Cüneyt Gönen

Pierre Boileau ve Thomas Narcejac tarafından kaleme alınan Vertigo Ölüler Arasında, İkinci Dünya Savaşı’nın çok renksiz ve fazlasıyla kasvetli atmosferinde, bir korkunun sebep olduğu kayıpları dramatik bir dille anlatmaktadır.

Hepimiz düşüyoruz. Menzilimizdeki rakıma, zirvemizdeki noktaya, doğumumuzdaki irtifaya ulaşmak için. Buluttan dökülen yağmurun, kanattan sökülen tüyün, daldan kopan yaprağın kaderini yaşıyoruz. Ve hepimiz düşüyoruz bir düşün peşine; hududu çizilemeyen bir mutluluğun, miadı dolmayan bir sevginin, zamanı olmayan bir aşkın hayali ile. Tinsel kanatlanma içgüdüsünün fiziksel dünyadaki gerçeklere çarpması ile ise bu yolculuğun sınırları çiziliyor. Vertigo, sanal bir denge bozukluğu hissiyatı ile baş dönmesi değildir; bedenin düşmeye karşı geliştirdiği bir frenleme mekanizmasıdır. Zihnin, devinim üzerine kurduğu illüzyonist bir oyundur. Narcejac-Boileau ikilisi içinse bu belirti, üzerine inşa edilecek bir hikâyeye uygun bir zemin.

Vertigo Ölüler Arasında, bir yazar tarafından hayali karakterlere atfedilen kişilik özelliklerine göre başka bir yazar tarafından davranış modeli kurularak oluşturulan bir roman. Normalden faklı olarak alışılmadık bir yazınsal konsorsiyum olan bu işbirliğinde, Narcejac karakterizasyondan, Boileau ise hikâyeden sorumlu. Final kısmına kadar, yani tüm kartlar açılıp sırlar ortalığa dökülene kadar olan hikâyenin yapısına bakarak bu romanın, polisiyeden çok bir aşk romanının genlerini taşıdığı söylenebilir.

Flavières, eski bir polistir, korkularının emekli ettiği. Avukatlık mesleğine transfer olmasıyla hayatını güvene, korkularını kafese alır, ta ki eski arkadaşı Gévigne’in kendisinden başkasına güvenemeyeceğini söyleyerek bir gün yardımını istemesine kadar. Beklenmedik bir isteğin umulmadık sonuçlarını öngöremeyecek kadar akışında ilerler olaylar. Gévigne, karısı Madeleine’in paranormal olarak addettiği, mutlu giden evliliğini sabote eden ruhsal dalgalanmalarının kaynağını öğrenmek için Flavierés’ten dedektif rolünü oynaması, olası bir aksilik durumunda ise koruma zırhını kuşanması talebinde bulunur. Sebebi muğlak olmakla birlikte teklifi kabul eden eski polis artık bir dedektiftir. Madeleine’in intihar eden büyük büyük annesinin kaderini yaşayacağı, reenkarnasyondan mülhem bir algı ile Flavières’in zihnine kodlanmaya çalışıldıkça, rasyonel açıklamalar ile bu mesnetsiz döngüyü reddeder Flavières, fakat mantığın iplerine sarılan Madeleine’in sebepsiz boşluktan dipsiz bir anlamsızlığa doğru düşmekte olduğunu da kabul eder.

İkinci kez histerik bir çalkalanma ile kuleye tırmanmaya başlayan Madeleine’in peşinden onu kurtarmaya çalışan Gévigne, yükseklik korkusu ile kaderi arasında seçim yapmak zorunda kalır ve korkusuna yenik düşer. Yerine getirilememiş bir sorumluluğun altında ezilen vicdan azabı, bir hayatı kurtarmamanın zehirlediği özgüveni ile sadece kaçar; her şeyi ve herkesi arkasında bırakarak. Değersiz hayatı obur bir sarmalda savrulur, ta ki bir gün Madeleine olduğuna emin olduğu biri ile karşılaşana kadar.

Kitabın İngilizceye çevrilmeden önce Alfred Hitchcock tarafından Paramount komisyonuna sinema uyarlaması için sunulması, yazım amacının bu olduğu iddialarını beraberinde getirse ve bu iddialar Narcejac tarafından reddedilse de kısa süre sonra orijinal isminden (D’entre les morts -Ölüler Arasında) farklı olarak küçük kurgusal sapmalar ile Hitchcock tarafından beyaz perdeye de aktarılır. Başrollerini James Stewart ve Kim Novak’ın paylaştığı film kitaptan farklı olarak San Francisco’da geçer ve romandan farklı bir son ile biter.

Reenkarnasyon çarkını döndüren ölüm korkusudur. Yok olma endişesi, ontolojik yumağın çözülmesi ile dağıldığı zaman bu çark parçalanır. Mantığın kararı, boşlukta savrulan düşüncelerin paraşütüdür, aşırısıysa yerçekimidir deliliğin. Vertigo, bu ikilemde “hayatın dramatik yoğunluğu ve vurgusu ile hayal gücünü akışına” bırakmak yerine “huzurlu yaşamayı engelleyen sırların” peşine düşen bir hayatın türbülansıdır. Okuyucuya sadece bu girdaba giren hayatlara tanıklık etmek kalır. 

Arka Kapak dergisi 32. sayı