Haydar Ergülen

Hesap Puşkin’e kaldıysa, demeyin. Bence hesabı en iyi şairler öder, bazen bir kerede ve tümüyle, bazen de ömür boyu sürekli. Galiba hesap da, hep demeyeyim ama, genellikle şairlere kalır ya da şairler üstlenir. Şair dediysem… Şair dedim! Öyle “olmaya devlet cihanda/bir nefes şiir gibi” deyip, sonra da muktedirlerin karşısında el pençe divan duran demedim.

Puşkin de hesabı net ve kararlı bir biçimde, temiz ödeyenlerden. Şair dediğimiz varlık, sanırım, bilinenin söylenenin aksine, en çok başkası olabilen kişi, kendinden en kolay, en çabuk geçen ve hem başkası olan hem de başkası için olan ikinci ya da üçüncü tekil şahıs. Duruma göre değişir bu başkası olma hali elbette, bazen Özdemir Asaf şiirindeki gibi olur, “2=1” şiirinde dediği gibi olur, “Kim o, deme boşuna…/Benim, ben/Öyle bir ben ki gelen kapına/Başdan-başa sen”. Bazen de şair kendini “Üçüncü Şahsın Şiiri” olarak bulur.

Puşkin, bildiğimiz Puşkin, hani Rus klasikleri deyince hemen akla gelen isimlerden, Dostoyevski, Tolstoy, Turgenyev, Gogol ve Puşkin. Türkçede en çok Yüzbaşının Kızı romanıyla tanınıyor, bir de tabii Erzurum Yolculuğu ile. Sadece 38 yıl yaşayan (1799-1837) ve Rusya’nın en büyük şairi ve nesrinin kurucusu olarak kabul edilen Aleksandr Sergeyeviç Puşkin, bilindiği gibi, karısı için girdiği bir düelloda hayatını yitirdi. Yani romantik şairlerin soylu geleneği ya da şövalyece tutumuyla düelloya girdi ve bunu da yaşamıyla ödedi.

Yüzbaşının Kızı
Alexandr Sergeyeviç Puşkin
Alfa Yayınları

Yüzbaşının Kızı, Puşkin’in en çok okunan yapıtı Türkçede… İlk çeviren de Samipaşazade Sezai’dir ve 1933’te Puşkin’i şu sözlerle tanıtır: “İsmi, yalnız Sibirya isteplerinden Volga kıyılarına, Kafkas şahikalarından Türkistan çöllerine, Baltık denizinden Uzak Şark sahillerine yayılmakla ve yalnız Rus kalbinde yaşamakla kalmayarak bütün fikir, his ve sanat âleminde kendini tanıtmış ve sevdirmiş olan bir şair, bir edip vardır: Aleksandr Puşkin.” Kitabı görmedim, bu alıntıyı bir başka önsözden yaptım. Yüzbaşının Kızı’nın en son çevirisini Rusça aslından yapan Sabri Gürses’in kitaba yazdığı önsözden (Alfa Y., Ocak 2016).

Pişmanım. Bu yazı da pişmanlık dilekçesi yerine okunabilir. Şimdi okumadan geçtiğim önsözleri düşünüyorum, kim bilir neler kaçırmışımdır! Zamanım olsa, bir ‘önsözleri okuma festivali’ bile düzenleyeceğim kendim için, en azından bir ay süren.


‘Hesabı Puşkin ödesin’ işte o ‘önsöz’ün başlığı. Ayrıca Pavel Sokolov’un kitap için yaptığı resimlerin okuma zevkini çoğalttığını da söylemeliyim. Ama beni asıl ilgilendiren, kitaptan çok Sabri Gürses’in yazdığı önsöz. Gürses, bazı başka çevirilerini de okuduğum, şiirleri, anlatıları da olan bir edebiyatçı, çeviri ödülleri de var. Kitaba yazdığı önsözün bu klasiği daha iyi tanıtmakla kalmayıp Puşkin’e olan sevgimizi artırdığını da düşünüyorum.

Bir defa, daha önce de duyduğum başlığın aslını daha girişte öğreniyorum. Meğer Rusya’da halk diline yerleşmiş bir sözmüş bu: ‘Puşkin ödeyecek, Puşkin’den alırsın hesabı.’ Geçmişte Usta ile Margarita adıyla okuduğum Üstat ile Margarita kitabında da Mihail Bulgakov, karakterlerinden birine sık sık şu cümleyi söyletiyormuş: ‘Puşkin mi ödeyecek dairenin kirasını? Gazyağını da Puşkin alır herhalde!’

Üstat ile Margarita
Mihail Bulgakov
Çev: Sabri Gürses
Everest Yayınları

Sabri Gürses’in önsözünü okuyunca, Cemal Süreya’nın “Bir kitapta resim şart” dizesinden mülhem, “bir kitapta önsöz şart” mı, diye sordum kendime. Sordum dediğime bakmayın, olsa iyi olmaz mı diye yargı belirttim yanıt yerine. Şart değilse de iyidir, dedim. Eskiden önsözleri atlardım, kitabı okuduktan sonra gerek duyarsam, merak edersem okurdum. Sanırım o sıralarda, 20’li yaşlar oluyor, yazdığım bir dizede de değinmiştim buna: “Biz seninle önsözleri çoktan geçtik”. Yani, önsözler okunmak için değil geçilmek içinmiş gibi gelirdi bana.

