Murat Acar

Aquina’lı ünlü düşünür Thomas’ın asırlar öncesinde dile getirdiği bu veciz ifadesi, güzelliği hakikat gibi çok değerli bir kavram ile ilişkilendirmiş ve onu yapılardaki yansıması üzerinden tanımlamıştır. Her şeyin hakikat ile kurmuş olduğu ilişki ölçüsünde güzel olduğunu ifade ederek aslında mimariye ilişkin belki de en değerli tanımlardan birisini oluşturmuştur Thomas.

Mimarlık, insanlık tarihi var olduğu andan günümüze değin süregelen serüveninde aslında hep güzeli aramış ve içerisinde bulunduğu değer dünyasına bağlı olarak bu kavramı görünür kılmaya çalışmıştır. Bu nedenle mimari, kültürün en değerli ifade araçlarından birisini oluşturarak onu yaşatan ve aynı zamanda biçimlendiren bir öğe olmuştur. Maya Toplumu’ndan Hitit Uygarlığı’na, Roma İmparatorluğu’ndan Osmanlı Medeniyeti’ne kadar tüm kültür dünyalarında hakikatin algılanış biçimi farklılaşsa da güzellik ile olan ilişkisi değişmemiş ve mimarlık her zaman güzeli bulma yolunda ortaya konan çabaları ifade etmiştir. Bu çabaların en önemlilerinden birisini, mirası üzerinde yaşadığımız topraklarda ve yanı sıra dünyanın birçok bölgesinde asırlar boyunca hüküm sürmüş Osmanlı İmparatorluğu’nun mimarlık kültürü oluşturmuştur. Balkanlar’dan Afrika’ya, Arap coğrafyasından Anadolu’ya kadar birbirinden farklı birçok bölgede var olan bu medeniyet çok zengin bir mimari birikime sahip olmuş, bu zenginliği kendisine ait güzellik anlayışının var olduğu bir kültüre dönüştürmüştür. Seyahatnamelerden tarih kitaplarına, bilimsel eserlerden edebiyat yazınlarına kadar hakikatin güzellik ile bu kültür özelinde olan serüveni çok geniş bir şekilde ele alınmış; kimi zaman bir gravürü süsleyen manzaraya, kimi zaman da hissedilen duyguların kelimelere döküldüğü bir şiire dönüşmüştür.

Osmanlı mimarlık kültürünü derinlemesine inceleyen ve çok kıymetli eserler ortaya koyan birçok araştırmacının içerisinde Ekrem Hakkı Ayverdi ayrı bir yer tutmaktadır. İmparatorluğun geniş coğrafyasının birçok bölgesini gören ve bu sayede birçok mimari eseri inceleme fırsatı edinen Ayverdi, bu deneyimlerine bağlı olarak kuruluş döneminden imparatorluğun son dönemlerine kadar sahip olunan mimarlık kültürünü değerli çalışmaları ile ortaya koymuştur. Ardında onlarca eser bırakan Ayverdi; Osmanlı mimarlığının ince yönlerine derinlemesine nüfuz ederek onun estetik bir kültür olarak öne çıkmasında önemli bir rol oynamıştır.

Mimarlık kültürüne böylesi katkılar sunan duayen mimar ve tarihçi Ekrem Hakkı Ayverdi anısına 2014 yılında Kubbealtı Derneği ile İstanbul Teknik Üniversitesi işbirliğinde Uluslararası Osmanlı Mimarlık Kültürü Sempozyumu düzenlenmiş ve birbirinden değerli bilim insanlarının bu etkinlikte sundukları bildirileri derlenerek bir kitapta toplanmış. Kubbealtı Neşriyat tarafından 2017 yılında Osmanlı Mimarlık Kültürü adı ile basılan eser; Gülru Necipoğlu’ndan Tülay Artan’a, Hakkı Önkal’dan Maximillian Harmuth’a kadar birbirinden değerli yerli ve yabancı on iki akademisyenin yazılarından oluşmuş. “Mimarlık Kültürü ve Adabını Yeniden Düşünmek”, “Yazılı ve Görsel Kaynaklarda Mimarinin İzini Sürmek” ve “Binalar ve Baniler Üstüne Çeşitli Okumalar” isimli üç bölümden oluşan kitap; Osmanlı Mimarlığını yalnızca yapıların biçimsel öğeleri üzerinden ele almamış, onu yaşayan ve içerisinde hayat bulmuş olduğu kültürün en önemli göstergelerinden biri olarak değerlendirmiş. Böylece güzelliğin hakikat ile kurduğu ilişkileri gözler önüne sermeye gayret etmiş.

