İrem Uzunhasanoğlu

Francis Scott Fitzgerald Amerika’nın “Caz Çağı” ya da “Kükreyen Yirmiler” diye adlandırılan döneminde eserlerini vermiş; biri yarım kalmış toplam beş romana ve yüzlerce öyküye sahip, Amerikan Yitik Kuşağı’nın ünlü yazarlarındandır. Onun adını duymamızda en çok payı olan romanı ise hiç kuşkusuz “muhteşemliği” sonradan keşfedilen Muhteşem Gatsby’dir.

Muhteşem Gatsby, Fitzgerald’ın Amerikan edebiyatına damga vurmak isteğiyle kaleme aldığı ve bunu gerçekleştirdiğine inandığı üçüncü romanıydı. Kitabın ilk kopyasını, Fransa sahil şeridinde gözlerden ırak bir otele kapanıp tamamladıktan sonra arkadaşına yazdığı mektupta şöyle demişti: “Sanırım şimdiye kadar yazılmış en iyi Amerikan romanını yazdım.” Ne yazık ki romanın kritikler ve okurlar üzerindeki etkisi böyle olmadı. Çağdaşı Edith Wharton, Jay Gatsby karakterinin geçmişinin bulanık olmasını yerden yere vurdu, kimileri ahlaksızlığı savunduğunu öne sürdü hatta Herald Tribune gazetesi bu romanı “sezonluk kitap” ilan etti. Yetmiş beş bin satması öngörülen roman yirmi bini zar zor gördü ve sonra da meçhule karıştı gitti, ta ki Fitzgerald’ın ölümünden beş yıl sonra tekrar gün yüzüne çıkana dek. Bu kez ikinci Dünya Savaşı dönemiydi, yayıncılar ülkenin ahlaki düzeyini yerine getirecek, biraz da neşelendirecek bir romanı bulup çıkartma arayışındaydılar. Amerikan askerleri savaşmaktan yorulmuş, cepheden dönmeyi bekliyorlardı. Ortaya atılan bir fikir sonucu bir furya başladı, Amerikan askerlerine okumaları için roman yollanacaktı, tam bin iki yüz yirmi farklı roman seçildi, yüz yirmi üç milyon kopya cephedeki askerlere yollandı. O sene Muhteşem Gatsby 120 adet satmıştı ama bedava dağıtılmak üzere yüz binlercesi basılmış ve milyonlarca kez okunmuştu. Ve böylece Gatsby kendisini Amerika – Japonya savaşının ortasında buluvermişti. Çok geç kalınmadan da neredeyse tüm okullarda okutulmaya başlamıştı. New York Times Gazetesi, Fitzgerald’ın ölüm ilanında bile “Parlak kariyer hayalini gerçekleştiremedi.” yazmıştı. Cenazesi, tıpkı kendi karakteri Jay Gatsby’ninki gibi yağmurlu bir güne denk gelmişti ve pek az kişi katılmıştı. Kısacası, yaşarken onu unutmuşlar sonra da baş tacı yapmışlardı. Fitzgerald’ın geleceğe kalma hayali, ölümünden yirmi yıl sonra gerçekleşmişti.

Peki neydi Muhteşem Gatsby romanını ilk çıktığı zamanlarda beğenilmez kılan? Fitzgerald’ın belki de en büyük talihsizliği yaşadığı dönemdi, yazın hayatına savaşla başlamış ve yine bir savaş dönemi göçmüştü dünyadan. Muhteşem Gatsby Birinci Dünya Savaşı sonrasında yaralarını sarmaya çalışan bir toplumun içine yuvarlanmış ve kabul görmemişti. Caz Çağı’yla birlikte müzik ve dans yeniden şekilleniyor, New Orleans’tan zencilerin sesi yükseliyordu. Sonu “Büyük Buhran” la sonuçlanacak bir çağın içinden geçiyorlardı. Halk savaş sonrası travmasıyla başa çıkmaya çalışıyordu. İnsanların bir umuda ihtiyacı vardı. İşte tam da o sırada bir adam çıkıp “Amerikan Rüyası”nın çöktüğünü anlatıyor; sınıfsal ve ahlaki çöküntülerden bahsediyordu. Aşırılığın, alkol tüketiminin, ikiyüzlülüğün gözler önüne serildiği bu romanda, mal varlığıyla göz boyamaya çalışan yeniyetme zenginler yerden yere vuruluyor, soylu sınıf ise sahtelikle suçlanıyordu. Caz Çağı’nın hedonistik bakış açısı eleştiriliyor ve gençlerin duyarsızlığından dem vuruyordu.

