Erkan Şimşek

Ünlü İtalyan düşünür Niccolò Machiavelli’nin mezar taşında Latince bir cümle vardır: Tanto nomini nullum par elogium. Yani, “Hiçbir övgü onun ismi kadar yüce değildir.” Ne zaman bu cümleye tesadüf etsem edebiyat bağlamında aklıma İspanya’nın büyük yazarı Cervantes gelir. Çünkü Cervantes, Don Kişot’la edebiyat tarihini değiştirmiştir. Evet Don Kişot tarihin ilk romanı değildir, ama işgal ettiği yer itibariyle büyük bir dünyanın; roman dünyasının en büyük kapısıdır. Avrupa’nın ilk dört başı mamur kurgusal metnidir ve İspanyolcaya dünya dilleri arasında (İspanyol sömürgeciliğinin ardından) önemli bir yer açmıştır. Açtığı kapıdan geçen nice yazar kendi lisanında dünyaları keşfetmiş, tarihe geçmiştir. Don Kişot bugün belki yüz farklı dile çevrilmiştir. Modern romanın ilk örneğidir.

Peki bütün bu madalyonların sahibi olan bu muhteşem yapıtın yazarı kimdir, nasıl biridir, bu büyük romanı neden başkası değil de Cervantes yazmıştır? İşte bu sorunun cevabı Cervantes’in eşşiz ve “kusurlu” biyografisinde gizli. “Kusurlu” çünkü sadık, doğrucu Davut, kanunlara hürmetkâr bir modern insandan değil; çarpık, tekinsiz bir Orta Çağ insanından bahsediyoruz. Eh Don Kişot da ancak böyle bir kalemden süzülmeliydi…Bu arada Don Kişot’un İspanyolca yazılışı Don Quijote, okunuşu da aşağı yukarı “Don Kihote” şeklindedir. Türkçedeki Don Kişot tercihi ise bize Fransızların telaffuzundan geçmiştir.

Kabaca bir 16. yüzyıl insanı olan Cervantes, 1547’de, tahminen 29 Eylül yani Aziz Miguel Günü’nde, Madrid yakınlarındaki Alcalá de Henares kentinde doğdu. Miguel ismi buradan gelmektedir. Yedi kardeşin dördüncüsüydü. Babası doğuştan sağır bir berber-cerrahtı. Cervantes, hayatı boyunca maddi zorluklar yaşasa da çocukluğundan itibaren okumaya hevesli biriydi. Ailesi Madrid’e taşınınca oradaki kilise okullarında eğitim gördü.

Yazarlığa yirmili yaşların hemen başında şiirle başladı. Ancak yazı macerasının daha başındayken, işlediği bir suçtan dolayı İtalya’ya sürgüne gönderildi ve burada bir İspanyol askeri birliğine katıldı. Cesur, gözüpek bir askere dönüşen Cervantes, 1571’de, 24 yaşında iken, İnebahtı Deniz Savaşı’na katıldı. Burada sol elini kaybetti (Ya sağ elini kaybetseydi?) ve “El Manco de Lepanto” yani “İnebahtı’nın tek kollusu” lakabını aldı. Nitekim yazar Yağmur Atsız, Cervantes: İnebahtı’nın Tek Kollusu adlı biyografisinde bu meseleyi kendi leziz üslubuyla renkli bir şekilde anlatır. Lakin bu güzelim kitaba maalesef piyasada ulaşabilmek namümkündür.

Cervantes ve kardeşi, İnebahtı Savaşı’ndan sonra birkaç yıl daha orduda hizmete devam ettiler. 1575’te, kardeşiyle birlikte İspanya’ya dönerken Türk denizcilerine esir düştüler ve beş yıl boyunca Cezayir’de Osmanlı esiri olarak kaldılar. Bu dönemde sık sık kaçmaya çalışsa da hiçbirinde başarılı olamadı ama 1580’de İspanya’ya dönebildi ve yazarlığa devam etti.

