Akif Emre

Seyahat, insanın kendine doğru bir keşfidir. Dünyayı, farklı coğrafyaları keşfetmeyi hatırlatan seyahatlerin kendini keşfe dönüşebilmesi için seyyahın kendine dair bir kendilik bilincinin olması gerekir. Muhtemelen modern zamanların turizmi ile seyahati ve seyyahı ayırt eden temel fark da bu kendine dair bir bakış (kendilik bilinci) sahibi olabilmektir. Kendine dair bakışı olmayanın evreni, dünyayı, insan/ lar/ı, coğrafyayı keşfetmesi mümkün değil.

Seyahat kitapları genelde heyecan vericidir. Bir öz sahibini, kendini, dünyayı ve farklı kültürleri algılayışını, kavrayışını tattırır bize. Aynı zamanda o dönemin ruhuyla dünyaya bakmaya başlarız. Tarih kitaplarında göremeyeceğimiz bir iklimdir bu. İnsan tekiyle, geçmiş zamanların hiçbir zaman dokunamayacağımız insan tekiyle, duygularıyla, etrafında olup bitenlerin büyüsüyle temasa geçeriz adeta.

Bu tür kitapların bir anı, gezi rehberi olmayı aşan özelliği gözlemcinin bakışında saklıdır. İnsanların farklı coğrafyaları, toplumları görme imkânı tarihte hiçbir zaman bugünkü kadar yoğun olmamıştı. Adeta bir endüstriye dönüşen ve her tür otantik değeri tüketmeye dönüşen bu sektör, dünyayı hazdan ibaret görmekten ve hayatı bir an için dondurmaktan ibarettir. Yaşadığı hayatın yeknesaklığından bir an için çıkıp hayata yabancılaşmayı dener insanlar başka ülkeleri, toplumları gezerken. Aslında farklılıkları görmez, sadece bakar geçer. Turist habitusu ile seyyah gözü arasında temel fark da bu olsa gerek.

Dünya edebiyatında bizim klasik metinlerimiz içinde Rıhle’nin çok farklı bir konumu olmasına rağmen yeterince ilgi görmediği, onun bugüne taşıdığı anlam katmanlarını açmaya fazlaca uğraşmadığımız bir gerçek. Rıhle, Atlas Okyanusu kıyılarından kalkıp bilinen eski dünyanın doğu kıyılarına, Büyük Okyanus’a, yani Çin’e kadar giden, bir âlim ve seyyahın notlarıdır. Yirmi yılı aşkın kesintisiz süren bir gezinin, daha doğrusu hayat biçiminin hülasasıdır.

Rıhle’yi bu anlamda diğer örneklerinden ayıran şey bir fakih-seyyahın kılı kırk yaran hassasiyeti ile ayrıntılara dalarken toplumsal, kültürel çözümlemeler imkânı sunmasıdır. Tam bu noktada İbn Battûta’nın bu muhteşem eserinin Türkçe çevirisinin ender rastlanır titizlikle yapıldığını söylemekle yetinelim. Asıl konu ise şu: Rıhle örneğinde olduğu gibi bir seyyahın dünyasına nasıl girilebilir, dünya keşfinin anlam katmanları nasıl çözümlenebilir?

Medeniyetimizin somut gözlemlere dayalı, yaşayan, gündelik hayata dair, siyasetten dini hayata uzanan geniş yelpazede titiz gözlemlerin kodlarını çözmeye yönelik kaç çalışma yapabildik? İbn Battûta’nın Dünyası bu konuda nadir eserlerden biri. Bir akademisyenin disipliner yaklaşımına rağmen olanca renkliliği ile bir tür jeokültürel çözümleme yapıyor.

