Onur Caymaz

Şairin pek bilinen bir kitabı değildir. Adam, 42 Gün’ü okuduğunda bıyıkları yeni terlemişti, bir sahafta bulmuştu, solgun, mavi kapak. Üzerinde Gülten Akın yazıyor diye almıştı kitabı. Bu şairi yenice duymuş, çok sevmişti adam. Direngen, mücadeleci, devrimci, şiirin bunca erkek iktidarına karşı “kestim kara saçlarımı” diye ortaya çıkabilmiş bir kadın.

Şiir yazan birçok kadının, kendisini tanımlamak için şair kelimesinin önüne arkasına neden “kadın”ı koyduğunu, sadece “şair” olan Gülten Akın’ı okuduğunda daha iyi anlamıştı.

Sonra Beyoğlu, pasajın içindeki kahve sonra. Sonra demli çay, sonra masaların yeşil, yanıklarla dolu örtüsü, sonra camlardaki buğu, sonra oracıkta okuyuvermişti incecik kitabı adam. İncecik ama kalın bir kitaptı, kalıcı. Oğlu açlık grevindeki bir ananın hikâyesi vardı kitapta. Oğulları Ölen Analara Türkü, Pablo Neruda’nın başka bir şiirine götürüyordu adamı okudukları, o zaman bilmiyordu Neruda’yı, şimdi biliyor… Zaten iyi şairler başka şaire, yazara, yazıya götürür insanı hep.

Sonra 42 Gün’ün sonuna yaklaşıyor adam. Son şiir. Okurken hatırlıyor. Bu ilk dizeler. Birkaç dize daha… Evet, evet, bu şiir, o şiir. Ben bunu Edip Akbayram’dan dinlemiştim diyor, Grup Yorum’dan dinlemiştim. Ne zaman dinlese, hangi vakit alıp okusa şiiri adam, hep aynı sızı saplanıyor içine… İyi şairler böyledir, içini sızlatır insanın:

Büyü de baban sana / Büyü de / Acılar alacak / Büyü de baban sana / Büyü de / Yokluklar alacak…” Eluard, insanlarda en ateşli kanun, “öpücüklerden insan yaparlar,” demişti evet.

Gülten Akın da nasıl harcandığını yazmıştı gencecik insanların. Adam, dizlerini kanatarak da olsa böyle böyle büyümüştü. İyi edebiyat, büyüdür, büyütür.

Gülten Akın’dır işte, fazla bir şey söylenemez üzerine. Ne dense boşta kalır nedense, şairin hasıdır çünkü. Gazetede gördü geçen gün adam şairin son fotoğrafını… Baktı iyice. Yüzü… İhtiyarlamış, cennet benekleri vurmuş yüzüne… Adam, geride bıraktığı kayıp aşklarını hatırladı bakınca, şairin şu dizelerini:

Karanlığı sevmem, ben olsaydım / Akşamın bütün ışıklarını yakardım / Odaya dışarıdan bakıyorum, bir kadın / Hemen kalkacakmış gibi koltuğun ucunda / Yandan eğilmişsin / Yüzün yüzüne yakın, elin kadının omzunda / O ben miyim? Nice eski ki unuttum…” Nice eskidir ki unutmuştu adam. Ama sevmiyordu halen karanlığı… Sonra âşık olmayı düşündü. İnsan âşıksa, Gülten Akın: “Sana büyük caddelerin birinde rastlasam…” diye yazmıştır, inandı ve tabii âşıksa insan “yitirmeli ne varsa, başlamalı yeniden…”

Adam hayatını gözden geçirdi: İşaret tırnağı boyandı, çıkmaz / Bir kölenin gövdesine döndüyse gövdesi / En ağır sınavdan en saf olan geçer / öder, geçer” demişti şair. İyi şairler öyledir çünkü, siz düşerken gelip elinizden tutarlar.

Adam, kızının adını Nar koyduysa, bu biraz Elitis’in Çılgın Nar Ağacı yüzündendir, biraz da Akın’ın şu dizelerinden: “Ağrıya ağrıya nara dönüştüğünde / Açtılar içinden sözler çıktı”.

İşte bu da sondu. Adamın masasına bir zarf içinde düşüverdi kitap… Adam açtı hemen zarfı, içinden çıkan leylâk rengi kapağı gördü önce, sevindi çocuk gibi. İyi şiir kitapları, okuruna yazılmış mektuplardır. Beni Sorarsan adıyla yayınlanan yepyeni şiirleri göründü Gülten Akın’ın. Yaşlılığın, zamanın, gelip geçen sevdanın, görüp geçirmiş, yaşayıp bitirmiş olmanın şiirleriydi bunlar.

Kimilerine garip gelse de evet, anlatan, anlamlı olmayı dışlamamış, sessiz, dervişan bir şiiri vardı yine şairin. Usuldan akıp giden, süren, sürükleyen şiirler. Sayfalara daldı hemen, Tek Dize geldi önüne: “söz saldırır, sus kaçar…” O derin kuyuya düştü adam.

Artık bağırıyordu o derin kuyudan. Beni Sorarsan demişti şair… Kış geldi ama beni soracak olursan iyiyim der gibi söylemişti bunu. Aynı Murathan Mungan’ın Sahtiyan’da yazdığı gibi “Boynumdaki hamayılla birlikte ben / On yıldır iyiyim, iyiyim.” İyiyim demiş Akın, işaret koyup çizmiş altını: “Yaşlılık / Dev mi oldular, başkaları / Üstüne üstüne gelip korkusuz / Güçlerini deniyorlar…”

Adam, kuyudadır hâlâ…

babilcomdanalabilirsiniz


Beni Sorarsan – 
Gülten Akın
Yapı Kredi Yayınları