Kemal Varol

Rasim Özdenören’in Hastalar ve Işıklar adlı öykü kitabının edebiyat kanonu tarafından görmezden gelindiğine kuşku yok. Bunda, kısmen de olsa, yazarın içinden geldiği siyasal ve edebi geleneğin de payı vardır belki de. Ama diğer yanıyla Özdenören’i fazlasıyla önemseyen geleneğin de bu kitabı layıkıyla anladığına, ona hak ettiği değeri verdiğine dair şüphelerim var. Bir kesim onun bu önemli eserle ne yapmaya çalıştığını görüp sırf bu yüzden kayıtsız kalırken; diğer kesim, yazara şahsi bir kıymet vermekle birlikte onun edebiyata getirmeye çalıştığı bu yeniliği yadırgar gibidir hep. Beklenenin aksine geleneksel anlatım yöntemlerini kullanmayan, öykülerinde nedenselliğe bel bağlamayan, klasik olay öykücülüğünden uzak, dilin kendisinin ön planda olduğu bu kitaptaki öyküler doğrudan veya dolaylı olarak görmezden gelinir. Hatta Özdeören’in bu ilk kitabı kimilerince bir öykü kitabından çok bir “metinler kitabı” olarak değerlendirilir. Hasılı, Türk öykücülüğünde yepyeni bir deneyime soyunan bu kitap, bir türlü hak ettiği değeri görmez. Yarım asır boyunca sınırlı sayıda basım yapmış olması da bunun kanıtlarından biridir kanımca.

1967 yılında yayımlanan Hastalar ve Işıklar, yazınsal anlamda büyük bir bağlam değişikliğinin yaşandığı, Türk öykücülüğüne yön veren toplumsal gerçekçi yapının giderek güç kaybettiği, her ne kadar henüz okur katında çok fazla ilgi görmese de yeni bir damarın belirginleştiği; yeni bir duyuş ve anlatım etrafında şekillenen öykülerin yazılmaya başlandığı bu dönemin ilk habercilerinden biridir. Hatırlatmakta fayda var: Aynı dönem öyküde 50 Kuşağı’nın dönemidir aynı zamanda. Olabildiğince kapalı bir anlam dünyası, yoğun bir dilsel yapı, sınırları çoğunlukla varoluşçuluk ve psikanalize uzanan bir atmosfer bu kuşak yazarlarının en temel özelliğidir. Ama Özdenören’in bu ilk kitabıyla 50 Kuşağı yazarlarının yapıtları arasında benzeşimler bulunmakla birlikte önemli bir ayrım da vardır. Anlatının giderek kendi üzerine kapanması, benzersiz bir dilsel yapının öne çıktığı, olaydan çok durumların anlatıldığı, hatta yer yer anlatının anlamsal yapısının yerle bir edildiği benzer özelliklerin yanı sıra, Özdenören, önceki yazarlardan farklı olarak metafizik bir aralık açar öykülerinde. O yıllarda yazılan yazıların büyük çoğunluğu Hastalar ve Işıklar’ı varoluşçulukla ilişkilendirmeye çalışsa da kitapla ilgili en kayda değer yazılardan birini kaleme alan Sezai Karakoç’un da vurguladığı gibi, Özdenören bu ilk kitabıyla daha başka bir deneyimin peşindedir. “Bu hikâyeler, sanki bütünüyle bir paniğin romanıdır,” der Sezai Karakoç, “Tarih mirasının çökerttiği bir evin, bir insanın kader trajedisidir. Bir ruh yaralanışının, tarihin karanlık baskısı altında, metafizik bir varoluş bunalımına çıkışının hikâyesi. Hastalar ve Işıklar, yeni bir yön ve alan gösteren, önemli bir hamledir.”

Rasim Özdenören, Sezai Karakoç’un da vurguladığı gibi, bir türlü yerlileşemediği için çoğu zaman kendi üzerine yığılan, zaman zaman bir çeviri intibaı yaratan, toplumdan kopuk olmakla suçlanan 50 Kuşağı yazarlarının aksine fazlasıyla “içeriden” bir kaygıyı dile getirmek istemektedir. Biçimsel benzerlikler devam etmektedir. Kimi zaman bir sayfayı bulan kimi zaman bir kelimeye kadar düşen cümleler, bazen peş peşe sıralandığı halde bazen de hiç başvurulmayan noktalama işaretleri; anlatının sıkça bölünmesi, nedenselliğin silinmesi, kahramanların giderek yok edilmesi gibi hususlar bir tür bağın devam ettiğini gösterir. Ama anlam düzeyinde, 50 Kuşağı’nın gelip tıkandığı yeri görmüş, o tıkanmadan nasıl çıkılabileceğini uzun uzadıya hesaplamış, sözü edilen bu tıkanmadan bambaşka bir bireşimle çıkmayı başarmış bir yazarla karşı karşıya olduğumuz açıktır.

