Sevengül Sönmez

Halide Edip’in hayatının önemli olaylarında Üsküdar’ın bir başrol oyuncusu olarak yer aldığını söylemek sanırım abartılı olmaz. Halide Edip hayatının büyük bir bölümünü Üsküdar’da geçirmiştir. Babasının ikinci evliliğinden sonra yaşadığı ev, kolej’e başladığı ev, evlenip yaşamaya başladığı ve hem 31 Mart’ta hem de Milli Mücadele yıllarında kaçış için yola çıktığı ev Üsküdar’dadır.

Halide Edip babasının ikinci evliliğini yapması üzerine Üsküdar’a taşınır. Bu hayatında ve eserlerinde sürekli dile getireceği “iki evli” olmayla karşılaşması ve kabullenmeye çalışması halidir. Üsküdar’a taşınmalarını, “Mor Salkımlı Ev’de yaşadığım hayatın üstüne kalın bir perde inmişti” diye ifade etse de Üsküdar daha en başta onun için değişim demektir.

Halide Edip ilk olarak Selimiye’de İbrahim Paşa Konağı’nın bir bölümünde yaşar. Anılarında, bu evde tanıdığı Süleyman Ağa’dan ve Eğinli Ahmet Ağa’dan bahsederken onların anlattığı masallara özellikle değinir ve Eğinli Ahmet Ağa’nın kendisine halk edebiyatını öğrettiğini dile getirir. Ağa’nın kendisine anlattıkları içinde en çok Hazreti Ali’ye dair olanları sevdiğini yazar yine anılarında.

Halide henüz küçük bir kızken çevresindekilerden farklı, biraz korkusuz bir çocuktur. Eğinli Ahmet Ağa ile Karacaahmet Mezarlığı etrafında dolaşmaktan, oradan da Haydarpaşa’ya uzanan –şimdi yerinde yeller esen- çayırlara gitmekten çok hoşlandığını dile getirir. Bu mezarlık gezileri sırasında karşılaştığı beyaz sakallı, hırpani kılıklı bir adamın hayatı hakkında öğrendikleri de onu derinden sarsacak, aşka dair temel kaygıların filizlenmesine ve romanı Handan’da açığa çıkmasına yarayacaktır.

Halide Edip’in çocukluğunda Haydarpaşa’nın çayırlarına kurulan tiyatrolar ayrı bir yer tutar. Tuluatın önde gelen ismi Abdürrezzak’ı izlemek, babasının kendisini götürdüğü cambazhanede at üzerinde akrobasi yapan kızı görmek, Halide’nin bunlara heves duymasına yol açar.

Halide Edip ve ailesi, Selimiye’deki evden sonra birkaç kez daha taşınır ve en sonunda Şemsi Paşa Yalısı’nın bir bölümüne yerleşirler. Bu evde de hayat bir önceki gibi geçer, özellikle Ahmet Ağa, Halide’yle ilgilenmeye devam eder. Ramazan gecelerinde Ahmet Ağa onu Üsküdar çarşısında büyük bir kahvede oynatılan Karagöz’ü seyretmeye götürür. Halide Edip yıllar sonra anılarında burada gördüklerinden ne kadar etkilendiğini ve esinlendiğini şöyle ifade eder:

“Sokakları kalabalık, kız – erkek alay alay çocuk, hatta büyükler kahvenin bahçesine dolarlardı. Sinekli Bakkal’daki Kız Tevfik bu akşamların bende bıraktığı intibadan bir hayli şey almıştır. Kahvede seyirciler için birer iskemle konur, orta yerde küçük beyaz bir perde, üstünde acayip bir ejderha resmi dolaşır, arkasında esrarlı bir vızıltı işitilir. Küçük seyirciler ayaklarını yere vurarak ‘Başlar mısın, başlayalım mı?’ diye bağırır dururlardı. Nihayet teflerin çalınması ve perde arkasından gelen bir şarkı, seyirci alayını teskin eder ve sonra da oyun başlardı.”1

Halide Edip’in çocukluğunda ve gençliğinde şüphesiz en önemli zamanı İcadiye kaplar. Kendisinin de dile getirdiği üzere gayrimüslim mahallesi olan İcadiye’ye Amerikan Kız Koleji’ne gidebilmesi için taşınırlar.

Koleje başladığı yılın kışında tanık olduğu bir karnaval, o tarihlerde Üsküdar’ın çok dilli ve çok kültürlü yaşamı için çarpıcıdır: “O kış geçti. İcadiye’nin Hıristiyan mahallesi çok şen bir karnaval gösterisi yaptı.”2

Halide Edip kolej eğitimine zorunlu olarak ara verince yeniden Beşiktaş’a döner ancak, haminnesini ziyaret etmeye devam eder. Bu ziyaretlerin ilkinde yine yıllarca aklında yer tutan ve anılarında da anlatacağı bir felakete tanık olur:

