Yunus Emre Tozal

Bir edebiyat türü olan öykü türünün, Türk edebiyatında tanınması ve sevilmesinde, dünya edebiyatında olduğu gibi gazete ve dergilerin önemli payı olmuştur. Amerikan edebiyatında Edgar Allan Poe, Fransız edebiyatında Stendhal, Balzac, Flaubert, İngiliz edebiyatında Dickens, Rus edebiyatında Puşkin, Gogol, Tolstoy, Dostoyevski ve Çehov, yaşadıkları dönemlerde dergilerde yazan önemli isimlerdir. Edebiyatımızda özellikle 1850 ve 1900’lü yılların başında gelişen tefrika şeklinde öykü yayınlama biçimi, edebiyata hem bir okur kitlesi kazandırmış hem de öykünün gelişmesine zemin hazırlamıştır. Gazete ve dergilerde yayımlanan ilk örneklerde kaçınılmaz olan birçok eksiklik, zamanla fark edilmiş ve özellikle Milli Edebiyat dönemi olarak anılan 1910’lardan sonra Halit Ziya ve Ömer Seyfettin’le aşıldığı eleştirmenlerce tartışılmıştır. Bir yönüyle özellikle batılı biçimde öykücülüğümüzün mesafe kat ettiği söylenebilir. Nitekim 1911 yılında Selanik’te çıkan “Genç Kalemler” dergisi ve diğer dönem dergilerinde, şairlerin şiirde farklı arayışlara yöneldikleri, roman ve öyküde ise sosyal meselelere eğildikleri konuşulmuştur.

Milli Edebiyat döneminde sade bir dille Anadolu’ya kendi sosyal meselelerimize eğilen öykücülüğümüz, 1950’li yıllara doğru dünya edebiyatındaki örnekleriyle yan yana konabilecek nitelikle ürünler ortaya koyacak kadar gelişmiştir. Eleştirmenler, öykü yazımında, özgün bir ses yakalayabilmenin önemine dikkat çekerler. Ömer Seyfettin ve Halit Ziya ile birlikte anılan Hüseyin Rahmi’nin de yapıtlarında geleneksel edebiyatın etkisini ve mizahi anlatım tarzını görebiliriz. Sonraki dönemlerde Haldun Taner, Fahri Celalettin ve Osman Cemal Kaygılı’da da mizahın hayatla olan saf ilişkisini görmek mümkündür. Haldun Taner, bu isimlerin arasından özellikle sıyrılmıştır, belirgin üslubuyla Türk edebiyatına kısa ama bir o kadar etkili öyküler armağan etmiştir. 1950’li yılların az ama nitelikli eser üreten isimlerinden biridir Haldun Taner… Eserleri birçok dile çevrilen, yurt dışından birçok ödül alan, Türk hikâyecilerini dünya edebiyatında başarıyla temsil eden Haldun Taner, dönemin en yetkin öykücülerindendir. Düz yazıları, öyküleri, tiyatroculuğu ile Haldun Taner, bugün Kadıköy meydanındaki tiyatronun önüne tekabül eden alelade bir isimden çok daha ötesidir; bir okuldur adeta… Kısa öykü ve oyun metinlerinde özgün eserler ortaya koymuş, hemen her öykü kitabı ödüllere layık görülmüş, ismini hem ülkemizde hem dünyada duyurmayı başarmış bir yazardır.

Haldun Taner, yaşamı boyunca edebi türlerin birçoğuna ilgi göstermiş ve ilgilendiği türlerde de başarılı olmuştur. Yazarın bu başarıya ulaşmasında titiz çalışmasının payı büyüktür. Gerek öykülerinde gerek oyunlarında Haldun Taner’in hiç şüphesiz en önemli tarafı, geniş bir kültürel birikime sahip olması ve bu kültürel birikimi en iyi şekilde kullanmasıdır. Haldun Taner öykülerine genel olarak baktığımızda, karşımızda ilk önce toplumsal yaşamda öne çıkan aksaklıkları ve mizahi unsurları görürüz. Taner’in örneğin “Yalıda Sabah” kitabındaki öyküleri, engin kültür birikimini de yansıtan ve her düşünceye saygı duyan anlayışını da ortaya koyan öykülerdir. Üslup olarak sade, içerik olarak zengin bir anlatımla yazabilen Taner, bir taşla iki kuş vurmaya çalışır; hem insan hayatındaki güzelliklerin fark edildiğinde hayatın renginin değiştiğini anlatır hem de aynı anda yaşanan ân’a odaklanarak okuyucuyu pusuda bekletir. Okuyucu karşısına ne çıkacağını tahmin edemez, kendisini Taner’in anlatımına vererek ân’a kaptırır. Taner, bir nakış gibi günlük gerçekleşen olayları öykülerine ustaca yedirir, çalışkandır. Taner, çalışkanlığını ve edebiyata olan tutkusunu 1984’de Milliyet’e yazdığı bir yazıda şu sözlerle ifade etmiştir:
“İyi bir edebiyatçı olmak için bir ömür yetmiyor. Bunun için 4-5 ömür lazım. Eğer olsaydı hepsini buraya adardım.”