Ve nihayet 1585’te muradına erdi ve ilk romanı La Galatea’yı yayınladı. Pastoral bir aşk öyküsünü anlatan kitap ikinci baskısını yapmadı, vaat edilen devamı da çıkmadı. Cervantes bu arada profesyonel olarak çalışmaya devam ediyordu. 1588 yılında kurulan İspanyol Armadası’nda komiser olarak çalışmaya başladı. Ülkenin taşrasından ordu için tahıl tedarik ediyor ve vergi topluyordu. Buradaki işini iyi yapmadığı, hesapları tutmadığı için 1597’de hapse atıldı. Don Kişot’u burada yazmaya başladı. Tam adıyla El ingenioso hidalgo don Quijote de la Mancha ya da Türkçesiyle La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote’nin ilk cildi 1605’te, ikinci cildi 1615’te yayınlandı. Roman kısa sürede sadece İspanya’da değil, yakın Avrupa ülkelerinde de sevildi, yayıldı. Çünkü birkaç yıl içinde belli başlı dillere çevrilmişti. İlk cildinin İngilizce çevirisi 1612’de, ikinci cildin çevirisi 1620’de yapılmıştı. Kim bilir, belki William Shakespeare de ölmeden hemen önce bu büyük romanı İngilizcesinden okumuştur?

Don Kişot’ta Cervantes, “mahzun yüzlü bir şövalye”nin, 50’li yaşlarına gelmiş, hayalperest bir toprak ağasının inanılmaz maceralarını anlatır. Don Kişot köylü yardımcısı Sancho Panza ve soylu atı Rosinante ile birlikte maceradan maceraya koşarken biricik (ve hayalindeki) sevgilisi Dulcinea del Toboso ile ilgili de büyük düşler kurar. Don Kişot halkı, vatanı ve hayalleri için kötülere savaş açar, yel değirmenleri ile savaşır, ünü bütün ülkeye yayılır. Deli muamelesi görür ve ülkenin yeni eğlencesi olur. Hemşerileri tarafından köyünde getirilse de uslanmaz ve yine yola düşer. Hep aldanır, hep aldatılır, kendi kurduğu yalanlara inanır, yalanlar üstüne bir hayat kurar.

Romanda, dönemin İspanya manzarasını bütünüyle anlatan muazzam bir derinlik vardır ve modern romanın bütün unsurlarını barındırır. Cervantes, ustası olmayan bir usta olarak bunu tek başına başarmıştır. Farklı yazınsal yöntemler denemiş, karakterlerine derinlik katmıştır. Dümdüz ve siyah-beyaz basitliğindeki saray anlatılarından kurtularak karmaşık bir roman yapısı kurmuştur. Cervantes, Avrupa edebiyatlarına, kendinden sonra gelen büyük sanatçılara ve farklı sanat dallarına bu anlamda muazzam bir miras bırakır. İspanyol rönesansını müjdeler. Farklı romanlar, şiirler, tiyatro eserleri kaleme alsa da hep Don Kişot ile anılmaktadır.

Don Kişot’la yakaladığı büyük başarısına ve şöhrete rağmen, eserlerinden telif ücreti almadığı için çok zengin olamadı. Hatta Don Kişot’un ilk baskısından hemen sonra üç kere korsan baskısının yapıldığı da rivayet edilir. 22 Nisan 1616’da, yani 69 yaşındayken Madrid’de, yoksulluk içinde öldü. Bir manastıra gömüldü. Mezarı uzun yıllar boyunca kayıptı. Nihayet 2015 yılında kemikleri, öldükten çok sonra taşındığı Madrid’deki Trinitarian Manastırı’nda ortaya çıkarıldı. Zaten hiç unutulmamıştı ama 400 yıl sonra cansız bedeniyle bir kere daha hatırlandı.

Cervantes, kolsuz bir gazi, yoksul bir yazar, hesap bilmez bir memur, gezgin bir İspanyol’du. Macera dolu bir hayatı vardı. Romanlarının gücü, yaşadığı hayattan gelmişti. Sürgünler, aforozlar, savaşlar, zindanlar, seyahatler, karanlık işlerle örülü bir hayatın içinden çıkıp modern İspanya’nın kimliğinde adeta bir yapı taşı olmuştu.

Not: İki sayı önce yayımlanan Shakespeare ilgili yazımda sonelerin uyak ölçüsünü sehven “abba-abba- ccd-ede’’ biçiminde yazmışım. Okurumuz Berat Ünal uyardı, doğrusu “abab-cdcd-efef-gg’’ biçiminde olacak. Berat Ünal’a teşekkür eder, okurlardan özür dilerim. 

Arka Kapak dergisi 34. sayı