Gökhan Gökmen

Yunus Emre’nin belki de en bilinen gazellerinden biridir “Çıktım erik dalına anda yidüm üzümi” mısraıyla başlayan şiir. Hazretin meşhur şiirinin devamı ise şöyledir: “Bostan ıssı kakıdı, dir ne yirsün kozumı.” Günümüz Türkçesiyle yazmaya çalışırsak: “Erik dalına çıktım, orada üzüm yedim. Bostan sahibi kızarak ‘cevizimi neden yersin’ dedi.”

Yunus Emre’nin şaşırtıcı ve acayip, gerçeği tepetaklak eden, her mısraında aklın sınırlarını zorlayan tenakuzlar/çelişkiler ihtiva eden ve diğer şiirlerine hiç mi hiç benzemeyen bu şiiri birçok mutasavvıf tarafından şerh edilip tafsilatlı izah edilmiştir. Suat Ak’ın titiz ve özenli çalışmasıyla hazırlanan, Büyüyen Ay Yayınları tarafından yayınlanan Çıktım Erik Dalına isimli kitap yaklaşık yüz yıl arayla yazılmış üç şerhi bir araya getirmiştir: İsmail Hakkı Bursevî’nin, Niyazî Mısrî’nin ve Şeyhzâde’nin şerhleri.


Çıktım Erik Dalına
Yunus Emre’nin Bir Şiirinin Üç Şerhi
İsmail Hakkı Bursevi, Niyazi Mısri,
Büyüyen Ay Yayınları

Sembolizm mi Şathiye mi?

Mevzubahis şiirin şöhretini üzerine yazılan şerhler de gösterir. Hatta Türk Edebiyatı’nın bilinen ilk şerh örneği (Şeyhzâde şerhi) Yunus Emre’nin bu gazelidir. Kitapta yer alan şerh örneklerinden başka, Şeyh Ali Nevrekanî, İbrahim Hâs ve Şevket Turgut Çalpan tarafından yazılan şerhler de vardır. Hakkında bu kadar çok şerh yazılan gazelin çeşitli versiyonları mevcuttur. Yedi beyitten on dört beyite kadar çeşitlilik gösteriyor ve bazı beyitlerde ciddi farklılıklar var. Fakat bu farklılıklar hem şiirin maksadını daha bir hâsıl kılıyor hem de şarihlerin farklı bakış açılarını görmemize olanak sağlıyor.

Ayrıca şiirin her mısraı öylesine kudretli ve yoğun ki, nevi şahsına münhasır sıfatını hak edecek türden. Zaten Hazretin kendisi söylüyor son beytinde: “Yunus bir söz söyledi hiçbir söze benzemez / Erenler meclisinde bürür mana yüzünü.”

Suat Ak’ın hazırladığı kitabın konusu olan gazel birçok mutasavvıfa göre her kelimesi ayrı bir sembolizm olan beyitler toplamı iken, bazı yazarlara göre ise gazel baştan sona şathiye (iğneleyici ve alaylı söz) ile doludur. İki tarafı da destekleyecek yorumlar yapılabilir bu gazel hakkında.

Evvela, çok güçlü semboller ve örtük anlamlar barındırır şiirin her mısraı; sözgelimi, erik, üzüm, koz (ceviz), bostan ıssı (bostan sahibi), kerpiç, poyraz, iplik, yumak, bez, serçe, sinek, kartal, küt (kötürüm), Kafdağı. Bu sembollerin bâtıni anlamları ve yorumları kitapta üç şarihin kaleminden uzun uzun anlatılıyor.

Şiirin yukarıda verdiğimiz ilk beyti, bir dervişin hakikat yolunda hem kendini sorgulaması ve hangi merhalelerden geçtiğinin idrakine varması hem de diğer insanları vereceği tavsiyelere hazırlaması bakımından önemlidir. Bu beyitteki temel kaideleri içeren üç sembol vardır. İlk beytin içerdiği sembolleri Niyazî Mısrî şu şekilde izah eder ki diğer şarihler bu sembollerin işaret ettiği hakikatte hemfikirdirler:

“Yunus, erik ile şeriate; üzüm ile tarikate ve ceviz ile hakikate işaret etmiştir. Zira dışı yenip çekirdeği yenmeyen erik, amelin zahirine misaldir. Üzüm ise amelin bâtınına misaldir ki, hem bütünüyle yenir ve hem de ondan reçel, pekmez, turşu, sirke ve daha nice nimetler elde edilir. Üzümün bâtın ilmine misal olması, içinde küçük de olsa çekirdekleri bulunması sebebiyledir ki, bâtın ilminde dahi riya ve sem’a ve kendini beğenmişlik ve kusurlardan temizlenme zarureti vardır. İçinde asla yabana atılacak bir şey bulunmayan, hem yenen ve hem nice hastalık ve kusurlara şifa taşıyan Hindistan cevizi ise hakikate misaldir.”

