İnci Aksu

The Moor’s Account (Mağriplinin Raporu) tarihçilerin çok seveceği bir roman ancak henüz Türkçeye çevrilmedi. 1527’de İspanya’dan yola çıkan ve Amerika’nın bugün Florida olarak adlandırılan bölgesine geçerek burada keşif yapmayı uman altı yüz kişilik “koloniyi” konu ediniyor. Panfilo de Narvaez isimli İspanyol denizcinin komutasındaki sefere, Amerika’nın içlerinde henüz Avrupalılarca ayak basılmamış yerlere ulaşarak değerli madenler bulmayı ümit eden çok sayıda İspanyol tüccar katılıyor. Gezide neler olduğuyla ilgili bilgimiz, yalnızca üç kişinin yazmış olduğu raporlara dayanıyor.

Bunlar, Andres Dorantes de Carranza, Alonso del Castillo Maldonado ve Alvar Nunez Cabeza de Vaca. Bu üç İspanyol denizcinin anlattıkları bugüne kadar Narvaez Seferi olarak bilinen yolculuğun akıbetiyle ilgili ortaya çıkan tek tanıklık. İşte bu tarihsel durumun orta yerinde Fas doğumlu yazar Laila Lalami’nin kurgu dünyası çiçekleniyor. Cabeza de Vaca’nın anlatımları arasından şu cümle dikkatini çekiyor Lalami’nin: “Hayatta kalan dördüncü kişi Estevanico’ydu, Azemmur’dan gelen bir köle.” Böylece yazar Laila Lalami, kendisi gibi Fas kökenli olan, Endülüs zamanında İspanya’da yaşayan ancak İspanyolların “Mağriplileri” ülkeden kovalamaya başlaması sırasında, borçları karşılığında kendini köle hâline getiren “Estevanico”nun ya da “düzeltilmiş” hâliyle Estebanico’nun peşine düşer. Evvela bir isim verir ona: Mustafa ibn Muhammed ibn Abdusselam el-Zamori. Ardından da Narvaez Seferi’nde yaşananları bir de onun ağzından dinleme fırsatı sunar okuyucuya. Böylece Avrupalı kâşifler çağının bütün yerleşik düşüncelerini sarsacak kadar kudretli fakat sıradan bir Endülüslü’nün gündelik hayat gözlemlerini aşmayacak kadar sade, duru bir seyahatname çıkmış olur karşımıza.

Narvaez Seferi, Avrupalılarla Amerikan yerlileri arasındaki ilk karşılaşmalardan birisi. Üç İspanyol’un tanıklığı kolonyal tarih için paha biçilmez metinler. Post-kolonyal yazarların çok sevdiği materyaller. Ancak Laila Lalami, buradaki klişelerden arındırılmış bir metnin peşine düşmüş daha çok. Lalami’nin sadece 16. yüzyılda konuşulan kelimeleri kullanarak kaleme aldığı metin, gözlemlere ve detaylara yoğunlaşmış ve böylece tam da döneminin ruhunu yansıtan bir seyahatnameye dönüşmüş. Mağripli Mustafa, bu yarı gerçek yarı kurgu hikâyede hem üç İspanyol arkadaşı ile Amerikan yerlileri arasında bir çeşit “kültür elçiliği” yapıyor hem de becerikliliği ile hayatta kalmalarını sağlıyor. Bu da onu bir anlamda bu “survival” hikâyesinin merkezine koyuyor.

Hikâyenin kendisini “gerçek” kılmak için o kadar detaycı bir çabaya girişmiş ki Lalami, hayal gücüne çok az yer kalmış denebilir. Romanda kötü Avrupalılar olduğu kadar iyi Avrupalılar da var. Aynı şekilde Amerika yerlilerinin de bazıları iyi, bazıları kötü karakterler olarak resmedilmiş. İki topluluğun birbirine benzeyen taraflarını okurken zihniniz tamamlıyor. Yıllarca yerlilerle birlikte yaşayan ve buradaki yaşama alışan seyyahlar, daha sonra Meksika’daki koloniye katıldıklarında yeniden oradaki “hiyerarşi” ve “adab-ı muaşeret”e uyum sağlamakta biraz zorlanıyorlar. Antropolojik bir bakış açısı geliştirebilen Lalami’ye göreyse, iki topluluk arasındaki kuralların birbirine bir üstünlüğü yok. Yalnızca şartlara göre oluşmuş ritüeller ve kültürler bahis mevzu. Bunu okurken hissedebiliyorsunuz.

Amerika’daki pek çok prestijli edebiyat yayınında “yılın kitapları” listelerinde kendine yer bulan The Moor’s Account devrin Müslümanlarının yaptığı gibi Allah’a hamd, Peygamber’e salavat ile başlıyor ve kelime-i tevhid ile son buluyor. Zaten bu kurgusal seyahatname boyunca da Mağripli Mustafa kendini “Batılı okura” açıklama kompleksinden bir hayli uzak; Müslümanlara ya da Faslılara (Endülüslülere) özgü pek çok şey olağan hâliyle metinde yer buluyor. Mesela ölen birinin ardından Yasin Suresi’ni okurken, “Çünkü biz Müslümanlar böyle yaparız” gibi bir açıklamaya girişmiyor. Lalami’nin metnini güçlü kılan da kolonyal tarihle hesaplaşmasını bu türlü ince ayrıntılarla yapmış olması.

Arka Kapak dergisi 24. sayı