Adeta tek bir öyküymüşçesine okunabilen ve birbirleriyle geçişimli olan Hastalar ve Işıklar’daki öyküler sıklıkla bir karanlık ve aydınlık sarmalıyla genişler. 50 Kuşağı’nın kent tercihinden ziyade Özdenören’in öykülerinde mekân taşradır. Dış dünyadan kaçan birey içe, eve sığınmıştır. Ama beklenenin aksine ev de boğar ve karanlığına çeker kahramanını. Eşyalar üzerine üzerine gelir. Bir kararıp bir aydınlanır ev. Bu aydınlanma anları çoğunlukla metafizik bir duyuşun eşiğine getirir öykü kişisini. Gerçi Özdenören’in öykülerinde bu kişinin varlığı ve yokluğu da belli değildir. Klasik öykü kahramanlarına benzemeyen bu kişi, odalardan odalara geçer ama kim olduğu, neden orada olduğu, ne yaptığı, neden sürekli bir biçimde kasvetle iç içe olduğu okura bir türlü söylenmez. Nihayetinde karanlık ve ışık giderek bir metafora dönüşür. Sonunda bir hasta gibi inleyen ev yeniden aydınlanır ve Özdenören bu aydınlanma anlarında okurunu vardırmak istediği kavşağa taşır.

Çoğunlukla bir tür bunalım anına odaklanır Rasim Özdenören’in bu ilk kitabı. Kişi, hiç olmadığı kadar ağır bir dünyanın eşiğindedir. Eşyalar bile iniltiyle dile gelir. Yaşananların bir rüya olabileceği de akla gelir kimi kez. Ama değildir. Hayatın ta içindedir öykü kişisi. Hem de bütün ağırlığıyla. Temel soru şudur artık: Bu dış dünyanın taarruzlarına karşı nasıl ayakta kalacaktır insan? Varoluşçuluk ve 50 Kuşağı’nın bu soruya cevabı bellidir. Ama 50 Ku- şağı’nın aksine, kahramanını bu bunalımla baş başa bırakmak, onu varoluşçuluğun tarif ettiği bir sınıra hapsetmek yerine, bu bunalımı dönüştürmeyi teklif eder Özdenören. Kitabın adına taşınan “ışık”, başlı başına bir dönüşüm imgesi olarak öne çıkar burada.

Bu kitabın sınırlı bir okur çevresinde de olsa elli yıl sonra bile hayli ilgi görmesinin bir nedeni de, kitabın imge ve çağrışımlara açılan yoğun dilsel yapısı sayılabilir belki de. Hastalar ve Işıklar’daki dil, çevresiyle yabancılaşmış, dünyaya bir rüya aralığından bakan, bir tek eşya ve hastaların iniltisini duyan öykü kişisinin yardımına yetişir bir bakıma. Sanki bu yabancılaşan dış dünya bir tek dilin yardımıyla katlanılır hâle geliyordur. Bu yüzden de dış dünyadansa iç dünyaya eğilir anlatıcı. Oradaki karmaşa ve bölünmeyi, iç sızısını görür. Fakat sonuçta, o karmaşık ve bölünmüş iç dünyadan hayli etkili cümlelerle geri döner biz okurlara. “Pus” adlı öyküsünün kahramanı şöyle der örneğin: “Ölüm artık evimizde hiç beklenmeyen ve her an beklenen bir tanrı misafiridir: Onun ılık, ıslak, bulaşıcı havasında soluk alıyoruz.” Başka bir yerde, “Kocaman bir ev durup durup öksürüyor yaşlı ve tıkanık sesiyle,” der. Daha başka bir yerde, “Dışarıda boyuna gidip gelen, telaşlı ayak sesleri. Bir inilti, çok uzaktan. Gelin mi? Babam mı? (Kuyudaki Yusuf… mu?)” Bu da bir başkası: “Bir kefaret gibi yükseliyor ışık üstüme. Ama artık perdeleri çekemem.”

Rasim Özdenören, bir vakitler yan yana olduğu yazar ve şair arkadaşları gibi belki şiir yazmamış/ yayımlamamıştır ama tek başına Hastalar ve Işıklar’daki o benzersiz üslubun şiir olmadığını söylemek zordur. Elli yıl sonra bile…

Hastalar ve Işıklar

Hastalar ve Işıklar
Rasim Özdenören
İz Yayıncılık

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 18.sayısında yayınlanmıştır.