Kaan Murat Yanık

Bir eşya, mesela bir palto nelere yol açabilir? Siyah, uzun, azgın kış günlerinde sıcacık tutacak bir palto… Bu sorunun cevabını dolaylı da olsa dünyanın en büyük yazarlarından biri veriyor; “Hepimiz Gogol’ün paltosundan çıktık.” diyor Dostoyevski.
Şüphesiz Dostoyevski gibi bir yazarın böylesine büyük övgülerine mazhar olması, Gogol’ü epeyce merak ettirmiştir onu henüz keşfetmemiş olanlara.

1809 yılında Polonya asıllı bir anne ile Kievli bir babanın çocuğu olarak Kiev’e bağlı bir köyde dünyaya gelmiş Gogol. Oyuncaklardan evvel, kitaplarla haşır neşir olmuş zira babasının asıl mesleği çiftçilik olsa da, taşra tiyatroları için oyunlar kaleme alan amatör bir oyun yazarıymış ve evde büyük bir kütüphanesi varmış. Gogol, sanatla ilk temasını da babasıyla birlikte gittiği bu taşra tiyatrolarında sağlamış.

Gogol daha o yaşlardan itibaren köy yaşantısını; köylülerin dilini kıyafetlerini, kavgalarını, dine bakışını, eğlencelerini, kültürlerini hem tiyatroya yansıyan şekli ile hem de bizzat kendi gözlemleriyle hafızasına kazımıştır diyebiliriz. Nitekim bazı eserlerinin merkezine monte ettiği “Kazak” kültürünün gerçekliği o yıllardaki gözlemlerinin bir sonucudur. Dikanka Yakınlarında Bir Köyde Akşamlar isimli eseri bu bağlamda ortaya çıkmıştır.

Gogol’ün babasını kaybetmesi ve okulda yaşadığı problemlerin yanına onu hem fiziki, hem de ruhsal manada etkileyecek hastalıkların da eklenmesi yazarı adölesan çağında epeyce yıpratmıştır. Tüm bu olumsuzluklara rağmen okulda yazdığı kompozisyonların öğretmenler ve öğrenciler tarafından dilden dile dolaşması neticesinde arkadaşları ona “sihirli cüce” ismini vermişlerdir.

Gogol’ün Petersburg’a taşınması, hayatındaki dönüm noktalarından biri olmuştur. Petersburg’daki sanatçı kahvelerinde zaman geçirmeye başlaması, daha ergen sayılabilecek bir yaşta yazdığı piyesleri ve öyküleri dönemin eleştirmenlerine okutup kendini bu çevrelerin içine dâhil etme gayreti bu yıllara tekabül eder. Petersburg’da beklediğini bulamaması, edebiyat otoritesi kabul edilen kişiler tarafından ciddiye alınmayışı, zaten çocukluğunun ilk yıllarından beri ruhuna musallat olan psikosomatik bozukluklarını ağırlaştırmış, bu dört yanı dikenli haldeyken bir de yoksulluk belasına tutulmuştur.

Gogol’ün Petersburg gibi bir şehirde birçok şeye karşı verdiği savaşın etkileri metinlerine de sirayet etmiştir. Nüktedan, alaycı, kara mizahı düstur edindiği üslubu bu yıllarda iyice belirginleşmiştir. Hafif kambur oluşu, burnunun büyüklüğü, ayaklarının küçüklüğü gibi fiziksel takıntılarından ötürü çeşitli sendromların içinden geçmiştir Gogol. Hatta burnunun büyüklüğüyle alakalı “Burun” isimli bir öykü dahi yazmıştır ki, yayınlandığı dönemde diğer eserleri gibi büyük ses getirmiştir. Bu sendromların izlerini birçok eserinde görmek mümkündür. Hatta bugün Kiev’de Gogol’ün burnunun bir heykeli dahi vardır.

Gogol’ün her fırsatta kadınlardan nefret ettiğini dile getirmesi, kadınları erkeklerin başına iş açan zararlı mahluklar olarak nitelendirmesi hâlâ tartışılan bir olgudur ki, yazarın ölümünden sonra ortaya çıkan mektuplarında onun hemcinslerinden hoşlandığı yönünde imâlar olduğu bilinmektedir.