Eserin ilk bölümünü oluşturan “Mimarlık Kültürünü ve Adabını Yeniden Düşünmek” kısmı, isminden de anlaşılacağı üzere mimariye bambaşka bir pencereden bakarak onu literatürde pek de alışık olunmayan “adab” kavramı üzerinden okumaya çalışmış. Gülru Necipoğlu’nun Mimar Sinan’ı ve ortaya koyduğu eserleri “adab” kavramı üzerinden ele aldığı, Ezgi Dikici’nin birçoğumuzun banileri hakkında bilgi sahibi olmadığı saray hadımlarının camilerini yine adab bağlamında değerlendirdiği ve Hakkı Önkal’ın Osmanlı Mimarlığının türbe telakkisini ele alan yazıları ufuk açıcı bilgiler içeriyor. Mimar Sinan’ın eserlerinin doğaya saygılı ve içerisinde yer aldığı şehre değer katan yapılar bütünü oluşturduğuna değinen Necipoğlu, bunun mimarlık adabının bir sonucu olduğunu dile getirmiş. Edebe uygun ve münasip olma anlamını içeren adabın, Osmanlı mimarlığının üslubundan biçimine, malzemesinden konumuna kadar birçok öğesini içerdiğini ve bu doğrultuda şekillendiğini ifade eden yazar, adaba uymayan yapıların sadece konunun uzmanları tarafından değil toplumun tamamı tarafından da kınandığını belirtmiş. Edebe riayet etme yükümlülüğünün yalnızca geçmişe ait bir olgu olmadığına değinen Necipoğlu; günümüzde ne Mimar Sinan’ın miras bıraktığı eserlere saygı duyan, ne de mimarlık kültürümüzün adabına uyan yapılar üretemediğimiz eleştirisinde bulunarak ve bugün artık uğruna şiirler yazılacak efsunlu eserlerimizin olmayışına dair üzüntüsünü paylaşarak makalesini sonlandırmış.

“Yazılı ve Görsel Kaynaklarda Mimarinin İzi” başlıklı eserin ikinci bölümünde Ekrem Hakkı Ayverdi’nin erken devir Osmanlı mimarisine yönelik tespitlerinden Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde yer alan İstanbul çeşmelerine, mimari mekânlar sonucu ortaya çıkan sosyalleşme hareketlerinden İstanbul’da bugün var olmayan fakat döneminde tarihi yarımadanın nirengi noktalarını oluşturan saray yapılarına kadar mimarlık kültürüne dair geniş bir perspektif ortaya konmuş. Baha Tanman, Ekrem Hakkı Ayverdi’nin Osmanlı’nın erken devrinde ortaya konan mimari anlayışa dair yaklaşımını yine onun seçmiş olduğu bazı eserler üzerinden değerlendirmiş. Mimari kültürümüzün birçok farklı unsuru bünyesinde barındıran ama ortaya yeni ve kendisine has bir karakter koyan bir yapısı olduğunu savunan Ayverdi’nin Osmanlı mimarlık kültürünün özellikle ilk dönemlerinde meydana getirdiği eserlerine odaklanmasının çok önemli olduğunu dile getirmiş Tanman. Bu sayede İmparatorluğun ilk mimari eserlerine dair ilginin arttığını ve Bursa, Edirne gibi ilk dönem şehirlerindeki özgün karakteristiğin tartışma konusu olmaktan çıktığını vurgulayarak makalesini noktalamış.

Kitabın son bölümünü oluşturan “Binalar ve Baniler Üstüne Çeşitli Okumalar” kısmında ise binalar ve banilerden yola çıkılarak mimarlık kültürü yine birbirinden renkli kavramlar üzerinden değerlendirilmiş. Bir kutsiyet öğesi olarak kokuların mimariye olan etkileri, gündelik hayatın olanca hızıyla aktığı bir mekân olarak cami avluları, Balkanlar’da yer alan eserlerin banileri ve bu eserlerin içerisinde yer aldığı coğrafyalara kattığı anlamlar bu bölümün konularını meydana getirmiş. Nina Ergin’in kutsiyetin kokusunu Osmanlı buhurdanları üzerinden yakalamaya çalıştığı eseri bu bölümün ilgi çekici makalelerinden birisini oluşturmuş. Tüm semavi dinlerin, inananlarını bütün duyuları ile ilahi güce odaklamaya çalıştığını aktaran Ergin, Osmanlı mimarlık kültüründe de koku duyusunun önem atfedilen bir husus olduğunu dile getirmiş. Osmanlı mimarlık kültürü sadece mimarlığa ilgi duyanlara değil, yaşadığımız, havasını teneffüs ettiğimiz şehirlerde yer alan ve belki de ömrümüzün sonuna değin sürekli etkileşim içerisinde bulunduğumuz eserlerin derinine ve anlam dünyasına odaklanıyor olması dolayısıyla hepimize belirli yönleri ile hitap edecek bir eser. Ekrem Hakkı Ayverdi’nin hatırasına ithaf edilen bu kitap, yeni perspektifler kazanmak ve mimarinin görünen kısmının ötesindeki anlam dünyasına yolculuk etmek isteyen tüm okurlarını raflardaki yerinde bekliyor. 

“Güzellik, hakikatin yapılara yansımasıdır.”

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 28.sayısında yayınlanmıştır.