Yunus Emre Tozal

Columbia Üniversitesi’nde Bilim Tarihi alanında dersler veren Prof. George Saliba’nın İngilizce olarak 2007 yılında yayımlanan ve Türkçeye Mahya Yayınları’ndan ilk 2012’de İslam Bilimi ve Avrupa Rönesansının Oluşumu ismiyle çevrilen kitabı, 2015’te ikinci baskısını yaparak özellikle bilim tarihi alanına ilgi duyan okurlarca epey gündeme getirildi, tartışıldı. Yayımlandığından itibaren bilim tarihi alanında ses getiren ve tartışmalara konu edilen kitabın en büyük başarısı, şüphesiz 17.yüzyılda Avrupa’daki bilimsel gelişmelerin ve özellikle Rönesans’ın oluşumunda İslam medeniyetinin ve kültürünün etkisini ortaya koymasıydı.


İslam Bilimi ve Avrupa Rönesansının Oluşumu
George Saliba
Çevirmen: Günseli Aksoy
Mahya Yayınları

Rönesans hareketi sonrası Avrupa’da Antik dünyanın bilimsel klasiklerine ilginin yeniden artması, teoloji ve doğa bilimlerinde yeniden bir uyanışı tetikledi. Rönesans döneminde özellikle 1500 ve 1600’lü yılların sonlarına doğru İslâm bilgin ve düşünürlerinin eserleri Batı Ortaçağ bilim dili olan Latinceye çevriliyordu. Prof. Saliba’ya göre yine bu dönemlerde İslam bilim tarihindeki gelişmelerle Batı’da keşfedilen ve Rönesans ve Reform hareketlerinin başlamasına sebep olan gelişmelerdeki benzer sonuçlar, iki kültür ve medeniyetin birbirleriyle olan ilişkilerinin ne kadar da aktif olduğunu gösteriyor. Dönemin önde gelen Müslüman filozof ve ilim adamlarının eserlerinin Latinceye çevrilmeleri neticesinde, Batı’da Ortaçağ’ın son dönemindeki bilim insanları etkilenmiş ve günümüze kadar da bu etkinin hangi alanlarda, nasıl ve ne boyutta olduğuna dair araştırmalar yapılmaya başlanmıştır. Bugün özellikle Batı’da konu hakkında pek çok eser yayımlanmaktadır. Nitekim Kindi (öl. 873)’den başlayarak Farabi, İbn-i Sina, İbn’ül- Heysem, Cabir b. Hayyan, İbn Rüşd, el- Bettani, Gazzali, İbn’ül Arabî gibi İslam bilgin ve düşünürlerinin Batı Rönesans’ının doğmasına önemli etkileri ve katkıları olmuştur. Öyle ki Aquinolu Thomas, Roger Bacon, Dun Scotus, Réne Descartes vb. pek çok Ortaçağ ve Rönesans bilgin ve düşünürleri İslam bilgin ve düşünürlerinden çeşitli konularda etkilenmişlerdir. Rönesans döneminden sonra özellikle Batı bilim ve düşüncesinde önemli gelişmeler gösteren modern kimyanın kurucusunun Cabir b. Hayyan olduğu, modern optiğin temelinde İbn Heysem’in önemli bir yere sahip olduğu, Astronomi’de el-Battani gibi birçok İslam bilgininin katkısının bulunduğu, modern sosyolojinin kurucusu olarak İbn Haldun’un kabul edildiği bugün bile tüm dünyada büyük ölçüde genel kabul görmüş teorilerdendir. Hatta Yeniçağ felsefesinin kurucusu kabul edilen R. Descartes (öl. 1650)’ın metodik şüphe yöntemi anlayışını Gazali (öl. 1111)’den etkilenerek oluşturduğu belirtilir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.

Prof. Saliba, kitabıyla İslam’ın bilime dair bakışını yorumlarken, sadece öteden beri din ile bilim arasındaki ilişkiyi Avrupa açısından değerlendirerek bir “çatışma”dan ibaret gören kesimlere karşı çıkmakla kalmıyor, aynı zamanda İslam ve Batı arasında kültürler arası uzun bir süredir zengin bir alışveriş olduğunu da gösteriyor. Rönesans bilim tarihindeki, en önemlisi de İslam bilim tarihindeki klasik anlatıyı ezber bozacak yorumlarla, Muhammed b. Musa’nın Batlamyus’u eleştirisinin, Razi’nin Galen’e karşı Şükuk’unun, İbn el-Heysem’in Batlamyus’a karşı Kuşkular’ının ve buna benzer nice başka çalışmanın, dönemin dini otoritelerine karşı değil, Yunan bilimsel geleneğine karşı yazılmış metinler olarak ortaya çıktığını delilleriyle izah ediyor Prof. Saliba. Avrupamerkezci etkilerden uzak olarak dikkatlice gözden geçirildiğinde, Rönesans’ın zihinlerdeki imajını İslam bilim geleneği açısından yeniden yorumluyor. Kitap bu yönüyle aslında muhteşem bir bakış açısı sunuyor bilim tarihi alanındaki araştırmacılara, İslam bilim alanındaki çalışmaların yeniden elden geçirilebileceğini, böyle bir çalışmanın zihinlerdeki Rönesans imajını tamamen ters-yüz edebileceğini belirtiyor.

