Fırat Demirel / @firatdemirel

Delilik, her zaman için en derin, yoğun anlamlı kelimelerden biri olmuştur benim için. Bilim adamları zihin-beden problemini çözmekle uğraşadursun, melankoliden şizofreniye uzanan birçok ruh/akıl hastalığı günlük hayatlarımızı etkilemeye devam ediyor. Bu da hem sosyal hayatımızda hem de bilimsel alanda ‘deliliğin’ ciddi bir ilgiyi üzerine çekmesini sağlıyor.

Ortaçağ Avrupa’sında delilerin yakılarak ortadan kaldırılması bir yana, günümüz psikiyatri dünyasında konuya hassas yaklaşan bilim insanları var. Harvard Tıp Fakültesi’nde psikiyatri eğitimi alan Nassir Ghaemi bu isimlerden biri. Farklı üniversitelerde tarih (lisans), felsefe (yüksek lisans) ve halk sağlığı (yüksek lisans) eğitimleri de alan Ghaemi, Birinci Sınıf Delilik adlı kitabıyla liderlik ve akıl hastalıkları arasındaki bağlantıları masaya yatırıyor.

Nassir Ghaemi’nin bu kitabı yazma amacını iki başlıkta özetlemek mümkün. Birincisi akıl sağlığının iyi ve deliliğin kötü olduğuna dair genel varsayımın kesinlikle tutarlı olmadığını göstermek. Depresyonla başlayan sorunların çeşitli avantajlar (gerçekçilik, empati kurma, esneklik) sunabildiği söyleyen Ghaemi, Mahatma Gandi, Abraham Lincoln, Adolf Hitler, Martin Luther King gibi önemli isimlerin bu zorluğu bir avantaja çevirebildiğini söylüyor.

Ghaemi’nin üzerinde durduğu ikinci noktaysa ‘akıl hastalığı lekesi’ dediği, akıl hastalıklarına gösterdiğimiz önyargılar. Ghaemi, akıl sağlığının bazı yönlerinin en ağır akıl hastalıklarında bile bulunduğunu ve akıl hastalıklarının bazı yönlerinin de zihinsel bakımdan en sağlılı insanda da görüldüğünü söylüyor. Yani bir çeşit ying-yang çizerek ‘Bu açıdan bakılığında Freudcular haklıydı.’ diyor ve ‘Hepimiz zihinsel olarak bir ölçüde hastayız.’ diye ekliyor.

Birinci Sınıf Delilik, bir yandan psikiyatri bilimine dair önemli labirentlere girerken bir yandan da özellikle ABD siyasi tarihinden kesitler sunuyor. İddialarının kesin bilimsel kanıtlar olmayacağını ama dikkate alınacak kadar önemli olduğunu söyleyen Ghaemi, David Hume’un ‘nedensellik ilkesi’ne de gönderme yapıyor ve akıllı bildiğimiz liderlerin başarısızlıklarıyla savını destekliyor. Akıl hastalıklarını ve nedenlerini kesin kalıplara sokmamak gerektiğini dile getiriyor.

Deneyimli doktor, toplumun her tabakasında görmek istediği bu değişimin (akıl hastalarını ötekileştirmemenin) elbette bir gecede olmayacağının farkında. Hatta bilim çevrelerinde bile bu tür önyargıların olduğunu söylüyor ve ‘sosyal kurgu’ kavramına vurgu yapıyor. Buna göre akıl hastalığı ya ana akımdan sapma gösteren insanları denetleme aracı olarak insan toplumlarının yarattığı bir şey, tamamen sosyal bir kurgudur. Ya da en azından toplumsal olarak görecelidir. Yani “Anormal’in bir sorun olması gerekmez, ‘normal’ de yapısı gereği yararlı değildir. Yeni psikolojik tarih, ilk kez bilinçli ve belirgin biçimde lekenin ötesine geçmeye çalışır.”

Son tahlilde bakış açımızı bir kademe düşürerek Ghaemi’nin çizgisine yaklaşabileceğimizi söylemek mümkün. Eğer dünyayı etkileyen önemli isimleri değil, çevremizdeki küçük liderleri göz önüne alırsak kendimizi konuya pekâlâ dâhil edebiliriz. Özellikle teknoloji dünyasının takıntılı ve yenilikçi girişimcileri bize bu anlamda oldukça şans veriyor. Beşeri ilişkilerin her zaman önem taşıdığı gerçeğini göz ardı etmeden, akıl hastalarına daha makul bir gözle bakabiliriz. Zira Ghaemi’nin iddiasına göre akıl hastaları, gerçekçilik, empati kurma, esneklik gibi avantajlar nedeniyle zor durumlarda aklı sağlam olanlardan daha iyi stratejiler çiziyor. Kısacası uyumluluk çizgisinde gittiğimiz sürece kimin hasta olduğunu sorun etmemize gerek yok. Ne de olsa ‘Hepimiz zihinsel olarak bir ölçüde hastayız.’

Birinci Sınıf Delilik
Nassir Ghaemi
Çev: Yavuz Alogan
İthaki Yayınları

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 10.sayısında yayınlanmıştır.