Ekrem Sakar

“Fazlıoğlu’nu tetebbuya yönelten kîl ü kâl kavramı. Kîl ü kâl’i bir terim olarak ele alındığında dedikodu karşılığı kullanılmadığı, o devrin İbn Sina’cı felsefe geleneğinin bir özeti olduğu belirterek biri hâl’i (durumu), diğeri ise kâl’i (sözü) önceleyen iki farklı düşünce okuluna atıf yaptığı sonucuna ulaşılıyor.


Bir şiir, yoğun bir anlatıma sahip olup her okuyanın vukufiyet kesbedemeyeceği pek çok mana ihtiva etmesi halinde, bir kişi tarafından izah edilebilir. Vakıa şiiri açıklama eylemi, bugün niteliğine nisbetle tetkik, tenkit, analiz, inceleme, çözümleme, tahlil vs. muhtelif adlar alsa da, geleneksel şiirimiz mevzubahis olduğunda şerh etmek tabiri tercih edilmiştir. Kelimenin lügatteki anlamının “açmak” olduğu göz önüne alındığında, ortada açılmaya muhtaç kapalı bir sözün mevcudiyetinden söz edilebilir. Şarih, yani şerh eden kişi, bir yanıyla şair gibi anlatıcı, bir yanıyla okur gibi anlayıcı konumdadır. Zira şarih, öncelikle şiiri en doğru şekilde anlayıp, bilâhare anladığını okura en sahih biçimde anlatma vazifesini icra etmektedir. Öyle ki bir şiirin çoğu kişi tarafından sadece iyi anlaşılmadığı değil, yanlış anlaşıldığı durumlarda da şiirin şerh edilmeye gereksinim duyulduğu müşahede edilmiştir. İşte bu noktada şairin ne söylediğini şarihin nasıl anladığı çok önemlidir. Bundan dolayı metinlere tatbik edilen çeşitli şerh metotları, bir şiiri anlamak için nasıl okunması gerektiği hususunda okura fikir vermektedir.

Dilde kırılma ve kültürde başkalaşma nedeniyle günümüz insanının zihninin herhangi bir terbiyeden geçmediği takdirde kadim şiiri tam manasıyla kavraması mümkün değildir. Bundan ötürü bugün, kadim şiirin her nev’inin şerh uygulamasına tâbi tutulması normal görülmektedir. Mamafih ananevî şiirin tarihî sürecinde şerh edilen metinler umumiyetle tasavvufî olanlardır. Ancak buna yalnızca tasavvufî mazmun ve remizlerle kapalı bir yapıda olan metnin açılmak istenmesi sebep olmuştur diyemeyiz. Bazen şarih adını verdiğimiz kişi; söylemek istediklerine bir zemin, bir istinad noktası, hatta bir bahane olsun diye bir şiirden hareketle, şairin demek istediklerini de aşarak bambaşka şeyler söyleyebilir. Bunu yaparken konuyla alâkalı başka metinlere başvurmak, menkıbelerden istifade etmek, araya kendi şiirlerini koymak vb. birçok yönteme başvurması geleneksel sistem içinde gayet doğal karşılanmıştır. Kısacası okur zaviyesinden olay, sadece şiiri anlamakla bitmez; onun için şarihin diyecekleri de ayrı bir merak konusu olur.

Cumhuriyet dönemi öncesi şerhler, geleneksel çizginin taşıdığı hususiyetleri az ya da çok barındırdığı için kendi içinde masaya yatırılması gereken bir mevzudur. Cumhuriyet devrinden sonra yapılan şerhlerde ise genellikle şu yolun izlendiğini söyleyebiliriz: Şiirin latin alfabesiyle yazımı; günümüzde kullanılmayan, arkaik sözcüklerin sözlük anlamlarının verilmesi; bugünün Türkçesiyle nesre aktarımı ve akabinde şairin ne dediğinin izah edilmesi. Ülkemizdeki felsefe-bilim sahasının en dikkate değer çalışmalarına imza atan ilim adamlarından olan İhsan Fazlıoğlu’nun ise konu edindiğimiz çalışmasında bu tarik üzere hareket etmediğini görüyoruz. Fuzulî’nin meşhur “Işk imiş her ne var âlemde / İlm bir kîl ü kâl imi ancak” beytini, yukarıda zikrettiğimiz doğru anlaşılmama ya da yanlış anlaşılma problemlerinin zuhur etmesinden ziyade söylemek istediklerine bir zemin hazırlaması hasebiyle seçmiş diye düşünüyoruz. Beyitteki kavramlardan yola çıkarak söylediklerinin bir kitap hacmine ulaşması bundan olsa gerek.

