Fatih Mutlu

Sanatta ve edebiyatta yüzyıllardan yüzyıllara intikal eden eserlerin hemen hepsinin ortak noktası, insanı tarif etmedeki isabetidir. Elbette ki her insan ayrı bir dünya, her hayat ayrı bir hikayedir; ancak beri yanda yaratılıştan bugüne devam eden ve tüm dünyalarla, tüm hikayelerle vücut bulan ve şekillenen bir de büyük insanlık serüveni vardır. Bahsi geçen eserler, en küçük bir zaman diliminde, en müstesna bir tecrübeyi de aktarsa, insanı isabetlice tarif edebildikleri için, büyük insanlık serüvenindeki bir boşluğu doldurur, bir noktayı aydınlatır ya da yeniden tanımlar. Başka hikayeleri de sever tutarız, başka şiirleri de defterimize yazarız, başka filmler de hafızamıza kazınmıştır ama İbn-i Hazm’la, Yunus Emre’yle ya da Mecid Mecidi’yle kurduğumuz rabıta bambaşkadır.

Hasan Aycın’ın, ilk albümü Bocurgat’ta da yer alan bir çizgisi var: Ezelden gelen ve halen devam etmekte olan seri noktaların arasında bir parantez açılır. Parantezin içinde bir insanın ayak izleri başlar, devam eder, son bulur ve parantez kapanır. Parantezden sonra seri noktalar ebede doğru devam eder.

Bahsettiğimiz büyük insanlık serüveninin özetidir adeta bu çizgi. Parantezin içindeki, hepimizin hikayesidir; hepimiz, yaşadığımız hayatla büyük insanlık serüveninin bir yerinde sahneye çıkar, bilinçli veya bilinçsizce vazifemizi yerine getirir ve sahneyi terk ederiz. Her hayat ayrı bir parantez, her parantez büyük serüvenin ayrılmaz bir bütünüdür; ne bir eksik ne bir fazla…

Öte yandan, Hasan Aycın külliyatının da özetidir adeta bu çizgi. Aycın’ın çizdiklerinde ve yazdıklarında, çizdiklerinin ve yazdıklarının temel alt metnini oluşturacak şekilde yoğundur büyük insanlık serüvenine yapılan atıflar. Aycın çarpıcı hikayeler anlatır, dokunaklı mesellere yer verir, his ve fikir dünyamızı sarsacak radikal bahisler açar; kimi zaman günceldir, kimi zaman tarihi bir olaya dayanır, kimi zaman bir masalın harikuladeliklerini barındırır bunlar; ancak bunları, hiçbir zaman birbirlerinden bağımsız kurgulamadığı gibi, aslolanın büyük insanlık serüvenindeki kaygılar, umutlar, buhranlar, müjdeler… olduğunu unutturmayacak bir biçim ve içerikle paylaşır.

Hasan Aycın, “Al Pembecik Gül Pembecik” ve “Esrârnâme” başlıklı eserlerinin ardından yazdığı Sâhipkırân’la, geleneksel metinler ve geleneksel anlatım teknikleriyle devam eden yolculuğuna yeni bir boyut kattı. İlk iki eserinde Keloğlan masalları aracılığıyla mesajını iletirken, Sâhipkırân’da bu kez sözlü edebiyat geleneğimizin diğer köşe taşlarından olan Hamzaname’leri yeniden yorumladı.

Hamzaname’leri birkaç açıdan yeniden yorumlanmaya muhtaçtı: Evvelen, Hz. Hamza’ya (r.a.) atfedilen yiğitlik hikayelerinin bir kısmı, içerdikleri yanlışlarla, O’nun ve tarih boyunca O’nun yolundan gidenlerin hatıralarına apaçık saygısızlık niteliğinde birtakım unsurlar barındırıyordu. Ayrıca bunlar, Hamzaname’leri doğuran ve destekleyen medeniyetin temel direklerini zedeleyecek nitelikteydi. Dahası, hikayeyi ilerletme ya da derinleştirme noktasında hemen hepsinin varlığı-yokluğu farksız, etkisiz elemanlar olması, hikayeleme tekniklerine ilişkin kadim ilkelere de ters düşüyordu. Nihayet, Hamzaname’lerin, asker ocaklarında anlatılan motivasyon hikayeleri olmaktan çıkarılıp, Hasan Aycın imzasını taşıyan bir eser olarak büyük insanlık serüvenine doğru bir şekilde dahil edilmesi, orada doğru bir şekilde konumlandırılması gerekiyordu (ki, diğer yorum alanlarındaki müdahaleleri de kapsayan bu büyük meydan okuma, Hamzaname’leri belli bir dünyanın belli bir zümresinden insanoğlunun kültürel yekununa devretmek manasını da taşıyacaktı).

