Marco Sabbatini 

Pier Paolo Pasolini 1968 yılında Teorema adlı bir kitap yazdı ve aynı adı taşıyan bir film de çevirdi. Türler arasındaki sınırı aşmaya niyetlenen Pasolini, söz konusu eserinin, sinema ve edebiyat için bir bakıma amphibologique[2] olmasına hiç aldırmadan, okuyucuyu/seyirciyi filmden romana ve romandan filme geçmeye davet etti.

Senarist olarak Pasolini’nin, 1954’te yaratıcı bir teşebbüsle ortaklaşa yürüttüğü ilk çalışmanın neticelerinden biri de Teorema’dır. Bu çalışma ekibinde kendisine, roman yazarı ve sinemacı olan Mario Soldati ile Uccellacci e uccellini (Atmacalar ve Serçeler) filmindeki kargayı seslendirecek olan yazar Giorgio Bassani yardımcı olmuştu. Kaldı ki o dönemde İtalya’daki senaristler ekip olarak çalışırdı, dolayısıyla Pasolini filmin tek yöneticisi değildi. Üstelik yalnızca yönetmen olarak değil, ayrıca diyolog yazarı olarak da kendisine başvurulurdu, çünkü Pasolini konuşma dilinde tam bir ustaydı. Fakat, 1961 yapımı Accottone (Dilenci) filminden sonra, özellikle kendi filmlerinin senaryolarıyla tanınmaya başladı. Teorema’nın ortaya çıkmasına kadar geçen bu on yıl boyunca, bu yaratıcı ekibin elinden çıkan on senaryo zengin yan metinlerle de (yönetmen yorumları, fotoğraflar, şiirler, çekim günlüğünden alıntılar.. vs.) desteklenerek kitap formunda yayımlandı.

Pasolini için senaryo, edebiyat ve sinema arasındaki ilişkiyle oynayabildiği somut bir alan demekti. Nihayetinde senaryo taslaktan ibaret bir metin olduğundan henüz tam geliştirilmemiş ve tamamlanmamış bir niteliktedir. Metnin bu kaba-taslaklığı, şekil verme- ille de belli bir forma kavuşturma- isteği açısından ilginç bir durum ortaya çıkarır. Pasolini’ye göre, senaryoya özgü bu bit(iril)memiş olma hali, edebi bir eser olarak senaryonun olmazsa olmaz bir parçasıdır ve senaryonun tabiyatındaki bu eksiklik, yazar ile okuyucusu arasında kendisine has bir ilişki doğurur. Zira senaryo, okuyucusunu, metni bitirme-tamamlama işine davet ederek, herhangi bir roman okuyucundan daha fazla fail olmaya mecbur eder, nihayetinde her senaryo metni, kendisinde henüz olmayan görsel bir tamamlanmaya ihtiyaç duyar, fakat her görsel ilave de senaryoya dur durak bilmeden yapılan bir atıf veya yalnızca bir imadır. Senaryo tekniğinin temeli de zaten okuyucuyla arasındaki bu özel işbirliğine dayanır.

Ancak Pasolini’ye göre, senaryo metnindeki eksiklik ve tamamlanmamışlık izlenimi yalnızca görünüştedir, çünkü aslında senaryo, başka bir yapıya dönüşme-dönüştürülme niyetine adanmış-yönelmiş bir yapıdır, dolayısıyla her senaryo metni morfolojik olarak sürekli bir hareket halindedir. Senaryonun bu kaba-taslak yapısını edebi alan ile sinematografik alan arasındaki geçiş destekler. İşte Pasolini’nin ortaya çıkmasında önemli bir payı olduğu, yeni tip bir senaryo anlayışı budur.

Söz konusu morfolojik hareket, edebi metnin sınırlarını ihlâl etmeyi ve dahası bu sınırlardan taşmayı da içinde barındıran bir yapının hareketidir. Orta metrajlı La ricotta (1963) filminde Mamma Roma’nın senaryosu, bir kitap olarak ekranda doğrudan belirmişti. Bu sahne, orta metrajlı filmler arasında belki de en tuhaf şekilde, ancak en zekice tasarlanmış sahnelerinden bir tanesidir, ki bu sahne, Passion du Christ (Matta’ya Göre İncil) filminin çekimine de konu olmuştu: Mola arasında bir gazeteci, yönetmene yaklaşıp insanı çileden çıkartacak kadar sıradan sorular sormaya başladı. Yönetmenin de elinde Mamma Roma’nın senaryo kitabından başka metin yoktu. O da kitabın sayfalarını karıştırıp, karşısına çıkan bir şiiri yüksek sesle okumaya başladı. Şiirin ardından senaryo metni, hoş bir diyologla devam ediyordu ki gazeteci şiirden hiçbir şey anlamadığını itiraf etmeye mecbur kalınca, kitap da kapandı.

