Celine Symbiosis

“Dünya aydınlık olsaydı sanat olmazdı.”

Albert Camus

“Sanatın politikayla hiçbir ilgisi olmaması gerektiği fikrinin kendisi de politik bir tutumdur.”

George Orwell

Tarihin en kanlı savaşlarından biri olan Birinci Dünya Savaşı sonrasında yoğunlaşan politik baskılar sonucunda birçok sanatçı Avrupa’dan Amerika’ya göç etmiş ve dönemin entelektüel çevrelerinde etkili olmuşlardır. 1930’ların başına gelindiğinde, Nazizm’in yükselişiyle bir kez daha kan kaybetmeye başlayan sanat dünyasında, Alman ordusu Avrupa’da yayılmaya devam ederken, hayatta kalmayı başarabilenler için tek seçenek yine ülkelerini terk etmek olmuştu.

Marc Chagall’ın 1938 tarihli “Beyaz Çarmıha Geriliş” isimli eseri. Bu çalışma İsa’yı Yahudi bir şehit olarak göstererek 1930’larda Avrupa’da Yahudilerin yaşadığı acıya ve işkenceye dikkat çeker.

Marc Chagall’ın 1938 tarihli “Beyaz Çarmıha Geriliş” isimli eseri. Bu çalışma İsa’yı Yahudi bir şehit olarak göstererek 1930’larda Avrupa’da Yahudilerin yaşadığı acıya ve işkenceye dikkat çeker.

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından savaşta yenilen ittifak devletleri arasında yer alan Alman hükümeti, Versay Barış Antlaşması’nı imzalayarak monarşiden parlamenter sisteme geçer. 1918’de Weimar Hükümeti’nin ömrü kısa olmasına karşın, savaş sonrası zor şartlarda bile kültürel politikalar ve zengin sınıfın sanatsal üretimi desteklemesi sayesinde çok sayıda özgün sanat eseri üretilir. 1919’da Walter Gropius tarafından Weimar’daki Güzel Sanatlar Yüksekokulu ile Uygulamalı Sanatlar Okulu’nun birleştirilmesiyle kurulan Bauhaus Okulu (Das Staatliche Bauhaus) savaş sonrası toplumsal sorunlara bir çözüm getirmeye çalışarak daha yaşanılır bir çevre yaratmak için uğraşmıştır. Otto Dix ve George Grosz tarafından kurulan Yeni Nesnellik (Die Neue Sachlichkeit) akımı sanatçıları ise 1930’ların başına kadar toplumsal konuları gerçekçi bir üslupla resimlemeye devam etmişlerdir.

Oskar Martin-Amorbach tarafından 1937 yılında yapılmış olan “Tohum Ekici” adlı resim, Almanya’nın kırsal bir bölgesinde bir yaz günü toprakla uğraşan Alman yurttaşı tasvir etmesinden dolayı, Nazi sanatının tipik örneklerinden biri olarak kabul edilir.

Oskar Martin-Amorbach tarafından 1937 yılında yapılmış olan “Tohum Ekici” adlı resim, Almanya’nın kırsal bir bölgesinde bir yaz günü toprakla uğraşan Alman yurttaşı tasvir etmesinden dolayı, Nazi sanatının tipik örneklerinden biri olarak kabul edilir.

30 Ocak 1933 tarihinde yapılan seçimlerde %44 oyla tek başına hükümet kurabilme imkânı elde eden Hitler’in partisi NSDAP’ın (Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei: Milliyetçi Sosyalist Alman İşçi Partisi) iktidara gelmesiyle, Alman kültürünü ari olmayan unsurlardan arındırma projesine sanat da dâhil edilerek, bu anlayışa uymayan tüm entelektüel, edebî, sanatsal ve felsefî eserler saldırıya uğramıştır. Bu saldırıya sadece Yahudi sanatçılar değil modern sanatçılar, yazarlar, müzisyenler, eleştirmenler, yayıncılar, tarihçiler, müze küratörleri, tiyatro yönetmenleri, aktörler ve akademisyenler de maruz kalmış, NSDAP tarafından sıkı takibe alınmışlardır.

İktidara geldikten sonraki 8 ay içinde Nasyonel Aydınlatma ve Propaganda Bakanı Joseph Goebbels “Reich Kültür Odası” adında bir yapı kurarak tüm basını ve kültürel ürünleri yakın takibe almıştır. Hitler bu organizasyonun amacını “tüm sahalardaki yaratıcı birimlerin tek irade olan devlet liderliğinde bir araya toplanarak uygulamaya geçirilmesi” şeklinde tanımlanmıştır. Nasyonal Sosyalist ideolojiye hangi sanatın uygun olduğunu saptamak ise iktidarın dört yılını almıştır. Goebbels kökleri Gotik döneme uzanan Ernst Barlach ve Emil Nolde gibi sanatçıların eserlerini Alman ve kuzey sanatının temsilcisi olarak görürken, Nazizm teorisyeni, Nazi gazetesi Völkischer Beobachter’in editörü ve Alman Kültür Kampanyası liderlerinden Alfred Rosenberg, modern sanata tamamen karşıydı. Rosenberg ve Goebbels’in arasındaki sonu gelmeyen tartışmaların üzerine Hitler her ikisinin de argümanlarını reddederek dikkatleri bir kez daha ırk sorununa çekmiş ve tartışmayı sonlandırmıştı.

