, sayı 4, Haziran 1982) İşte tam da burası, Edip Cansever’in nesnel bağlılaşık kuramını doğru değerlendirmediğini, hatta yanlış anladığını ortaya koyması bakımından önemlidir. Eliot, objective correlative kavramını Shakespeare’in oyunlarını yorumlarken ana noktaya giden olaylar dizisi, durumların ve ilişkilerin bir korelasyona dahil olması anlamında kullanırken Akşit Göktürk’ün bu kavramı “nesnel karşılık” diye çevirmesi, Cansever’in de ilk defa bu çeviri üzerinden kavramla tanışması, yanlış anlamanın yolunu açmış ve şair kavramı şiire yerleştireceği “nesneler dizisi” bağlamında değerlendirmiştir. Bunun sonucu olarak da şiirlerinde –kendi ifadesiyle– “nesnelerden bir dekor” çizmeye çalışmış, onlarca nesneyi dekora yerleştirme ameliyesine girişmiş, kavramın gerisine düşerek âdeta nesnelerin estetiğini yapmıştır. Daha da ilginç olan, şairliğinde baştan beri görülen “bakma” tekniğine bu yolla yeni bir kimlik kazandırmış olmasıdır. Bir yanlış anlamadan kendine özgü bir şiir çıkarmayı başarması, şaşılacak bir durumdur.

Biraz da öznel konuşayım: Benim için İkinci Yeni demek Edip Cansever demektir. Ben de bakmayı severim, biraz flâneur’ce yaparım bu işi. Elbette eşyaya, nesneye, çevreye bakışımız arasında benzerlikler kadar farklılıklar da vardır. Benim gözümde, “Bakmalar Denizi” şiirinin başlığından kinaye, “bakmalar şairidir”dir o ve onun şiirini özgün kılan da “bakma”ya şairliğinin her aşamasında farklı bir perspektif kazandırmış olmasıdır.

Arka Kapak dergisi 33. sayı