Erkan Şimşek

Kurumlar, dönemler, tarihsel figürler üzerinden devleti, iktidarı ve yıpranmış bir kelime olsa da sistemi anlatmak edebiyatın da sinemanın de eskimeyen imkanlarından ve konularından biri. Bunun iki türde de sayısız örneği var. Sinema eleştirmeni ve romancı Mehmet Açar da son romanı Kayıp Hasta’da hastane fikri / kurumu üzerinden bunu yapıyor. Hastaneler, devletlerin sağlık ve beden politikalarını uyguladıkları yerler olarak aynı zamanda ideolojik mekanlardır. Devlete iki kere maliyet yükleyen (çalışamadığı gibi tedavi olması gereken) hastaların varlığı yüzünden de sağlık sektörünün üretim / ekonomik boyutu vardır. Bir de tabii insanlık manzaralarının (adliyeler gibi) çıplak bir şekilde yaşandığı trajik yerlerdir. Nihat Genç’in bence Türkiye’de romanı değiştiren ince ama büyük eseri Bu Çağın Soylusu mesela bu trajedinin fotoğrafını çekmeyi başarmıştır. Bir hastaneden yola çıkarak devletin sefaletini, çürümüşlüğünü, kurumsal iflasını epik bir şekilde anlatır. Çünkü bir hastanede her şey vardır: Ölüm, hayat, ilaç endüstrisi, ekonomi politik, bürokrasi, çıkar ilişkileri, istismar, karaborsa, umut tacirliği, kan satıcılığı…Nihat Genç de bu bolluğu ıskalamamıştır. Roman, 80’ler Türkiye’sinin hazin bir özetidir.

Ancak dünya durmuyor, dönemler değişiyor ve küreselleşmenin remi ideolojisi kapitalizm devletleri, sektörleri, politikaları şekillendirmeye devam ediyor. Devletler güçleniyor, özgürlükler rahatlıkla yer değiştiriyor. Rahatlığı özgürlük olarak algıladığımız için de konforumuz arttıkça özgürleştiğimizi sanıyoruz. Aksine özgürlüklerimizi, yüksek teknolojinin nimetleriyle giderek güçlenen devletlere teslim ediyoruz. Kameralarla sınırlı hayatlarımız, kaydedilen internet alışkanlıklarımız, mahrem tüketim bilgilerimiz, sağlığımıza dair tüm veriler yeni dünyanın kara kaplı defterleri olan dijital bulutlarda saklanıyor. Şimdi bu gidişatın orta gelecekte aldığı şekli ve bir hastanede somutlaştığını düşünün. Kayıp Hasta işte böylesi bir gelecekte, Devlet Araştırmaları Hastanesi’nde geçiyor.

Hem bilim kurgunun hem de distopyanın sularında gezen Kayıp Hasta’da kahramanımız Ali Z. hem kendi bilincinin hem de devletin derinliklerine doğru yola çıkıyor. Teorik olarak çıkmanın mümkün olduğu ama bir türlü dışarı çıkılmayan bu hastane, Ali Z.’nin her girişimini usta bir retorikle püskürten yapay bir zeka ve onun parçası olan insanların yönetiminde. Yönetim, tedavi olmanın, sağlıklı ve mutlu olmanın yolunun, hastanedeki düzene ve ardındaki ideolojiye koşulsuz itaatten geçtiğini her adımda “hastalara” hissettiriyor. Tabii buradaki “hasta”nın özgürleşmek için mücadele eden insan olduğunu söylemeye gerek yok.

İnsanoğlu iktidar kavramıyla tanıştığı günden beri hep yeni direnç alanları inşa etmekle ve onu korumakla meşgul. İktidarlar da tam tersini yapmaktan yorulmuyor. Ezel–ebed bir mücadele diyalektiği bu. Bu savaşların yeni cephesi ise insanın hafızası, hatıraları, rüyaları…Mehmet Açar’ın belli ki sinemadan ve Stanislaw Lem gibi doğu bloku tecrübesinden gelen büyük yazarlardan etkilenerek kurduğu bu distopik dünyada da mücadele bu kavramlar üzerinden ilerliyor. Bu iktidar şeması içinde tek başına olan ve itirazını örgütlemeye çalışan Ali Z.’nin bu serüveni ve yaşadığı gerilim romanı son sayfaya kadar diri tutuyor. Aslında çok tanıdık bir realite bu. İnsana dair bilgisi arttıkça gücü de artan, bilgiyi tasnif ettikçe gücünün alanı genişleyen bir üst kurum olarak Sistem, bize hiç yabancı gelmiyor. Yine Stanislaw Lem’e müracaat edersek, Lem, kitaplarının bilim kurgu değil, düşüncü tarihi ile ilgili olduğunu söyler. Bu insanın varoluşuna, kimliğine, geleceğine odaklanan tüm bilim kurgu eserlerinin ortak kaderidir. Kayıp Hasta bu derecede iddialı bir kitap değil. Ama yine de hastane ve sistem alegorisi ile basitçe bir gelecek zaman hikayesine de hapsedilecek bir roman da değil. Zayıf yönleri, sığ bölgeleri olsa da temelde Açar’ın gayet ideolojik olan derdini anlatabildiğini söylemek mümkün.

kayip_hasta_Kapak_o

Kayıp Hasta
Mehmet Acar
Doğan Kitap

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 21.sayısında yayınlanmıştır.