Geleneksel oryantalizmin egzotikleştirdiği İslam âlemi daha çok parçalı, bütünlükten yoksun, ortak değerlerden çok belli belirsiz bir dini inançtan öte ortak bir şuurdan mahrum bir coğrafya olarak resmedilir. Siyasi, ekonomik, estetik ve gündelik hayat pratikleri bakımından farklılıklar, tutarsızlıklar sergiler bu devasa kitle. Adına Müslüman denilen ortak medeniyet değerlerinden, kodlarından mahrum bir yığındır. O nedenle edilgendir. Feminenleştirilmiştir. Bir Batılı için heyecan verici gizemler saklayabilir ama bu gizemler fantezi dünyasını tatmin etmekten öteye geçmeyecek bulgulardır. Tepeden bakan mütekebbir oryantalist bakışının ekolojisidir.

Yine de modern zamanlarda çıkan bu çalışma, İslam medeniyetinin kodlarını keşfetmeye yönelmiş̧ bir tecessüssün akademik dile aktarılmasıdır. Dunn bu kitabında İbn Battûta’nın gözüyle Tanca’dan Kırım’a, Göynük’ten Maldiv Adaları’na, Hindistan’dan Çin’e ve okyanus kıyılarına uzanır. İbn Battûta ile beraber gezerken dönemin Müslüman toplumlarının ortak değerlerini, sosyal ve ekonomik dinamiklerini bir sosyolog, iktisatçı, siyaset bilimci gözüyle ele alır.

İbn Battûta da jeokültürel malzemelerden hareketle bir medeniyetin kodlarını bulmaya çalışır. Bu bir medeniyet tahlili çabasıdır. Yer yer alıntıladığı kesitler, bu bütünlük içinde özel anlam kazanır ve yıllar sonra farklı coğrafyalarda karşılaştığı başka bir örneklikle ilişkilendirerek bütünlüğü kurar. İbn Battûta’nın başından geçen sıradan bir olayı bir kesit olarak bağlamına oturtabilmek kültürel çözümleyici bir bakışın titizliğini gerektirir. Mesela; Battûta bir kış mevsiminde Göynük, Mudurnu hattında yolculuk yaparken, karlı bir gece vakti donma tehlikesi geçirdikleri bir anda ormanda bir ışık görür. Sığınacak bir yer bulmanın heyecanıyla çaldıkları kapı bir tekkedir. Bu olay, metafizik bir yorumlamayla tekkenin kerametine izhar edilebilir. Ama bir sosyal bilimci olarak Dunn, bu olaydan hareketle 14. yüzyıl Anadolu Müslümanlığında tekkelerin sosyal, kültürel, dini işlevine dair bir çözümleme yapacaktır. Yahut Anadolu topraklarına Akdeniz’den ayak basan Battûta’yı misafir etmek için birbirleriyle rekabete giren loncalar ve mensuplarını tatlı bir heyecanla aktarmakla kalmaz. Lonca sistemi, sosyoekonomik konumu ve ahilik sistemine dair bir giriş̧ için çarpıcı bir örnektir.

Battûta’nın Hindistan’da karşılaştığı bir tüccardan aldığı borcu dört yıl sonra Çin’de ödemesi üzerinden Müslüman tüccarların ahlak kodlarını, dinamizmini çarpıcı bir analizle ortaya koyar. Çin’de rastladığı Tancalı baba-oğulla yıllar sonra memleketinde karşılaşması ise hiç de sıra dışı bir örnek değildir. Dönemin İslam âlemi, ticari, kültürel akışkanlığın güvenle sağlandığı muazzam bir medeniyet havzasının haritasıdır.

İslam toplumları klasik dönemden itibaren kendi içinde bir küreselleşmeyi, kültürel, ticari ve demografik akışkanlığı sağlamıştı. Bu örnekler çoğaltılabilir. Hangi döneme ait olursa olsun, bir dünyayı anlamanın yolu, nostaljik bir hayıflanmadan çıkıp bir medeniyetin kültürel kodlarını keşfe dönüştürecek bakış̧ açısı için çaba göstermekten geçmektedir. Bir jeokültürel çözümleme olarak Dunn’un çalışması, İbn Battûta’nın hayatını ele alırken, gezdiği mekânları ve şehirleri açık bir kitap gibi yorumlama denemesidir. Bunca uzun sürede ve farklı coğrafyaların insan tekinin tecrübesiyle damıttığı Müslüman toplumların, aynı medeniyet değerlerinin farklı versiyonlarının okumasıdır.