Pişmanım. Bu yazı da pişmanlık dilekçesi yerine okunabilir. Şimdi, okumadan geçtiğim önsözleri düşünüyorum, kim bilir neler kaçırmışımdır! Zamanım olsa, bir ‘önsözleri okuma festivali’ bile düzenleyeceğim kendim için, en azından bir ay süren. Lakin olanaksız bir şey bu, bilirim. Şu ilk yazıda önerdiğim şeyin bir benzerini de önsöz için önerebilirim, 100 Tuhaf Önsöz.

Sabri Gürses’e hem sevimli önsözünden hem de güzel çevirisinden ötürü teşekkür ederim. Bana hem Yüzbaşının Kızı’nın okuduğum ilk çevirisini anımsattı, sanırım Varlık Yayınlarından Hasan Ali Ediz çevirisiyle çıkmıştı, hem de bir kitapta önsözün yeri hakkında düşündürttü. (Bu arada şu ‘düşündürttü’ ifadesi de ilginç değil mi, düşün ve dürttü, yani düşünceyi dürtmek!)

Roman değil ama, hani sürükleyici bir roman gibi okuduğumu söyleyebileceğim bir dizi kitap okudum son aylarda. Refik Halid Karay’ın Tuncay Birkan tarafından bulunan, düzenlenen ve konu başlıklarına göre yayımlanan “Memleket Yazıları” üstbaşlıklı kitapları. İnkılap Yayınları tarafından Tuncay Birkan editörlüğünde yayımlanan bu kitaplar, Karay’ın 1938-1965 yılları arasında Tan, Akşam, Yeni İstanbul, Zafer gibi gazete ve dergilerde yazdığı köşeyazılarından oluşuyor. 18 kitap olarak planlanan dizide İstanbul, edebiyat, hatıra, tarih, dil, yemek, doğa, mizah, sanat gibi temalardan yapılan seçkiler yayımlanıyor. Sadece hikâyeleri ve romanlarıyla değerlendirilen Karay’ın dil ustalığı, lezzeti, kıvraklığı, ironisi, sivri dili, kültürü, bilgisi, eleştirel tutumuyla harmanlanmış ‘üslupçu’ bir yazısı da var. Bu 18 kitaplık hazinenin Tuncay Birkan tarafından kaleme alınan ‘Sunuş’larının yanı sıra, bir de her kitap için ‘ilgilisi’ tarafından yazılmış ‘önsöz’leri var ki, onları okumak da başlıbaşına bir keyif. Hep İstanbul’un önsözünü doğal olarak Selim İleri yazmış, “İstanbul’u yaşayan Refik Halid”, Bu Gazeteciler’in önsözü Levent Cantek’ten, “Ben muhalifim”, Ağaç ve Ahlak’ın önsözü Gökhan Akçura’dan, “Refik Bey ve ben”, Türkçenin Tadı ve Ahengi’nin önsözü Savaş Kılıç’tan, “Sömürgeye yüz müstemleke feda!”, Edebiyatı Öldüren Rejim’in önsözü Behçet Çelik’ten, “Yarım yüzyılı aşan mütebessim bir edebiyat tanıklığı”, Kırk Yıl Evvel Kırk Yıl Sonra Anadolu’da kitabının önsözünü Tanıl Bora yazmış, “Refik Halid Karay ve yurt gezmeyi bilmek”, Pek İyi Hatırlarım kitabının önsözüyse Erol Üyepazarcı’dan, “İstanbul Türkçesiyle yazılmış en incelikli romanların ve öykülerin yazarı: Refik Halid Karay”, Mutfak Zevkinin Son Günleri ise Artun Ünsal’ın önsözüyle daha bir lezzet kazanmış.

Refik Halid gibi Türkçenin en kıymetli edebiyatçılarından birini yıllar sonra, bu kez 18 ciltten oluşan gazete yazılarıyla hatırlamak bile başlıbaşına vefalı bir davranış ve bir saygı duruşu iken bir de her kitabı ‘sunuş’u ve ‘önsöz’üyle adeta ‘çiftekavrulmuş’ bir armağanla yayımlamak kutlanası bir editoryal çaba ve yayın etkinliği.

Önsözlerden alıntı yapamayacağım, yerim dar demek, biraz önsözlere haksızlık gibi. “Ne yani, yüzlerce sayfalık kitapları beş-on sayfalık önsözler mi daraltıyor?” diyen de çıkabilir. Önsözleri okumadan geçmeyelim, sonraya bırakmayalım, kim bilir ne ‘mukaddime’ler vardır ki, evveli olduğu kitaba bedeldir! Sonra benim gibi ah edersiniz amma lakin vakit de hayli geç ve -miş olur. Olmasın.

Yazıyı bitirirken, ‘sonsöz’ olarak yine Sabri Gürses’in ‘önsöz’üne başvuralım ve bazı önsözlerin nasıl da kehanet yerine geçtiğini görelim. “Eğer çok güç koşullarda kurduğumuz Rus ve Türk dostluğu, bunca yıl sonra akıl almaz nedenlerle bozulacak olursa, hesabı herhalde yine Puşkin öder.”(agy, s.22) diyor Gürses. Bize de ancak ‘pes’ demek kalıyor, pes!

Refik Halid Karay
İnkilap Yayınları

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 5. sayısında yayınlanmıştır.