Kaan Murat Yanık

“Şöyle dedi: ‘Çok korkuyorum.’”

“Neden?” diye sordum.

“Öyle mutluyum ki, Doktor Resul. Böylesine büyük, müthiş bir mutluluk, insanı korkutuyor.”

Yine nedenini sordum, şöyle dedi:

“Senin bu kadar mutlu olmana, ancak senden bir şey almaya hazırlandıkları zaman izin verirler.”

Onu Uçurtma Avcısı, Bin Muhteşem Güneş ve Ve Dağlar Yankılandı romanlarıyla tanıyoruz. Batı görünümlü bir Afganistanlı olan Khalled Hosseini’nin eserleri o henüz hayattayken dünyanın birçok ülkesinde modern klasiklere dönüşmüş durumda… Evvela onun edebiyat dünyasını ikiye bölen bir yazar olduğunu söylemek lazım gelir. Kimi eleştirmenler Khaled Hosseini’yi “bestseller” romanlar yazan bir edebiyat heveslisi diye yaftalayıp edebiyat dairesinin dışına koyarken, kimileri de popüler olan her romanın vasat olmayacağını yüksek sada ile bağırıp Khaled Hosseini’yi gerçekliğin lirik boyutunu olağanüstü bir sıcaklıkla anlattığı için yere göre sığdıramıyor.

1965 yılında Afganistan’ın başşehri Kabil’de dünyaya gelen yazarın ailesi, diplomat babasının işleri nedeniyle beş yaşındayken Tahran’a yerleşir. Burada bir süre kaldıktan sonra tekrar Kabil’e dönerler fakat şehirde büyük bir siyasi kaos yaşanmaktadır. Uzun yıllar Afganistan’da hüküm sürmüş bir isim olan Zahir Şah devrilmiş ve akabinde cereyan eden olaylar sebebiyle ülkede iç savaşın ayak sesleri duyulmaktadır. Bu puslu havanın akabinde babasının nüfuzu sayesinde Paris’e iltica ederler. Paris’te Farsça öğretmenliğine devam etmekte olan annesi ve iş bulmaya çalışan babasının koşturmacası arasında kalan Hosseini’nin edebiyatla ilk teması bu dönemde okuduğu Afgan ve İran meselleri olur. Binbirgece Masalları, Tutiname ve Şehname gibi şaheserleri Paris yıllarında okuyup özümsemeye başlar. Ailenin Amerika’ya taşınıp hayatlarını iyice düzene koymalarının ardından ise Hosseini, Kalifornia Üniversitesi’nde tıp eğitimi almaya başlar. Yazar “uzun, yorucu ve sıkıcı” diye nitelendirdiği tıp eğitiminin ardından cerrahlık yapmaya başlar. Akademiye devam ettiği yıllarda edebiyat ortamlarından ve kitaplardan hiç kopmayan yazar kendi coğrafyasının kadim izlerini sürmeye devam eder. Amerikan edebiyatının soğuk yanını pek benimseyemese de Steinbeck ve Hemingway gibi klasik Amerikalı yazarların realist kurmacalarına ilgi duyar. Elbette Şehname destanını da sık sık okuyup istikbalde yazmayı düşündüğü romanlarının muhayyel dekorunu inşa etmeye çalışır.

Uçurtma Avcısı, (orijinal ismiyle “Kite Runner”) isimli romanını yayınlandıktan kısa bir süre sonra başta Amerika olmak üzere tüm dünyada ses getiren sonra Khaled Hosseini, kitapseverlerin ve medyanın ilgi odağı haline geldi. Eleştirmenler ise Hosseini’nin bu romanına temkinli yaklaştılar. Fakat bu mesafeli yaklaşım sıradan bir bestseller romancı olarak görüldüğü için değildir. Zira dönemin gedikli eleştirmenlerinden birine göre Uçurtma Avcısı “bestseller” yani çok satan romanlarda görülen sığlık, bayağılık ve klişelerden uzak bir noktada, bambaşka bir yerdedir.

