Medeni Yılmaz

Bu dünyanın, insanı irkilten yanı korkunçluğu değil, olağan görünüşüdür.” der Theodor Adorno. Çağımız insanının tedirginliklerinin nedeni bundan daha iyi tanımlanır mı bilemem; ama edebiyat tarihinin en etkili eleştirmenlerinden György Lukacs, Adorno’nun bu ünlü cümlesini Kafka üzerine yazdığı denemede ve üstelik Kafka’yı anlama noktasında kullanıyor.

Peki, ama Kafka’yı anlamak ne derece mümkün? Bu yanıtlanması oldukça güç bir sorudur. Zira modern edebiyatta belki de hiçbir yazar, Franz Kafka kadar çok farklı şekillerde tanımlanmamıştır. Yukarıda adını andığımız Marksist eleştirmen ve düşünür Lukacs, Kafka’nın yapıtlarının konusunu “çağdaş kapitalist dünyanın kötülüğü” biçiminde yorumlarken, Kafka’nın vatandaşı Milan Kundera ise tam aksine, “Kafka’nın evreninde kapitalizmi oluşturan hemen hiçbir şey yoktur.” der. Aynı metinlerden hareketle birbirine tamamen zıt iki farklı çıkarım yapılması, Kafka’nın yapıtlarının çok sesliliğine örnek gösterilebilir. Öte yandan, Alman edebiyatı konusunda uzman olan Profesör Dr. Gürsel Aytaç ise “Kafka’nın eserleri, tükenen tanrı otoritesini dünyevi olarak tasavvur ettiğini (baba ve siyasi otorite olarak) belgelemektedir.” diyerek Kafka’nın yapıtlarının dinsel açıdan da yorumlanabileceğini gösteriyor. Oysa varoluşçuların önde gelenleri (Albert Camus, Jean Paul Sartre), Kafka’yı varoluşçu bir yazar olarak tanımlarken Andre Breton ise ona sürrealist yakıştırması yapar. Bir başka Fransız yazar Natalie Sarraute ise Dostoyevski’yi Franz Kafka’nın habercisi olarak görür.

Yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere, Kafka’nın yapıtları çok farklı okuma biçimlerine açıktır. Üstelik Kafka, aynı kişiler tarafından farklı yaşlarda, farklı düzlemlerde de yorumlanabilir. Örnek vermek gerekirse, Franz Kafka üstüne bir inceleme kaleme alan Michael Löwy, “Franz Kafka – Boyun Eğmeyen Hayalperest” adlı yapıtında enteresan bir anekdota yer veriyor. İddiasına göre, o sıralarda kültür bakanlığı yapmakta olan Marksist eleştirmen György Lukacs ve kabinedeki diğer birçok bakan, 1956’da Sovyetlerin Macaristan’ı işgali sonrasında tutuklanır. Ancak bakanlar, tutukluluk nedenlerini bir türlü öğrenemez. Dolayısıyla kendilerini de savunamaz durumdadırlar. Hatta onları kimin yargılayacağını dahi bilmemektedirler. Sovyetler mi, Macarlar mı? Sonunda tutuklanan bakanlardan kimileri infaz edilirken Lukacs da garip bir şekilde serbest bırakılır. Dolayısıyla hangi gerekçeyle tutuklandığına ya da diğerleri idam edilirken kendisinin neden serbest bırakıldığına bir türlü anlam veremez. Tam kafkaesk bir karmaşa söz konusu! İşte ondan sonra Lukacs, Kafka hususunda tamamen yanıldığını ve aslında onun “gerçekçi” bir yazar olduğunu söyler.