Dejenere Sanat sergisinde yer alan Emil Nolde’nin “İsa’nın Yaşamı” isimli resmi. Nolde, eserleri Nazizm’in sanat anlayışına göre uygun olmadığı hâlde en fazla sayıda eseri olanlar arasındaydı. Sanatçının eserleriyle alay edildi ve müzelerde bulunan eserleri koleksiyondan çıkarıldı. Nolde kısa bir dönem Nazi Partisi’ne katılmıştı.

Dejenere Sanat sergisinde yer alan Emil Nolde’nin “İsa’nın Yaşamı” isimli resmi. Nolde, eserleri Nazizm’in sanat anlayışına göre uygun olmadığı hâlde en fazla sayıda eseri olanlar arasındaydı. Sanatçının eserleriyle alay edildi ve müzelerde bulunan eserleri koleksiyondan çıkarıldı. Nolde kısa bir dönem Nazi Partisi’ne katılmıştı.

En sonunda bu totaliter rejimin sanat modeli belirlenmişti. Bu modele göre Nazi sanatı, antik dünyadan temellerini alan, idealize edilmiş beden imgelerini barındıran, ari ırkın üstünlüğünü, ulusun bütünlüğünü, devletin yüceliğini, kadın ve erkeğin rollerini ve sahip olmaları beklenen kusursuz, güçlü beden imajlarını yansıtmalıydı. Yeni sanat modelini halka tanıtmak için 1937 Temmuz’unda Münih’te “Büyük Alman Sanatı” (Grosse Deutsche Kunst-Ausstellung) adlı bir sergi, Hitler’in kendi inşa ettirdiği sanat tapınağı Haus der Deutsche Kunst’ta düzenlendi. Bu serginin yanı sıra resim, heykel, baskıresim arasından seçilen 112 sanatçının 650 eseriyle eşzamanlı olarak gerçekleştirilen “Dejenere Sanat” (Entartete Kunst) sergisi, hangi tür sanatın karalanması gerektiğini de halka sunmuştu. Sergi, içerik bakımından üç bölüme ayrılmıştı. İlk bölümde, dinin küçük düşürüldüğünü iddia ettikleri eserler, ikinci bölümde Yahudi sanatçıların çalışmaları ve üçüncü bölümde ise aşağılanan kadın, asker ve Alman çiftçilerine ait eserleri sergiledikleri sergiyi sadece Münih’te iki milyon kişi gezmişti. Hitler’in en sevdiği ressam olan Ziegler’in başında olduğu beş kişilik ekip sergiden sonra eserleri toplamaya devam etmişlerdir. Nazilerin elinde bulunan; aralarında Marc Chagall, Henri Matisse, Pablo Picasso ve Vincent Van Gogh’un da olduğu 21.000 eserin büyük bölümü 1939’da İsviçre’de satışa çıkarılmış, alıcı bulunamayan 7000 kadar resim ise imha edilmiştir.

Nazizm’in sanatına örnek gösterilebilecek Hubert Lanzinger’in “Bayrak Taşıyıcı”: 1933 isimli resminde Hitler savaşarak ülkesini kurtarmayı amaçlayan bir Haçlı askeri olarak betimlenmiştir.

1920’li yılların ortalarında “Sanat toplum içindir.” düşüncesini benimseyen ve Almanya’da yenilikçi sanatın taşıyıcı gücü olan Bauhaus Okulu, politik baskılara maruz kalmaktan kurtulamamıştır. 1925 yılında Dessau’ya, 1932 yılında da Berlin’e taşınan Bauhaus Okulu, 20 Haziran 1933’te Hitler’in emriyle bir daha açılmamak üzere kapatılmıştır. Bauhaus Okulu’nun kurucusu Walter Gropius 1925’te Amerika’ya göç ederek Bauhaus prensiplerini aktarmaya devam etmiştir. Laszlo Moholy Nagy, Chicago’da “New Bauhaus” ismi altında Bauhaus ekolünü sürdürmüştür. 1939’da Kokoschka, Londra’da 100’ün üzerinde mülteci sanatçının üye olduğu “Serbest Alman Kültür Birliği”ni kurarak çalışmalarına devam etmiştir. Bauhaus Okulu’nun diğer eğitimcilerinden olan Paul Klee, Wassily Kandinsky, Johannes Itten, Lyonel Feininger, Oskar Schlemmer, Josef Albers, Marcel Breuer ve Herbert Bayer Almanya’yı terk ederek Amerika’ya ve İngiltere’ye iltica etmişlerdir.

Hubert Lanzinger, “Bayrak Taşıyıcı”: 1933

Hubert Lanzinger, “Bayrak Taşıyıcı”: 1933

1933 yılında Almanya’dan İngiltere’ye yaklaşık altı bin mülteci göç etmişti. Onlarca sanatçı Londra’ya geldiklerinde Britanya’nın kültür yaşamına önemli derecede etki edecek bir varlık göstermelerine rağmen mülteci sayısı yetmiş binlere ulaşıp ülkedeki ekonomik kriz ve işsizlik başladığında yeni gelenlere kapılar kapanmıştır. Avrupa’dan tamamen ümidi kesen muhalifler ve Yahudilerin büyük kısmı ABD’ye göç etmişlerdir. Ancak 1938’den sonra gelen mülteciler için bu kapı da kapanmıştır. Yalnızca akademisyenler, onların aileleri ve ABD’de okuyacak öğrenciler ülkeye girebilmiştir. 1933-1941 yılları arasında ABD’ye iltica eden Alman ve Avusturyalıların sayısı 104.098 olmuştur. Bunların 7622’si akademisyenlerden, 1500 kadarı da sanatçı, yazar ve entelektüellerden oluşuyordu.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 32.sayısında yayınlanmıştır.