İsa Karaaslan

Beşir Ayvazoğlu, Bir Ateşpâre Bin Yangın kitabıyla İstanbul’un sokaklarında ve tarihi mekanlarında nostaljik bir geziye çıkarıyor bizi. Ayvazoğlu’nun şiirin süzgecinden geçen dil zevki, çıktığımız bu yolculukta bizi derinden kavrıyor. Medeniyet tarihimize bakıldığında, tarihin her safhasında karşımıza şiir çıkacaktır. Dolayısıyla İstanbul’u şiirlerden okumak, şiirlerdeki İstanbul’un izini sürmek, belki de sonuna varılmayan bir macera olacaktır. Beşir Ayvazoğlu da İstanbul’un Türk edebiyatına nasıl yansıdığının izlerini sürmenin, kaç cilt olacağı kestirilemeyen zevkli bir çabaya benzediğini işaret ediyor. Bu yüzden bir girizgâh olarak edebiyatın İstanbul’unu ele alıyor.


Bir Ateşpare Bin Yangın
Beşir Ayvazoğlu
Kapı Yayınları

İstanbul’dan söz açıldığında Yahya Kemal’i hatırlamamak olmazdı. Yahya Kemal’den bir alıntıyla başlıyor kitabına Beşir Ayvazoğlu da: “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul,/Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.” Yahya Kemal, geçmişte öğrencilerini de yanına alarak İstanbul’u heyecanla keşfe çıktığı gibi bugünün İstanbul’unda da benzer bir keşfe çıksa yine aynı heyecanı duyar mıydı? Yoksa Süleymaniye’nin asfalt dökülen yollarından geçerken derin bir hüzne mi kapılırdı. Tanpınar, Yahya Kemal ile yaptığı bu gezilerin kendisinde bıraktığı lezzeti büyük bir keyifle tarif eder; onunla İstanbul içinde dolaşmak bu kelimenin hudutlarını aşan büyülü bir şeydir ona göre.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Yaşadığım Gibi kitabında Şehir meselesini ele alırken bir dostu ile bazı meseleler hakkında tartışır. Bu meselelerden biri de mimarîdir. Kendi deyimiyle, güneşi, kuşları ve denizi bırakır Tanpınar ve dostuna kulak verir. Biz şehir mevhumunu kaybettik der bu dost, içimize fıkaralığın nizamının kurulduğunu ve bu nizamın içerisinde yaşadığımızı, bu yüzden bu güzelim şehri harcadığımızı söyler. Bu şartlar altında mimarîden konuşmak anlamsızdır ona göre.

Tanpınar’ın sanatçı muhayyilesi Bursa gibi bir Selçuklu şehri hakkında da öngörüde bulunuyor, Bursa’nın; Bruges, Gent ve Venedik gibi modern hayatın ortasında bir Ortaçağ rüyası gibi duran şehirler gibi olmaya daha müsait olduğunu, oysa Bursa ovasının yavaş yavaş anlaşılmaz bir şehircilik gafletine kurban edildiğini söylüyor. Bugünden bakıldığında Tanpınar’ın öngörüsünde haklı çıkmamasını dilerdim. Bursa, İstanbul gibi medeniyetimizin belleği olan şehirlerle ünsiyetimizi yitirdiğimiz anda kimliksizleşiyoruz. Şimdilerde Bursa’da Kozahan, Pirinçhan gibi medeniyetimizin hafızalarının saklı olduğu mekânlarda kulağı tırmalayan, estetikten yoksun pop müzikleri eşliğinde yükselen nargile dumanları mekânın ve şehrin kapitale nasıl feda edildiğinin acı bir göstergesi. Mimarîde modern çağı “trajik bilinçsizlik çağı” olarak kavramlaştıran bilge mimar Turgut Cansever’i anlamak için son zamanlarda etrafımızda olup bitenlere bakmak yeterli olur sanıyorum.

Beşir Ayvazoğlu, kitabında okuru nostaljik İstanbul yolculuğuna çıkarırken okuma serüvenimize eşlik eden fotoğraflar, bazen şiirler, bazen şehrin tanıklığını yapan roman kahramanları, bazen Gâlib Dede’nin Sütlüce’deki evinin peşinde, bazen Necip Fâzıl’ın doğduğu konağın izinde, çoğu kez hayal ile hakikat alemi arasında şehrin ruhuna biraz daha yaklaştırıyor.

Arka Kapak dergisi 20. sayı