Ancak ne kadar farklı şekillerde yorumlanırsa yorumlansın, nihayetinde Kafka’nın yapıtlarının onun hayatından derin izler taşıdığı fikrinde uzlaşılır. Dönüşüm romanı ise Kafka’nın tüm kurgusal metinleri içerisinde biyografik unsurlarının yoğunluğu bakımından en öne çıkan yapıtıdır diyebiliriz. Başta babası Hermann Kafka olmak üzere, özellikle aile üyelerinin karakteristik yapılarından çeşitli izler taşır. Örneğin, hem Gregor Samsa’nın hem de Kafka’nın babası sert ve otoriterdir. Her ikisi de oğulları üstünde baskı kurar. Hatta Kafka babasına bu baskılarından muzdarip olduğuna dair uzunca bir mektup yazmıştı. Gerçi Kafka’nın babasına sitemkâr bir üslupla yazdığı ama yollama cesareti gösteremediği uzun mektubunu Felix Guattari  ve Gilles Deleuze ikilisi farklı yorumlar. Onlara göre, baskı hususunda suçlu baba değil, Kafka’nın bizzat kendisidir. Kafka’da güçlü olana itaat etmeye yönelik arzu olduğu inancındadırlar. Nitekim benzer bir durumu Dönüşüm romanında da görüyoruz. Bu romanda da Gregor Samsa’nın babası otorite konumundadır.

Gregor Samsa’nın olağan dönüşümü

“Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.” Kafka’nın Dönüşüm’ü edebiyat tarihinin bu en etkili ve en ünlü giriş cümlelerinden biriyle başlıyor. Gezgin bir pazarlamacı olan Gregor Samsa, bir sabah dev bir böcek olarak uyanır. Uyanır uyanmaz kendisinde bir gariplik olduğunu sezer; ancak onu asıl tedirgin eden şey bu değildir. Bir gecede böceğe dönüşen Gregor Samsa’nın en büyük derdi işe geç kalma olasılığıdır.

Durumun tüm olağanüstülülüğüne rağmen sonraki sayfalarda, öylesi sade ve ince detaylar belirir ki okurun gözünde her şey normalleşir. Artık bu sıradışı durum yadırgatıcı olma sıfatını yitirmiştir. Bir insanın bir gecede böceğe dönüşmesi gibi olağandışı bir durum, okurun gerçeklik zemininde kendisine yer bulmuştur. Zira okur, Kafka’nın incelikli detaylarıyla yavaş yavaş gerçekçiliğe büyülü bir biçimde sürüklenmiştir. Büyülü gerçekçilik demişken burada bir parantez açalım. Büyülü gerçekçi yazarların belki de en önde geleni olan Gabriel Garcia Marquez, Dönüşüm romanını okuduktan sonra edebiyata atılmaya karar verdiğini söylemişti. Nitekim yıllar sonra, başta Yüzyıllık Yalnızlık olmak üzere, bu tarzın en iyi örneklerini bizzat kendisi verecekti.

Aslında Gregor Samsa’nın dönüşümü yalnızca fizikseldir; biyolojik olarak bir böceğe dönüşmesine rağmen halen insana özgü bilinç düzeyindedir. Yeme – içme alışkanlıkları da tıpkı bir böceğinki gibi olmaya başlar; ama diğer yandan, başkalaşım öncesi zihinsel durumunu korur. İnsana özgü duyguları henüz körelmemiştir. Dolayısıyla ne tam olarak bir böcektir, ne de bir insan. Toplumun ve ailenin dışına itilmiş bir insan-böcektir artık. Yalnız ve ezilmiştir. Daha da kötüsü, o artık bir boyun eğmişliğin simgesidir. Çünkü Gregor Samsa, böceğe dönüştüğü günün şafağında, böcekleşme durumunu sorgulamak bir yana, aklında yalnızca işe zamanında yetişebilme kaygısı vardır. Bu kaygıların kaynağında burjuva toplumunun doyumsuz istekleri vardır. Toplumun en küçük birimi olan aile kurumundan hareketle, toplumdaki yozlaşmanın ve ahlaki çöküntünün trajedisidir Dönüşüm. Bedenin iflasıdır. Bireyin ölümüdür. Hatta romanın sonunda Gregor Samsa’nın ölümü, aileyi özgürleştirir bile. Hep birlikte kırda gezintiye çıkarlar.

Franz Kafka’yı anlamadan Gregor Samsa’yı anlamak mümkün müdür? Bu ikisi, yani yaratı ve yaratıcısı birbirinden bağımsız düşünülebilir mi? Kafka bu soruya Gustav Janouch ile söyleşilerinde şöyle yanıt veriyor: “Samsa tümüyle Kafka ile örtüşmüyor. ‘Dönüşüm’ bir itiraf değil; ama belli anlamda bir mahremiyetin açığa vurulması sayılabilir.