La ricotta’daki durum ise daha da ilginçtir: Sinemacı Pasolini’nin alter egosu, sinemacı ve şair öteki Pasolini’den pasajlar alıntılar, çünkü bu şekilde şiirsel bir fragman okuyarak, senaryo metnini figürleştirme niyetindeydi. Elbette metinler-arası geçiş yalnızca tek yönlüydü: Sinemadan edebiyata veya edebiyattan sinemaya, o kadar. Fakat bu kesit, edebiyat ile sinema arasındaki geçise tanıklık eden önemli bir kesitti. Sinematografik dilin, romanesk türe uyarlanmasında aşılması güç bir mesafe daima belirse de, yine de bu deney, sinematografik dilin tiyatroya yakın olduğunu göstermişti.

Bu dönemlerde Pasolini mısralardan oluşan yarım düzine kadar oyun, ama yalnızca bir romanesk metin yazıp yayımladı. Teorema, ona göre dramatik eserin kaynağıydı. Pasolini tiyatro ve sinemayı birbirine oldukça yakın görüyordu, çünkü her iki tür de gerçekliğin tam göbeğinde gerçekliği temsil ediyordu. Elbette teatral bir metin, senaryo metnine kıyasla çok daha eksiksiz ve çok daha edebi olabilir ama, nihayetinde Pasolini’ye göre her ikisi de başka yapılara dönüşmeye-dönüştürülmeye meyilli yapılardı, özellikle de filme veya gösteriye göre. Metnin başka bir yapıya dönüşmeye sürekli açık olması (sonsuza kadar uzanan durmaksızın başka metinlere dönüşen metinler) meselesini kavramlaştırmak isteyen Pasolini, sinema ve tiyatronun romana bağlı olduğu şeyler üzerinde çalışmaya girişti. Dolayısıyla bu romanesk meselesinin izleri ile yeni bir gösteri sanatları dili aramanın krizi, Pasolini’nin daha sonraki çalışmalarında da kendisini gösterir.

Kısacası, Teorema, romanın ve sinemanın ötesine geçme, yani senaryo formunu aşmaya çalışarak, sinema ve edebiyat arasındaki sınırı bulandırma teşebbüsüdür. Pasolini’nin giriştiği olağanüstü bir iştir bu. Pasolini ise, Teorema’yı açıklamak için, resme dayanan bir metafora başvurur. Buna göre, Teorema, sağ ve sol elle bir duvarın iç yüzeyine fresk çizmeye benzer, yani Pasolini’nin her iki elini de kullanarak ortaya koyduğu ikiz bir eseridir.

Bu arada küçük bir not düşelim: Teorema senaryo olarak filmde olmayan pek çok sahneyi barındırır, fakat bu sahneler de alttan alta filmde işlenmiştir. Mesela bu sahnelerden biri filmde yerini tamamen görsel bir kesite bırakmıştır: Filmin final sahnesinde babayı çıplak bir şekilde çölde ağlarken görürüz, ama senaryoda ise, söz konusu karakter uzun bir monolog boyunca kendi çığlığını yorumlamaktadır.

Nihayetinde Teorema, filme dönüşmüş/çekilmiş ve bu film vasıtasıyla da düzeltmiş/yeniden gözden geçirilmiş/ düzenlenmiş bir kitaptır.

Çeviren: Aysu Yıldız

[1] Sabbatini, Marco. Du Film au Roman: Pasolini et Le Scénario, pp. 760-162, 2013/8 tarihinde, Critique dergisinde yayınlanan Fransızca makaleden kısaltılarak Türkçeye tercüme edilmiştir.

[2] Amphibologique: Tam olarak Türkçe karşılığını bulamadığım bu Fransızca sözcük, bir sözcüğün iki farklı anlamı aynı anda taşıması demektir. Bu tür sözcükler genellikle hatalı kullanım neticesinde ortaya çıksa da anlamı bulanıklaştırma maksadıyla da ortaya çıkabilirler.