Rıhle’den üç yüz yıl sonra İbn Battûta’nınkinden daha geniş̧ bir dünya ile ilgilenmiş̧ bir coğrafyacıya dair bir kitap benzer kaygılardan yola çıkıyor: Gottfried Hagen’in Bir Osmanlı Coğrafyacısı İşbaşında kitabı. Tahmin edileceği üzere, Osmanlı’nın dünyayı keşfetme, anlama, hakikatine nüfuz etme anlamında zirve isimlerinden biri olan Kâtip Çelebi’nin bir eserinin çözümlemesi.

Rıhle üzerine kaleme alınan Dunn’un kitabı, adeta bir üniversite ders kitabı standardındadır. Bir gezginin bilgilerinin kitaplaşmış̧ hâli üzerine, başta İslam toplumları olmak üzere kadim kültürlerle beraber insanlık hikâyesini anlamaya yönelik bir çabadır. Ross E. Dunn bunu adım adım çözümleyerek dönemini bütüncül bir bakışla anlamaya çalışmıştır. Cihannüma üzerine yazdığı bu eserinde ise Gotteried Hagen, tüm coğrafyaların bilgisini, döneminin birikimlerini damıtarak kitaplaştıran bir bilginin kitabının ruhunu, çevresini, dilini anlamaya ve çözümlemeye çalışıyor…

İnsanlardan çok coğrafya ve mekân, toplumlardan çok şehir ve yapılar üzerine yoğunlaşan bir eser hangi açılardan ele alınabilir? Sadece edisyon kritik yapılarak metin çözümlemesi olsaydı burada bahse değer olmayacaktı muhtemelen. Ama Cihannüma’nın mesela şehir anlayışını, şehir okuma biçimini anlamaya çalışmak, dikkatleri buna yönlendirmek farklı bir zihniyet okuması biçimidir. Aynı zamanda, kısa da olsa kitap, hitap ettiği entelektüel kesimin dili ve dünya tasavvurunu analiz ederken Osmanlı uygarlığının kodlarını yakalama çabası olarak önemli ipuçları veriyor.

Oryantalistlerden miras kalan, bugünün batılı İslamofobik terminolojisine de zemin oluşturan teze göre bir İslam medeniyetinden bahsetmek imkânsızdır. Olsa olsa Müslüman dünyası dediğimiz, belli inanç kriterlerini paylaşmakla birlikte tamamen farklı dini pratik ve kültürlere bağlı kitle söz konusudur. Bu indirgemeci yaklaşıma karşı İbn Battûta’nın bilinen eski dünyanın hemen hemen tamamını gezerek İslam memleketlerini çözümlemeye çalışmasını, medeniyet okuması anlamında yöntemsel olarak yeniden ele almakta yarar var. İbn Battûta’dan Kâtip Çelebi’ye, farklı zaman ve mekânda yaşamış̧ iki Müslüman münevverini; Müslüman dünya tezine karşılık İslam âlemi gibi ortak medeniyet birikimini çözümlemeye çalışan okumalara ihtiyaç var. Parçalı bir tablo çizen Müslümanların ortak varoluş̧ hafızasını ortaya çıkarmak için önce kuşatıcı bir bakışa ihtiyaç olduğu kesin.

bn-battuta-seyahatnamesiİbn Battûta Seyahatnâmesi
Ebû Abdullah Muhammed İbn Battûta Tanci
YKY

Ibn Battuta'nın Dünyasıİbn Battuta’nın Dünyası
Ross E. Dunn
Klasik Yayınları

Bir Osmanlı Coğrafyacısı İşbaşındaBir Osmanlı Coğrafyacısı İşbaşında
Gottfried Hagen
Küre Yayınları

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 6.sayısında yayınlanmıştır.