“İlimsüz şiir esası yok dîvar gibi olur ve esassuz dîvar gayetde bî-itibâr olur” diyen Fuzulî’nin ilime “kîl ü kâl” demesi ilk bakışta çelişki gibi görünmekte. İlimden başka bir şey kastettiğini düşünmemiş olmasak da ne demek istediğine yeteri kadar kafa yormamışızdır. Kîl ü kâl’ı ise sözlükten öğrendiğimizden farklı bir şekilde anlamlandırmak aklımızın ucundan bile geçmemiş olabilir. Ayrıca Fuzulî’nin “âlem” mefhumunu herkesin bildiği mananın dışında kullandığına dair bir şüphe dahi uyandırmaması normaldir. “Işk”ı da Fazlıoğlu’nun tabiriyle yalnızca var olduğu için beyni bulanmamış, bu nedenden ötürü de kusmamış bir insanın deneyimlemesinin olanaksız olduğunu gözden kaçırmış olabiliriz. Ele aldığımız kitapta öncelikle bu dört kavramın; yani ilim, âlem, ışk ve kîl ü kâl mefhumlarının İslâm medeniyet havzasında nasıl bir evrilme geçirdikleri, bilhassa sufî çevrelerde ne şekilde kullanıma sokuldukları, taraf ve karşı taraf yaklaşımların kavramların muhtevalarının gelişmesinde ne tür bir rol oynadıklarına değiniliyor. Daha sonra bu mefhumların klasik literatürümüzde farklı düşünce mektepleri tarafından nasıl kullanıldığı izah edilerek bir kavram arkeolojisi yapılıyor. Bunların içinde en önemlisi ve Fazlıoğlu’nu tetebbuya yönelten kîl ü kâl kavramı. Kîl ü kâl’in bir terim olarak ele alındığında dedikodu karşılığı kullanılmadığı, o devrin İbn Sina’cı felsefe geleneğinin bir özeti olduğu belirtilerek biri hâl’i (durumu), diğeri ise kâl’i (sözü) önceleyen iki farklı düşünce okuluna atıf yaptığı sonucuna ulaşılıyor.

Mezkur çalışmanın bir başka özelliği, altı çizilesi teşhis, tesbit, tahlil ve tenkitler ihtiva etmesi. Kitapta “Çağdaş hayatın üretim-tüketim kültürü içinde insanın aşk’ı ermek için değil, büyük oranda ya eğlenmek ya da evlenmek içindir”, “Nazar ile tahsil, kavl ile tabir: felsefe ve kelâm; keşf ile tahsil, kavl ile tabir: işrak ve irfan; keşf ile tahsil, iş’ar ile tabir: tasavvuf ”, “Şiir ışk’ın ibaresi iken, musıkî ifadesidir”, “Maddî yüzdeki nedenin manevî yüzdeki ikizi muhabettir; nedenin bilgisi felsefe-bilim ise muhabbetin bilgisi irfan-sanattır; ikisinin bilgisi de hikmettir” gibi insanı tefekküre ve teemmüle sevk eden birçok cümle yer alıyor.

Kitapta farklı bir şiir şerhi metodu uygulanması ve bu yöntemin örneklik vasfı taşıması, kadim şiirin hep bu minval üzere şerh edilebileceği manasına gelmiyor. Yani müellifin bütün metinler böyle şerh edilsin diye bir iddiası yok. Dikkati çekmek istediği nokta, birtakım kalburüstü şairlerin şiirlerinin mevzun ve mukaffa sözden ibaret olmadıkları; metinlerin, salt sözlüğe bağımlı kalmayarak tarihî süreci içerisinde derinlemesine anlamlandırıldığında bize çok şey söyledikleri ve bu şiirlerin sadece duygulara değil, tefekküre de seslendikleridir. Netice olarak ihtisas alanı edebiyat olmayan ama bir beytin şerhinde işinin hakkını fazlasıyla veren Fazlıoğlu’nun bu kitabı sayesinde Fuzulî ne demek istemiş, öğrenmiş olduk.

Fuzuli Ne Demek İstedi?
İhsan Fazlıoğlu
Papersense Yayınları

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 1.sayısında yayınlanmıştır.