“İmdi; eriği erik ağacından, üzümü bağdan ve cevizi de ceviz ağacından talep etmek gerekir. Üzümü erik ağacında arayan, boş yere zahmet çeken bir ahmaktır; emeği boşa gider, mahsulü ise zahmetten ibarettir.” (s. 13-14)

Ayrıca ekleyerek: “Bostan-sahibi ifadesiyle kast edilen ‘kâmil mürşid’tir ki, onun ‘niçin yersin kozumu’ diye konuşması, bir tembihtir. Niçin nefis taleplerini kırmak için keyfince mücadele ve boş yere eziyet çekiyorsun. Her birinin ayrı zevk ve ameli, farklı vakti, başka başka öğreticisi ve yol göstericisi olan bu üç ilmin, kendine mahsus hakikatlerini hırsızlık ile bir elde toplarım mı sanıyorsun!” (s. 15)

Farklı Bilme Biçimleri Arasındaki Mücadele

“Akıl ile İspat”, “Dil ile İkrar”, “Kalp ile Tasdik”… Üç bilme unsuru olan “akl”a, “dil”e ve “kalb”e atfedilen bu görevler ve uyumlu bütünlük, ilim geleneğimizde, üç farklı ideal tipe işaret eder ve gerçekte uyumlu bir birlikteliğe değil mücadeleci ve rakip bilme biçimlerine karşılık gelirler. Başka bir ifadeyle, “Akıl”, “Dil” ve “Kalp” üretilen bilginin, daha doğrusu kamuyu ilzam eden bilginin, uyum içinde çalışan üç parçası değildirler; bilakis her biri kendi bağımsızlığına dayanarak ispatı, ikrarı ve tasdiki kendi tekeline almaya çalışır. Üç farklı temele dayanan üç bilgi türünün taşıyıcısı olan tipolojileri kısaca şöyle sıralayabiliriz: Aklî ispata yani istidlâlî bilgiye dayanan “âlim” tipi; lisanî ikrara ve sözün cazibesine yaslanan “mütebelliğ” (hatip, retorikçi, ehl-i belagat) tipi; kalbî/keşfî, amelî ve irfanî bilgiye dayanan “ârif” tipi.

Kısaca resmedilmeye çalışılan bu üç tipoloji ve üç bilme biçimi arasındaki mücadele ve rekabet, ilim geleneğimizde, temel metinler yahut temel, kurucu metinlerin şerhleri yoluyla yürütülür. Farklı bilme biçimlerine yaslanan metinler, diğer bilme biçimlerinin eksiklikleri gösterilerek onlara yönelik yer yer reddiyeler içerirken yer yer çatışmacı ve alaycı göndermelerde bulunurlar.

Yunus Emre’nin mevzubahis şiiri enfes bir edebî lezzete sahiptir. Ancak bunun ötesinde bir misyonu da vardır şiirin ve şiire yazılan şerhlerin. “Çıktım erik dalına anda yidüm üzümi” diye başlayan şiirin bizatihi kendisi ve şiire yazılan şerhler, yazıldıkları dönemler göz önünde bulundurularak, kalbî bilgiye dayanan amelî ve hatta tatbikî bilme biçimine sahip olan ehl-i irfanın diğer bilme biçimlerine güçlü reddiye örnekleri olarak da okunabilir. Bilhassa şiirdeki alaycı göndermeler ve aklın sınırlarını zorlayan benzetmeler tasavvufun kendisine ilimler alanında güçlü bir yer edinme çabasının dışavurumu olarak da ele alınıp yorumlanmaya müsaittir. Zaten şerhler okunduğunda bu çabanın ve irfanî/tasavvufî bilme biçiminin diğer bilme biçimlerine üstünlüğünün her sayfada vurgulandığı göze çarpacaktır. 

Arka Kapak dergisi 29. sayı