Haldun Taner’in öykü serüveni uzun bir döneme (1949-1983) yayılmıştır, 49’dan 83’e kadar yayınladığı öykülerde Haldun Taner, işlenmemiş konuları kendine has konuşma dili gibi anlatımıyla bizim insanımızı ve toplumumuzu yansıtacak kaygısıyla kaleme almıştır. Öykülerinde yabancı sözcüklere rastlanmakla birlikte, okuyucu öyküleri anlamakta zorlanmaz, çünkü okuyucu öyküde kendi kıssasına odaklanabilir, kendi hayatını ve hayatına dair kesitleri bulabilir. “Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu” adlı öykü kitabı, 1953 yılında New York Herald Tribune öykü ödülünü almıştır.

Haldun Taner, düz yazılarında çizdiği portrelerle okuyucuya zamanın değerlerini sorgulatır; birey-toplum ilişkisini irdeleyerek bireyin toplumdaki yerini ve bireyin toplumu yönlendirişi üzerinde durur. Toplum ve birey hayatının aksayan yanlarını mizah unsurları kullanarak anlatan, toplumun giderek artan arada kalmışlığını gösteren Taner, eski ve yeni yaşam biçimlerine alışmaya çalışan insanların hayatına odaklanmaktan çekinmez. Toplumda giderek itilmiş, geri plana atılmış bir kesim oluşturmasını, Anadolu’dan gelen göçlerle oluşan “sonradan görme” zenginlerin yaşamlarını, toplumun farklı kesimlerinden seçtiği farklı insan yapılarının tutarsızlıklarını, çelişkilerini ve ikiyüzlülüklerini açık bir şekilde ve esprili bir dille anlatır. Toplumun hiç söylenmeyen, yansıtılmaktan çekinilen durumlarını insanların kendilerine ayna tutarak bakmalarını ve kendilerini en gerçek yüzleriyle görmelerini önemser. Çünkü Haldun Taner, insanın bizzat kendisine, ruhuna yani zihnî gelişiminin ve benliğinin farkına varmasının en büyük görevi olduğunun bilincindedir. Bu yüzden öykülerinde arka planda yer alan çelişkiler ve karşıtlıklar bulunur, özellikle içinde İstanbul’un geçtiği öykülerinde insanların uyumsuzluklarını, düşüncelerini, dramlarını ve yaşamlarını katarak Batıyla ve Doğuyla harmanlanan İstanbul’un öykülerini yazmıştır. Toplumun eksik, aksak, çürük, sarsılmış, bozuk, farklı yanlarını; düzensiz, karmaşık, yitik karakterlerle yansıtan Taner’in öykülerini ve tiyatro oyunlarını okuyanlar, bu metinlerde bazen kendilerini bazense çevrelerindeki herhangi birini görürler. Kendilerini özdeşleştirdikleri bu karakterlerin çelişkilerini adeta kendileri de yaşarlar.

“Toplumun eksik, aksak, çürük, sarsılmış, bozuk, farklı yanlarını; düzensiz, karmaşık, yitik karakterlerle yansıtan Taner’in öykülerini ve tiyatro oyunlarını okuyanlar, bu metinlerde bazen kendilerini bazense çevrelerindeki herhangi birini görürler.

Özellikle öykülerinde, tiyatro oyunlarında ve gazete yazılarında insana değer vermenin, barışı amaç edinmenin, doğruluğun bir insanın kazanabileceği en büyük onur olduğunu anlatmaya çalışan Taner, doğru bildiklerini başkalarına anlatırken ve eleştirirken her zaman arı ve saf bir Türkçe kullanmaya özen göstermiştir. Gördüklerini, alacakaranlıktaki iki martıyı, uzaktan geçen takayı, kıyıda bir böceği ya da paralayan deniz kırlangıcını, ilkokul çocuklarını toparlamaya gelen minibüs şoförünün hareketlerini acele etmeden yavaş yavaş anlatır; okuyucuyu o samimi üslubuyla adeta metnin içine götürür ve zihnindeki sahnelerden birinde rol verir. Bu yüzden öyküyle tiyatro oyunu arasındaki uyumu harikadır; öykülerinde tiyatro metnine doğru evrilecek sahneler betimler. Nitekim Türkiye’de ilk epik tiyatro denemesi olan Keşanlı Ali Destanı’nın da yazarıdır Haldun Taner. Kendisini şükranla anıyorum.

Haldun Taner
Ayışığında “Çalışkur”
YKY

Haldun Taner
Yalıda Sabah
YKY

Haldun Taner
Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu
YKY

Haldun Taner
Koyma Akıl, Oyma Akıl
YKY

Haldun Taner
Keşanlı Ali Destanı
YKY

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 1.sayısında yayınlanmıştır.