Gogol’ün kurmaca sistemi matruşka bebekleri gibidir. Üst kurmacanın içerlediği alt metinlerde karakterlerin psikolojik ve sosyolojik durumları giderek ayrıntılı bir hal alır. Köylülerin ince hesapları, küçük memurların kıdemli memurlarca ezilmesi, yoksul-zengin arasındaki sosyolojik farklılıklarının sorgulanması neticesinde ortaya çıkan çelişkilerden yaptığı elbiseleri, yarattığı derinlikli karakterle giydirmiştir Gogol. Yine Petersburg’da ayyuka çıkan takıntılarının, yoksulluğunun ruhunda oluşturduğu tahribatın ve sosyal ilişkilerindeki başarısızlıkların dışavurumundan metinlerinin arka fonunda kullanacağı ruhbilimsel dekorlar inşa etmiştir. Fakat işbu metinlerinde küçük insanları, köylüleri, küçük hayatları, köyleri teferruatlarıyla resmedip realist çizgiler içine yerleştirip bir de üstüne Kiev’in köylerinde konuşulan lehçeleri eklemesi onun Petersburg entelijansiyası tarafından dışlanmasına, “avam” olarak nitelenmesine yol açmıştır. Fakat bin sekiz yüz yıllarındaki Rusya’nın panoramasını o kadar gerçekçi anlatmıştır ki ona muhalif olan bazı sanatçılar, onu yererken dahi bu panoramanın başarısını reddedememişlerdir.

Çar Petro’dan sonra yüzü Batı’ya dönük bir medeniyet algısı içinde edebi yönelimlerini buna göre belirleyen Rus aydınları, Rusçaya birçok kelime-tabir ve en önemlisi mesele ithal etmişlerdi. Bu terkiplerin ve konuların çoğunluğu dönemin sanat ülkesi olarak telakki edilen Fransa’dandı. Şehirli, aristokrat, soylu ve aydın takımının konuştuğu dil çemberinin dışında kalan kelimelerin tamamı avamı yansıttığı, gericiliği çağrıştırdığı için amiyane tabirler olarak kabul ediliyor ve asla edebi eserlerin içine giremiyordu. Gogol, çocukluğundan bu yana aşina olduğu, köyde kullanılan kelimeleri, atasözlerini, masalları, tekerlemeleri kendi eserlerinde yeniden tedavüle sokunca bu durum elbette dönemin aydınları tarafından hoş karşılanmadı. Fakat halk, kendileri gibi konuşan Gogol’ün kahramanlarını pek sevince Gogol’ün kelimeleri ve karakterleri seçkinlerin mekânlarını aşıp sokaklarda, dükkânlarda, pazarlarda, taşrada, okullarda ve devlet dairelerinde gezinmeye başladı ki Gogol’ün böylesine güçlü bir tabuyu yıkması büyük bir olaydır. Elbette metinlerinin bir anda tüm Petersburg hatta büyük Rus şehirlerinde okunur, bilinir hale gelmesini sadece Gogol’un azmine ve başarısına bağlamak doğru olmaz. Çünkü hayranlık duyduğu bir yazarla tanışmıştır ve bu yazar Rus edebiyatı için öncü kabul edilen bir isim olan Aleksandr Puşkin’dir. Puşkin ile tanışması ve kısa zaman içinde büyüyecek dostlukları Gogol’ün hayatının en güzel yılları olmuştur demek yanlış olmaz zira kendisi de mektuplarında Puşkin’e olan sevgisinden bahseder. Üstelik Puşkin’in ölümünün onu aylarca yataklara düşürecek kadar sarsması da ikilinin arasındaki bağın kuvvetini gösterir. Birlikte yaptıkları uzun yürüyüşleri sonucunda değişip dönüşen Rus toplumu ve dünya üzerine yaptıkları tartışmalar, yeni bir çehreye bürünen roman kavramı hakkındaki görüşleri ve Fransız özentisi sanatçılara karşı olan duruşları iki yazarı Rusya’da epey tartışılır hale getirmenin yanında, karşılarına kalabalık onlara muhalif bir sanatçı güruhu da çıkarmıştır.