“İşte 1895’te şehrimizi altüst eden zelzele o ziyaret esnasında olmuştu. Teyze’nin odasında otururken birdenbire avize ve hatta camlar şangır şungur etmeye başladı.[…] Ben bundan bir şey anlamadım, fakat Teyze’nin yüzünü dehşet sardığını ve dudakların bir dua mırıldandığını gördüm. Yerin altından muazzam bir inilti, sokaklarda bir koşuşma, korkunç bir uğultu başlamıştı. Hemen pencereye gittim. Bütün Üsküdar halkı çarşıda, ortalığı örten bir toz duman bulutu içinde, şaşkın şaşkın koşuşuyorlardı. Bütün dükkâncılar dışarıya fırlamış, karşıdaki hamamdan bellerinde peştamal, ayaklarında nalın, yarı çıplak birtakım adamlar ‘Allah Allah’ diye feryat ediyorlardı. […] Ertesi günden başlayarak Haminne gazeteleri yüksek sesle okuyor, hepimiz çevresinde toplanıp dinliyorduk. Kapalı Çarşı’nın içine gömülen insanların sayısı kadar, ölümlerinin şekli de korkunçtu. Hemen bütün İstanbul bahçede yatıyordu.”3

Kısa bir süre sonra Halide Edip’in babası Sultantepesi’nde harap bir ev alır ve bu ev Halide’nin hayatında çok önemli bir yer edinir.

“Sultantepesi’ndeki eve, tamir görmeden taşındık. Ne kadar güzel bir yer olduğunu tarif etmek müşküldür. Odaların her birinde sekiz pencere, her katta Boğaziçi’nin kıvrılıp giden yeşil tepeciklerine, sularına, tarihi kulelerine bakan geniş balkonlar. Bahçe yeşil bir çamlık, aralarında papatya tarlaları ve yer yer boş genişlikler. Birçok yemiş ağacı arasında beyaz siyah en güzide cinsten incir ağaçları, eski kuyular, büyük havuzlar, vahşi bir yeşillik arasından akıp giden billur bir dere.”4

Sultantepesi’ndeki ev Halide’nin entelektüel kimliğinin oluşumda önemli bir yere sahiptir. Livardali adlı eski bir operacıdan şan dersi, Şükrü Efendi’den Arapça, İngiliz bir hanımdan İngilizce dersi alır. Ancak onu en çok etkileyen hocası şüphesiz Doktor Rıza Tevfik olur. Derse geldiği gecelerde evlerinde konuk olan Rıza Tevfik için Halide Edip ileride şunları söyler: “Fakat bütün bunlar bana yepyeni bir dünya penceresi açtı. Ben, güneşi de yağmuru da içine alan işlenmiş toprak gibi, hocamın zengin hafızasının bütün servetini içime sindirmeye çalışıyordum. O da, o zaman yazmaya çalıştığım küçük küçük şeyleri okur, beğenir ve beni bu yolda teşvik ederdi.”5

Halide Edip ilk öyküsü “Eller”i Rıza Tevfik’ten ders aldığı günlerde yazdığını kendisiyle yapılan bir söyleşide dile getirir.

Koleje tekrar başladığında ise, Halide’nin yeni bir eğlencesi vardır: “En fazla hocalarımla dostluk ediyordum. Bir tanesi ile ata biner, Üsküdar’ın eski mahallelerini dolaşır dururdum.”6

Halide Edip’in evlilik hayatına dair ilk anıları da Sultantepesi’ndeki bu evdedir. Babası onlara evin bir dairesini verir, yeni evliler bu güzel manzaralı evi birlikte döşer. Sultantepesi’nde başlayan bu ilk evlilik Halide’ye mutluluk getirmezken bu ev, yıllar sonra onu ilk olarak 31 Mart Vakası’nda muhaliflerin elinden kurtaracak ve yine Anadolu’ya açılan kapı olarak hayatında yepyeni bir sayfanın açılmasını sağlayacaktır.

5 Mayıs 1919’da İzmir’i Yunanlıların işgal etmesi üzerine İstanbul’da ardı ardına düzenlenen protesto mitinglerinin en önemli isimlerinden biri olan Halide Edip 20 Mayıs’ta Üsküdar’da düzenlenen mitingde de başkonuşmacı olarak kürsüye çıkar.

Sultantepesi’ndeki evlerinin bitişiğindeki Özbekler Tekkesi, Anadolu’ya geçenleri toplanma ve dağılma noktası haline gelir, Halide de Adnan Adıvar’la birlikte “Bizi İsa yolladı” parolasıyla girdikleri Tekke aracılığıyla Anadolu’ya geçerler.

Ev içi yaşamlar, hocaları, Kolej, sokaklardaki renklilik, Üsküdar’ın uhrevi hali, Ramazan geceleri, haminnesinin burayı Kâbe toprağı olarak görmesi onun çocuk belleğinde kalıcı izler bırakır ve bu izler eserlerine yansır. Halide Edip’in hayatının farklı dönemlerinde yaşadığı Üsküdar, kimliğinin oluşmasında önemli bir yerdir. Hayatının bir dönemini anlattığı Mor Salkımlı Ev’de Üsküdar’a uzunca yer verir ve Üsküdar’dan sevgiyle söz eder.

Arka Kapak dergisi 26. sayı