Yazarın Uçurtma Avcısı romanını, Bin Muhteşem Güneş ve Ve Dağlar Yankılandı takip etti. Romanlarının bir anda milyonlarca kopyaya ulaşması ve farklı dillere çevrilmesinin şaşkınlığını üstünden atan yazarın yaptığı ilk iş pek de hoşlanmadığı cerrahlık mesleğini bırakmak oldu.

Khaled Hosseini romanlarının coğrafyası uçsuz bucaksız çorak topraklardır. Karakterleri ise laiklik ve şeriat arasında sıkışan, savaşı ve açlığı kanıksamış, yoksul ve eğitimsiz, kimi kolsuz, kimi tek bacaklı, kimi ise yüzü olmayan gerçekçi karakterin önünde yürüyen, insani sıcaklıkla veya soğuklukla dokunmuş huzursuz kimselerdir. Elbette saydıklarım sadece yaşayanlar! Bir de mezarda yatanlar var… Amerika’nın barış, özgürlük ve demokrasi götürdüğü her ülkede yaşanan dramlar, felaketler ve göçler Hosseini’nin romanlarının dış çeperlerini oluşturuyor. Köktendinci ve cahil yapılanmaların ülkeye ve topluma verdiği zararlar, erkek egemen toplumlarda görülen kadınlara hastalıklı ve dışlayıcı bakış açısının neden olduğu trajediler onun metinlerini doğunun iç organlarını faş eden röntgen filmleri haline getiriyor.

Hossesini’nin en çok okunan romanı olma ünvanını taşıyan Uçurtma Avcısı, soğuk savaş döneminin hemen ardından maddi ve manevi mânâda enkaz haline gelmiş Afganistan’ı anlatan kült bir eser. Metin, yüzlerce duyguyu bir arada tutan görünmez ipliklerle sarınmış. Modern zamanların çaresiz insanları, kadim zamanların olağanüstü figürleriyle bir arada kullanılmış. Alt kurmaca, Pers mitolojisinin epik renkleriyle boyanmış. Romanın cümleleri zaman zaman dramatik bir rüzgârla havalanırken, aynı zamanda okurun yüzüne yoğun bir lirizm çarpıyor.

Khaled Hosseini’nin romanlarındaki anahtar kelime çatışma! Çatışmanın üç halini anlatıyor yazar. Birinci tür, fizyolojik bir çatışma; Taliban vb. köktendinci gruplarla sivil halk ve başka unsurlar arasındaki silahlı kavgalar… İkinci tür, psikolojik çatışmalar ki bu ilk çatışmanın gölgesinde kalan toplumun insani refleksleri, dürtüleri, bilinçaltları ve kimlik karmaşasının sebep olduğu durumlar. Üçüncü çatışım ise başta medeniyet olmak üzere; Doğu-Batı, madde-mânâ, gelenek-modernizm, kadın-erkek, din- nihilizm, baba- oğul, efendi- otorite ve ideolojik meselelerden meydana geliyor. Tüm bunların ötesinde şiddetin anatomisi de enine boyuna tartışılıyor.

Hosseini, dünyanın en çok acı çekmiş ülkelerinden ve toplumlarından biri olan Afganistan’ı ve dahi Afganları, Taliban’ın dünyaya göstermeye çalıştığı halinden farklı gösterip işin içine kadim Afganistan’ın medeniyet tasavvurunu monte etse de sistematik olarak kastrasyona uğratılıp cahil bırakılmış bir toplum olmaktan kurtulamayan ülkesinin insanlarını eleştirmeyi de ihmal etmiyor. Satır aralarına yaydığı ironik diyaloglar, alaycı manevralar ve katmanlı olay örgüsü ile kendi ailesi gibi başka ülkelere kaçıp müreffeh bir yaşam seçmeyi başarmış insanları iğnelemeyi seviyor. Fakat bunu doğudan utanıp kendini batıya kabul ettiren oryantalist yazarlar gibi yaptığını söylemek yazara büyük haksızlık olur. Khaled Hosseini’nin tavrı daha çok bir yüzleşme ve devamında özeleştiri tadında.