Romandaki Jay Gatsby karakteri, içki kaçakçılığı gibi illegal yollardan hızla para kazanmış, gotik mimarisiyle göz kamaştıran bir malikânede yaşayan, gösterişe önem veren, şaşalı partiler veren fakat diğer karakterler gibi aristokrat bir geçmişe sahip olmayan biridir. Nick Carraway ve Daisy Buchanan kuzenler orta sınıfa, Tom ise aristokrat sınıfa aittir. Karakterler arasındaki sınıf dengesizliğine baktığımızda, Fitzegerald’ın sınıfsal sorunlara değinmek istediğini anlarız. Gatsby’nin çocukluğu yoksulluk içerisinde geçmiş, savaşa gitmek zorunda kalınca da aşık olduğu kadın Daisy’yi kaybetmiştir. Savaş sonrası hızla zengin olan Gatsby’nin sahip olduğu tüm o şaşaa, giydiği pembe takım elbisesi, Rolls-Royce arabası ise geçmişte sahip olduğu imkansızlıkları örtmek istercesine abartılıdır. Hırsı ve aç gözlüğüyle Jay Gatsby, o dönemin Amerika’sının tipik bir sembolüdür, mutluluk arayışından çok Amerikan Rüya’sının peşinde koşturmaktadır. En önemlisi de artık başkasıyla evli olan eski sevgilisini tekrar elde etmeye çalışmaktadır. Gatsby, umutlarını gerçeğe dönüştürmek için çabalar, çabaladıkça da gerçeğe yaklaşmaktan çok bir illüzyona dönüşür. Gatsby, isminin başındaki “great” yani “muhteşem” sözcüğünü ise dönemin ünlü illüzyonistleri “The Great Houdini”, “The Great Blackstone” gibi isimlerden aldığını öne sürenler vardır. Sembolik bir okumada Gatsby’nin kendisinin bir illüzyondan ibaret olduğunu da varsayabiliriz. Elde etmeye çalıştığı Daisy ise ahlaksızlığı sembolize eder. Savaştan dönene kadar Gatsby’i bekleyeceğini söylese de, gidip Tom’la evlenir, daha sonra Gatsby’le tekrar buluştuklarında ise aralarında gizli bir ilişki geliştirirler.

Roman kimi okurlar tarafından bir aşk hikâyesi olarak gösterilmek istense de aslında Fitzgerald okuruna şu mesajları vermek ister: Amerikan Rüyası çökmüştür, alt sınıf hızla yükselmiş ve oburluğuna yenik düşmüş, üst sınıf ise koskoca bir boşluktan ve ikiyüzlülükten ibarettir, ahlaksızlık kol gezmektedir ve kötümserlik hâkimdir. Tüm bu kötümserliğin içine bir de umut kırıntısı serpiştirir. Gatsby’nin verandasından çıkıp seyrettiği ve Daisy’nin evinin istikametindeki yeşil ışık… Romanın başında bu yeşil ışığa elini uzatır, onu tutmaya çalışır. Gatsby’nin geleceğe dair umutlarını ve hayallerini sembolize eden bu yeşil ışık, romanın trajik sonuyla birlikte söner.

Fitzgerald, karakterlerinin coğrafi konumlamalarına ve doğayla bağlantılarına da çok önem veren bir yazardır. Misal vermek gerekirse, karakterlerin hepsi Batılıdır. Amerikan tarihinde Batı, umudu, olasılıkları ve Amerikan ülküsünü temsil eder. Yazar, roman boyunca karakterlerinin içinde bulundukları durumla hava şartlarını da bağdaştırır. Gatsby ve Daisy yıllar sonra tekrar buluştuklarında bardaktan boşanır gibi yağmur yağmaktadır, konuşmalarını ilerledikçe bu melankolik yağmur yerini taze güneşe bırakır. Gatsby ile Daisy’nin kocasının hesaplaşacağı gün yazın en sıcak günüdür. Romeo ve Jülyet’te Mercutio ve Tybalt’ın aşırı güneş altında yaptıkları düelloyu hatırlarız. Ve romanın trajik sonunun gerçekleştiği gün güzün ilk günüdür.

Romanı bitirdiğimizde Caz Çağı’nın renkli havasından çok umutsuzlukla baş başa kalırız. Maddiyata dayalı refah bir düzen kurmaya çalışan Amerikalıları eleştiren, aşırılığın ve ahlaksızlığın yaygınlaşmasını gözler önüne seren, Amerikan mitlerinin yıkıldığı, materyalizmi kötüleyen Muhteşem Gatsby; Amerikan rüyasından ziyade kabusunu anlatmaktadır. Aradan yıllar geçtikten sonra değeri anlaşılan bu roman, gerçekten de Fitzgerald’ın hayalindeki gibi Amerikan edebiyatının en önemli romanlarından biri olur, ikonlaştırılır, iki binli yıllara gelindiğinde ise artık o bir klasiktir. Hem İngilizce’nin Amerika’ya has özelliklerinin kullanıldığı şiirsel ve yerel diliyle hem de Kükreyen Yirmiler çağının sesi olmasıyla Muhteşem Gatsbynin değeri anlaşılmış ve Amerikan edebiyat kanonuna yerini bırakmamak üzere yerleşmiştir. 

“Gatsby, yeşil ışığa, yıldan yıla önümüzden geri çekilen o heyecan verici geleceğe inanıyordu. O zamanlarda aklımıza gelmiyordu bu, ama fark etmez- yarın daha hızlı koşacak, kollarımızı daha da öteye uzatacağız… Ve derken güzel bir günün sabahında…

Böylece akıntıya karşı kürek çekerek, durmaksızın geçmişe doğru sürükleniyoruz.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 30.sayısında yayınlanmıştır.