Sedat Albayrak

Polanski’nin Dokuzuncu Kapı(1999) filminde kitaplarla ilgili enteresan bir meslek konu edinilir. Kitap koleksiyonerlerinin kıtalar arası bir yarışa giriştiği dönemde nadir eserleri araştırıp bularak replikalarından ayıran profesyonel kitap dedektifinin macerası anlatılır. Kahramanımız Corso (Jonnny Depp) Newyorklu büyük koleksiyoner Boris Balkan’a ait ender bir eserin diğer nüshalarını araştırmak için Toledo, Lizbon ve Paris’e giderek sahaf ve koleksiyonerlerle görüşür ve pek tabii olarak bir takım esrarengiz olaylar gelişir. Avrupa tarihi açısından düşünüldüğünde basılı eserlerin beş asırlık serüveni, matbaa devrimiyle reform çağının hız kazanması ve müşterek dil olarak Latincenin varlığı sahafiye kültürünü canlandırarak bugüne kadar yaşatan güçlü etkenler arasında sıralanabilir.

Bir grup iyi okur ya da genç akademisyen bir araya geldiğinde ticarete atılma hayalinin daha naif bir kurgusu olarak çoğu zaman sahaf açma düşüncesinde mutabık kalır. İçlerinden bir kısmı buna, kimi zaman da bir mecburiyetle, girişmiş olmakla birlikte ancak bunların pek azı muvaffak olabilmiştir. Yakınlarda bir grup arkadaşın Vefâ semtinde açtığı Kürkçü Dükkânı Sahafevi yine böyle bir gayretin enteresan numunesi olarak zikredilmeye değer. Birçok kadim meslekte olduğu gibi sahaflığın da usta-çırak ilişkisi içerisinde tevarüs edildiği ve hakikaten ehl-i kitap bu meslek erbabının yetiştiği devirler bugün artık ancak hayırla yâd ediliyor. Ve hatta bu mesleğin “azizleri” olarak anılan belli başlı simaların bir nevi menkıbeleri bugün raflar arasında anlatılmaya devam ediyor. Bu bakımdan sahaflar şeyhi Muhaffer Özak ve Raif Yelkenci’nin yâdı bugün halen diri olarak yaşatılmaktadır.

Sahaflığın neredeyse tamamen internete aktarıldığı, eskicilerin topladıkları mamülleri artık seçmeksizin hurda yığını şeklinde Amazon Nehri’ne bırakır gibi sitelere yüklediği akıl almaz bir piyasaya dönüştü eski zamanın bu nadide mesleği. Belki de yazılı kültür açısından ulema, katipler ve sadr-ı kütübler kadar canlı bir hafızayı yaşatan sahafları geleceğe taşıyamamak sınırlı entelektüel dünyamız adına büyük bir kayıp. Mektepleşmiş sahaflarımızı hatırladıkça ¨Neyi kaybettiğini hatırla¨ köşesinde ilim sarraflığının terazide hafif kalmasının ağır cezalarını çekiyor hafızamız.

Sahaflığa dair belki de tarihte ve kurgularda eşi görülmeyecek bir rehber isim olarak Hans Peter Kraus’u da hatırlamalı. Viyana’da kitapçı çıraklığından başlayarak Newyork’ta sahaflığa açılan, oradan da dünyanın en meşhur sahafı olan efsanevi isim. Zaten otobiyografisinin adı da Bir Nadir Kitap Destanı. Kraus’un I. Dünya Savaşı yıllarında geçen sıkıntılı çocukluğuna rağmen sonsuz ilgisi Roma sikkeleri ve imparator büstleriyle başlamıştır. Metcator Atlası’nı alarak ilk köşelik başarısının ardından bu kısmeti tüm hayatı boyunca onun önünü açar. Pek çok Musevi gibi o da ticarete atılmayı seçer ve sevdiği bir meslek olarak kitapçılığa dört elle sarılır. Savaş sırasında ailesinin desteğiyle ayakta kalsa da tam da Zweig’ın Sahaf Mendel’inin kaderini paylaşarak Viyana’nın tanınmış Yahudilerinden olarak toplama kampına gönderilir. Kaderin iki garip cilvesinden biri çırağının gizli Nazi çıkarak tüm mal varlığını sahiplenmesi, diğeri ise hatırlı bir müşterisi olan Nazi subayı sayesinde kamptan kurtulması. Buradan sonra soluğu Newyork’ta bulan Kraus, namını kendinden önce göndererek Amerikalılara Colomb’un haritasını getirdiğini haber verir ve şöhreti burada da yürür. Dünyanın en meşhur sahafına dönüştüğü yıllarda Martin Luther İncili’ni bularak ana vatanı Almanya’ya astronomik bir rakama satar ve şöhretine şöhret katar. Otobiyografisi sayısız nadir hikâyeyle dolu bu efsanevi isim aranan sayısız eseri koleksiyonlara, kütüphanelere ve ülkelere kavuşturmuştur. Bugün hâlen İstanbul’un hatırlı sahaflarından Sakallı Lütfi mahlaslı Müteferrika Sahaf’ın bu eseri tercüme ettirerek neşretmesi tarihin ve kurgunun peşindeki imkânsız sahaf hayaline yaşanmış müthiş bir hediye sunarak meraklılarınca okunmayı bekliyor. 

Arka Kapak dergisi 22. sayı