Dostluk, itaat, kıskançlık ve aşk ise Khaled Hosseini’de yine geleneksel damarlardaki kan çekilerek işleniyor. Motifler ve figürler yerel olsa da, okuru evrensel bir hissiyatla kucaklayıp içlendirmeyi başarıyor. Dostoyevski romanlarından öğrenilen saf, masum, dünyanın kötücül kısımlarından izole edilmiş tipler Khaled Hossesini’nin romanlarında da var fakat Dostoyevski’nin söz gelimi Budala romanındaki Prens Mışkin tiplemesi ya da Karamazov Kardeşler’deki Alyoşa’dan farklı olarak onun karakterleri saflığı fizyolojik olarak acı çekerek de yükleniyorlar.

Yazarın bilhassa Bin Muhteşem Güneş isimli eserinde doğunun realist kadın portreleriyle karşılaşıyoruz. Bastırılmış, sindirilmiş, örselenmiş kadın karakterleri bir nevi doğunun karşısında 18. yüzyıl sonlarından itibaren canavarlaşmış olan batının zulmettiği doğu coğrafyasının yerine kullanılmış. Kadının birey olarak toplumdaki yeri, kader- coğrafya açmazının üstünden sert gerçeklikle irdelenmiş. Din, özgürlük, şiddet, suç, ümit, nefret, cinsellik, hırs, masumiyet gibi kavramların köklerine dokunulup, psikolojik boyutları sorgulanmış.

Uçurtma Avcısı’nı okuyanlar, yazarın bu romanındaki havasız, berbat kokulu, eski kamyonda yaşanan insanlık dramının anlatıldığı kareyi hemen hatırlayacaklardır. Hosseini, muhacirlik meselesini de ustalıkla anlatan bir yazar. Acılarla yoğrulmuş, kanla sulanmış topraklardan malını, sağlığını hatta bazen bir aile ferdinin hayatını feda ederek başka diyarlara kaçan mültecilerin ahvali, İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki Yahudilerin yaşadığı çaresizlikleri anlatan Avrupa romanlarındaki görüntülere eşdeğer ağırlıkta.

“Sizi selden çekip kurtaran ip, ileride boynunuza dolanmış bir ilmeğe dönüşebilir.”

Khaled Hosseini’nin hemen her karakteri bir dönüşüme, olgunlaşmaya ve çaresizliği kabullenmeye mahkûmdur. Bu süreçler sancılı olduğu kadar geçmişin akislerini de peşinden sürükleyip umudun olduğu çıkış yolunu tıkar. Onun romanları okuru rahatsız edecek, roman kahramanlarıyla empati yapmaya alışkın okurları bile empati yapmaktan imtina etmeye zorlayacak kadar rahatsız edicidir. Ama temas ettiği her hissin, her korkunç sahnenin içine mutlak suretle ve eser miktarda serpiştirdiği bir şey vardır; umut…

“Akrabalarım homurdanır, iç geçirir, horlarken, ben bir sağa bir sola dönüp duruyordum. Doğruldum. Camdan içeriye üçgen biçiminde bir ay ışığı huzmesi sızıyordu.

“Hasan’ın tecavüze uğramasını seyrettim.” dedim. Baba uykusunda kıpırdandı. Kaka Hümayün homurdandı. Bir parçam, birinin uyanmasını, duymasını istiyordu, böylece ömrümün sonuna kadar bu yalanla yaşamak zorunda kalmayacaktım. Ama kimse uyanmadı; bunu izleyen sessizlikte; yeni lanetimin ne olduğunu anladım: Bu suç yanıma kalacaktı…

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 27.sayısında yayınlanmıştır.