Bu yorumla ortaya çıkan Sâhipkırân’da, Hasan Aycın’ın buraya kadar tanımlamaya çalıştığımız zorlu dünyasına derinden nüfuz edebilmek mümkün. Bir kere, hikayenin her yerinde “Bu senin hikayen; bu hikayede anlatan dinleyenden, dinleyen anlatandan gayri değildir” diye fısıldıyor Aycın. Henüz Son Peygamber (s.a.v.) dünyayı teşrif etmeden önce yaşayan bir İslam kahramanının merkezde olduğu bu sergüzeşt, “Bu hikaye oradan başlar” denilerek tâ yaratılış öncesinden anlatılmaya başlanıyor. Nihayet, gerek ana hikayenin ritmi, gerek yan hikayeler arasında kurulan köprüler, gerekse de Aycın’ın üslubu, okuru standart merakından soyutluyor, Sâhipkırân’ın hiçbir yerinde “Acaba maceranın sonunda ne olacak?” denilecek alan kalmıyor. Çünkü ezelden gelen o noktalar ebede gidiyor.

Aycın’ın Sâhipkırân’dan sonra yayınlanan eseri Bin Hüseyin de Sâhipkırân’ınkine paralel bir süreçle ortaya çıktı. Aycın bu kez Battalname’leri yukarıda tarif ettiğimiz gibi bir yorumla değerlendirerek Bin Hüseyin’i yazdı. Malum, Battalname’ler, “Battal Gazi” namıyla bilinen Seyyid Hüseyin Gazi’nin sergüzeştine yer verir. Ancak, Bin Hüseyin, bunun yanısıra, Hasan Aycın külliyatı için de özel bir yere sahipti: Sâhipkırân, Son Peygamber’den (s.a.v.) önce yaşamış bir İslam kahramanı iken, Battal Gazi, Son Peygamber’e (s.a.v.) tabi bir İslam kahramanıydı. Yani, büyük insanlık serüveninin mütemadiyen devam ettiğini mütemadiyen belirten Aycın, Sâhipkırân ve Bin Hüseyin’le İslam’ın insanlık için bir milat olarak işaret ettiği Son Peygamber’in (s.a.v.) zuhurunun öncesinde ve sonrasında serüvenin farklı (ama aslında aynı) tezahürlerini vurguluyordu -Noktalar devam ediyordu.

Hasan Aycın şimdilerde kendi ifadesiyle bu iki eseri tamamlayacak, “üçlemenin” son kısmını oluşturacak bir eser üzerinde çalışıyor: Aşkname. Aşkname, bir aşk hikayesi; ama diğer ikisinden farkı, günümüzde geçiyor olması. Bir yazarın, yaşadığı devrin hikayesini anlatması geçmişi ya da öngördüğü geleceği anlatmasından daha kolaymış gibi görülebilir ilk anda. Fakat yazar da okur da çok iyi bilir ki, aslında bu en zorudur. Hele ki, Hasan Aycın gibi yaşadığı devri geçmişten ve gelecekten asla ayrı tutmayan, her hayatı büyük insanlık serüveninin bir parçası olarak ele alan, bu bilinçle okuyan, yazan, çizen ve anlatan biri için… Nitekim, kendisi de Aşkname’nin, külliyatında sıradışı bir yere sahip olacağını, bu yüzden sıradışı bir heyecan ve meydan okumayla Aşkname üzerinde çalıştığını belirtiyor. Şimdi sıra parantezin içindeki ayak izlerinde…

Huşu ile bekliyoruz.

babilcomdanalabilirsiniz


Sahipkıran / Nam-ı Diğer Hamzaname
Hasan Aycin
İz Yayıncılık