Kemal Varol

Sinem Sal’ın, üç şiir kitabından sonra yayımladığı ilk öykü kitabı Dank, varlığına sahip çıkmaya çalışan, bunu başaramayacağını anlayınca biraz daha bocalayan, tespihin nerde koptuğunu bulmak için çırpınan, ancak bir yerlerde bir şeylerin “dank” etmesiyle yönünü bulan, daha doğrusu ölüme yaklaşan kahramanların hikâyelerine yer veriyor. Fakat bu yorumdan fazlasını da barındırıyor Dank. Sarsıcı, sarsıcı olduğu kadar büyüleyici, yer yer rahatsız edici, daha da önemlisi bazen ironik hal alan bir kitapla karşı karşıyayız.


Dank
Sinem Sal
April Yayıncılık

Daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış olan Dank’taki öykülerin bir toplama çalıştıkları, bir dert etrafında örüldükleri, bütünlüklü bir yapı içinde düşünüldükleri anlaşılıyor. Ateşli silahlara ait iki terimle bölünüyor kitap: “Yiv” ve “Set.” İlk bölümde içteki acılara, ikinci bölümde dıştaki acılara odaklanıyoruz. Böylece, geriye bir tek silahın ateş alması kalıyor ki, gerek bu öykülerin kurgusu, gerekse de şiirden gelen yazarın hayli etkileyici diliyle merminin hedefini bulması zor olmuyor.

Kısmen de olsa bir delilik sınırının öykülerini yazıyor Sinem Sal. Kitabın ilk bölümü “Yiv”de yer alan öykülerde; tamamlanmamış, yarıda kalmış, hevesleri kursaklarında kalmış, ölüm fikrinin kendisiyle alakadar olan hayli etkileyici ve tuhaf öykü kahramanlarıyla tanışıyoruz. Bireysel olana odaklanan ilk bölümdeki öyküler içteki yanma ve parçalanmanın izlerini sürüyor bir bakıma. Çocukken ölen babalardan, ortadan kaldırılması gereken annelerden, bir hafızanın içine gömülmüş kadınlardan, unutmamaya yazgılı kahramanlardan söz açarken bir yandan da ölümün sınırlarında geziyor. Kitabın ikinci “Set” bölümünde ise toplumsal sahnenin çarpıklıklarına, tabularına, açmaz ve dertlerine odaklanıyor Sinem Sal. Bir kadın uğruna tekkesini terk eden dervişler, düşük gelirli insanlara antidepresan dağıtan devlet, garip teşkilat ve örgütlerle genişleyen bu bölümü de bitirdiğinizde, ister içte ister dışta cereyan etsin, fokur fokur kaynayan bir “hissizlik çağının” öyküleriyle karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz.

Dank’ın temel izleği ölüm. Kitaptaki hemen hemen her kahramanı ölüm fikrinin kendisiyle cebelleşirken görüyoruz. Ölüme ramak kala beliren bir ışıltı ve peşinden gelen olaylar. Ama ölümün ağırlığının bu kitaptaki öykülere bütünüyle yerleşmesine izin vermiyor yazar. Dank’taki ironi tam da Oğuz Atay’ın kullandığı anlamda, hikâyenin yükünü almaya, anlatılan derdi hafifletmekten ziyade onu daha katlanılır bir bölgeye çekme yönüyle hayli incelikli bir şekilde yer buluyor kendisine. Böylece, ölüm fikrine bunca yaklaşmışken bile bir yas metninden ziyade, acıyı ironiyle dengelemiş hayli etkileyici bir kitap oluyor Dank. Belki de bu yönüyle son yıllarda yazılmış en etkileyici öykü kitaplardan biriyle karşı karşıyayız.

Hiç şüphesiz, Dank’ın bunca etkili olmasında dilinin de büyük payı var. Anlatılan kahramanların duygu dünyasıyla tastamam uyuşan, hemen hemen her cümlede yazarının şiir de yazdığını hatırlatan ama buna mukabil şiirsel olmaya çabalamayan, tasarruflu ve hayli ışıltılı bir dili var yazarın. Bazen kısacık bir cümle yetiyor okuru sarmalamaya. Örneğin, başlı başına şu diyalog bile yazarın diliyle ilgili bir fikir verecek türden.

“-Mutlu muyduk?”

“-Mutlu muyuz diye sormadığımız günlerde çok mutluyduk.” 

Arka Kapak dergisi 11. sayı