Nihal Yormaz

Şu an avuçlarımın arasında uzun zamandır daha iyisini okumadığım bir öyküler toplamı var; adı da “Belki Yarın”. Yarına bırakmanın, ertelemenin, hemen bugün okumak yerine bir kenarda bekletmenin büyük haksızlık olacağı güzellikteki bir cümleler bütünü bu kitap. Yazarı Jale Sancak’ı tanıyanlar onun kaleminin gücünü zaten bilirler ama yeni tanışanlar ya da tanışacak olanlar için söyleyecek çok sözüm var.

Jale Sancak, yazmaya yıllar öncesinde şiirle başladı ve o dönemin edebiyat dergilerinde yayınlanan bu şiirlerinin ardından tiyatro ve radyo oyunları yazdı. Bu dönem 80’li yıllara denk geliyordu. Bir gün ansızın hayatına öykü girdi. Kendini bu kez öykülerle ifade etmeye başladı ve 25 yıl kadar uzunca bir süre de bu yoldan devam etti. İlk öykülerini “Bu Gece Pera’da” adlı kitabında toplayan Jale Sancak “Fırtına Takvimi” adlı romanıyla 2014 yılında “Duygu Asena Roman Ödülü”ne layık görüldü. Öykülerin hızının ve yoğunluğunun yaratıcılığa olan olumlu etkisiyle arası çok iyi olan yazar, aynı tarzın romanda da başarıyla kullanılabileceğini gösterdi okurlarına. İşte bu nedenledir ki “Fırtına Takvimi”nde de öykü tekniğini kullandı ve onun sahiplendiği bu tarz edebiyat çevrelerince zaman zaman eleştirilmiş olsa da o, laf kalabalığından arındırdığı diliyle okuyucusuna kendisini sevdirmeyi başardı.

Jale Sancak’ın öykülerinde bir “çoklu anlatım” durumu hâkimdir. Her ne kadar onun öykülerinde genelde olayı başkahramanının ağzından dinleseniz de yardımcı oyuncuların gözünden bir olay anlatımıyla da sıkça karşılaşırsınız. Anlatımı zenginleştiren bu yoğun anlatım tarzı, ustaca şarkı söyleyen bir ‘çok sesli koro’ya benzer; farklılıkların ahengiyle büyülenirsiniz. Dahası, Sancak’ın öykülerinde karamsar olayların arasından sızan bir umut ışığı çarpar gözünüze ancak o ışığı görebilmek için satır aralarında dikkatlice gezmeniz gerekir. Sıra dışı hayatlara elleriniz titreyerek dokunur ve anlatımın gerçekliğinde kendinizden bir parça bulursunuz. İşte “Belki Yarın” da tüm bu özelliklerin bir harmanından oluşan 11 öykü barındırıyor içinde. Bu öykülerde kimler kimler yok ki? Hayatın çamurlu yollarında kaybolmuş hayatlar, durmadan aynı rüyayı gören bir kadın, aşka bir palyaçonun gözünden baktıran bir yazar, ölümle burun buruna gelenler, kimseninkilere benzemeyen türden bir ada yolculuğunun hüzünlü kahramanları, hayatı gündüzü inkâr ederek yaşayanlar ve niceleri. Siz bakmayın benim öyküleri böyle iki kelimeyle özetlediğime, aslında kelimelere sığmıyor her birinin içinde gizlenen duygular.

Bir yazarın dünyayı algılama biçiminin zamanla değişeceği fikrine inanmadığını söyleyen Jale Sancak, bir yazarın dünyada yaşanan sayısız farklı olaydan yalnızca etkilendiği birkaç tanesini yazmaya değer bulabileceğini savundu hep. Ona göre kendini tekrar etmek, benzer karakterler yaratmak bir tehlike değil, bir üslup meselesidir ve kaçınılmazdır. Başkalarının olumsuzluk olarak gördüğü bu nokta kendisi için son derece doğaldır. Aynı karakteri yazsanız bile yıllar boyunca edindiğiniz yetkinlik ve ustalık, aynı karakteri farklı bir biçimde anlatmanızı sağlar. Jale Sancak’ı çağdaşlarından ayıran en önemli özelliği de işte bu kendine özgü tekrar biçimidir. Öyküleri biçem olarak düz yazı olsa da yaşattığı duygu şiire yakındır. Bir anlatımdan diğerine o kadar ustaca geçer ki, metnin içinde debelenmek yerine kendinizi bu doğal akışa gönül rahatlığıyla bırakırsınız. Sancak, öykülerinde sıklıkla bireyin açmazlarını, toplumun bireyler üzerindeki etkisini, insana has durumları ele almayı sever. Kendini hiçbir zaman toplumun yaşadığı felaketlerden soyutlamaz ve hatta “Belki Yarın” adını verdiği öykü kitabında yer alan “Sıradan Hayatlar”, “Son Otobüs” ve “Zehirli Masal” gibi öykülerinde de inceden bir toplum ve sistem eleştirisi yapıyor. İnsan ruhuna etki eden olayları, bu olayların insanda yarattığı karmaşayı büyük bir ustalıkla kurcalar ve sizi düşünmeye davet ediyor.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 16.sayısında yayınlanmıştır.