Rus toplumunun çürümüşlüğünü, yozlaşmış düzeni, zamanenin çarpıklıklarını, varsıl kesimlerden yansıyan ahlaki çatlakları, her yanından iltihaplar akan medeniyet çıkmazlarında sıkışıp kalan sarhoşları, evsizleri, memurları, kafası karışıkları, beş parasız bir şekilde gezinip kendini arayanları, köylerdeki trajikomik olayları, devlet dairelerinde dönen entrikaları, ailesiz çocukları, para için satılan ruhları, bayağı kişilikleri anlatmıştır Gogol, eserlerinde. Kendisine seçtiği realist karakterleri yine gerçekte karşılığı olan mekânlarda resmetmesi ve kurmaca ağını kara mizahla kaplı sert tasvirler kullanarak örmesi neticesinde egemen güçlerin tepkisini çekmiş ve vatana ihanetle suçlanmıştır. Ona bu yaftayı vuranlar elinde bir büyüteçle anlattığı küçük Rus insanını bu kadar net tasvir ettiği, realizm sınırlarını bu denli genişlettiği için onun Rus insanını aşağıladığı savını öne sürmüşlerdir. Karanlık bir yüzyıl kabul edilen Çar Nikola döneminde Gogol, mizahı, keskin bir bakış açısını ve yergiyi ceberrut devlet algısına silah olarak kullanmış ve başına türlü işler açmıştır. Yine her fırsatta bürokrasiye karşı ola nefretini dile getirmekten çekinmemiştir Gogol.

Rusya’nın kültürel genlerinde bulunmayan bir anlayışla eserler oluşturdukları için Fransız özentisi salon entelektüellerinden nefret ettiği kadar parası ve mevkisiyle diğerlerini ezen bayağı diye nitelendirdiği kişilerden de nefret ederdi Gogol. 1917 devriminden neredeyse yüzyıl evvel yaşamış olsa da eserlerinde ezilenlerin yanında durarak zenginleri ve kıdemlileri eleştirmesi, halkçı temayülleri onu dönemi içinde devrimci bir yazar yapmaya yetmiştir.

“Çok tuhaftır bizim şu dünyamız! Üzerinde yaşayan yaratıkların hepsi birbirinin kuyusunu kazmaya, birbirini gülünç durumlara düşürmeye çalışır.”

Gogol için hem Kiev, hem de Petersburg çok önemli şehirlerdir. Biri doğup büyüdüğü, diğeri kendini bulup “Gogol” olarak ünlendiği şehirdir fakat Roma başta olmak üzere dünyanın birçok şehrine bazen gönüllü, bazen de cebren seyahatler yapmıştır. Bu seyahatlerden belki de en ilginci Filistin’e yaptığı seyahattir ki, aslında çocukluğundan beri dine olan meyli bu yolculuk sonrasında büsbütün ruhunu dine adamasına neden olmuştur. Onun eserlerini realist çizgileri kuvvetli, hatta natüralist olarak kabul edenlerin yanında, romantik ve ruhbilimsel olarak kabul edenler de olmuştur. Teknik olarak o zamanlar grotesk, günümüzde belki de postmodern olarak kabul edilen bir anlayışla oluşturduğu eserlerinde karakterlerin derinlikli olarak ruh hallerini vermesi eleştirmenler tarafından bir ilk olarak tanımlanmıştır.

Gogol, Rus simgecilerine göre ise, insanın yüzeysel gerçekliğinden çok, iç dünyasının zenginliğini ve karmaşıklığını yansıtan bir yazardır. Hayatının son dönemlerinde kendisini tamamen dine adaması ve şaheseri sayılan Ölü Canlar isimli romanının ikinci cildini bir papazın tavsiyesine uyarak ateşte yakması ilginçtir. Bu olaydan sonra büsbütün deliliğin eşiğinde yaşamıştır Gogol ve yazdığı her şeyi imha etme gibi kısır bir döngü içinde ölmüştür.

“İnsanların uğrunda birbirlerini yedikleri her şey bir yana bırakılmadıkça, ruh zenginliğine kıymet verilmedikçe bu dünyada da zengin olunmaz. Beden ruhun yerini tutmaz. Doğru yolu bulmak için ölü canları değil, kendi canlı ruhunuzu düşünerek başka bir yolu: Tanrı yolunu seçin…”

Ölü Canlar, Palto, Bir Delinin Hatıra Defteri, Müfettiş, Taras Bulba, Dikanka Yakınlarında Bir Köyde Akşamlar, Petersburg Öyküleri gibi şaheserlere imza atan Gogol; Dostoyevski, Çehov, Nabakov, Solijenitsin, Bulgakov gibi büyük Rus yazarları etkilemiş, delilik mefhumu ile edebiyat arasına gerdiği incecik ipte kırk iki yıl boyunca cambazlık yapmıştır.

“Dünya alabildiğine saçmalıklarla dolu…” 

Arka Kapak dergisi 24. sayı