Prof. Saliba, İslam ve Arap biliminin tarihi ile ilgili güncel eğilimleri eleştiriyor ve en son gelişmeleri de göz önüne alarak İslam kültür ve medeniyetinin entelektüel geçmişinde bulunan birikimleri ve başlıca eğilimleri, zihinlerdeki klasik anlatıyı reddederek yeni bir tarih denemesi sunuyor. Saliba, kitabı okuyacaklara, kitapta ele alınan meseleleri İslam bilim geleneğinin büyüklüğünün bir ifadesi olarak algılamamaları konusunda uyararak, İslam ve Arap dünyalarının “sömürge sonrası” döneminde kendi öz tarihini, kimliğini ve geçmişini düşünerek okumasını tavsiye ediyor. Saliba böylece okurları, asıl mesajına; yani anlatılagelen siyasi ve dini tarihleri değil, bilimsel üretimin oluşmasında rol oynayan karmaşık sosyal, ekonomik ve entelektüel koşulları ön plana alan bir tarihin yazılışı üzerine düşünmesinin önemine yönlendiriyor.

Din-Bilim Çatışmalarındaki Dönüm Noktası:
Gazali ve Filozofların Tutarsızlığı
 Kitabı

13. yüzyıldan sonra İslam dünyasının gökbilim alanındaki keşiflerinin Yunan gökbilimsel kuramını altüst ettiğini, hatta bununla da sınırlı kalmayıp Rönesans üzerinde temel bir etki yaptığını savunuyor Prof. Saliba. Klasik anlatıya göre bu yıllarda bilimin tam anlamıyla öldüğü; İslam dünyasında akılcılığın da ölü olduğu bir dönemden geçtiğini ifade ediyor ve Gazali’nin (ö. 1111) Filozofların Tutarsızlığı (Tehâfüt el-Felâsife) eserinin dönüm noktası kabul edildiğini ifade ediyor. Prof. Saliba, tartışmalara göre Gazali’nin kitabını okuyanların, felsefe ile bilim arasındaki doğrudan ilişkiyi, birine yapılan saldırının diğerine de yapılabileceğini görmekle kalmadığını belirtirken, aynı zamanda Gazali’nin doğrudan geleneksel İslam anlayışının öncüsü kabul edildiğini, kitabının da dinî düşüncenin zaferi olarak anlaşıldığını belirtiyor. Dolayısıyla Gazali, tartışmaların odağında yer alıyor ve Gazali’nin dinî düşüncenin karşıt görüşü olan akılcı bilimsel düşünceyi öldürdüğüne inanılıyor. O kadar ki, fizikçi Pervez Hoodbhoy’un da Islam and Science kitabında ifade ettiği üzere Gazali, sonraki dönem İslam medeniyetindeki akılcı, yani bilimsel düşüncenin çöküşünden tek başına sorumluydu.

Gazali’nin düşüncesine dair oluşturulan ortak görüş, din ile bilim arasındaki ilişkide yer alan yangını körüklemekle kalmamış, o kadar yaygınlaşmıştı ki, Gazali’den önce ve sonra yazılan bilimsel metinlerin okunmasını da etkilemişti. Prof. Saliba tam da bu noktada Gazali döneminden önceki bilim ve din arasındaki çatışmasına odaklanmanın o dönemde çalışan bilim insanlarının ana kaygısının ithal edilen Yunan bilimsel geleneğini din açısından değil, bu geleneğin taşıdığı yanlışlar açısından eleştirmek olduğu gerçeğini ikinci plana itmiş olabileceğini söylüyor. Muhammed b. Musa’nın Batlamyus’u eleştirisinin, Razi’nin Galen’e karşı Şükuk’unun, İbn el-Heysem’in Batlamyus’a karşı Kuşkular’ının ve buna benzer nice başka çalışmanın, dönemin dini otoritelerine karşı değil, Yunan bilimsel geleneğine karşı yazılmış metinler olarak ancak son zamanlarda ünlendiğinin de altını çiziyor. Son tahlilde Prof. Saliba, Razi’nin ve İbn Heysem’in kitaplarının, İslamî birçok dinî ve hukuki eserin ünlü Avrupalı oryantalistler tarafından titizlikle incelendiği 19.yüzyılda değil, 20.yüzyılın son yarısında yayına alınmasının bir rastlantı olmadığını da belirtiyor. 19.yüzyılda bilim insanlarının Gazali’den sonra yazılan bilimsel metinlerin yüzüne bile bakmadığını, bu eserlerin içeriğini kimsenin incelemediğini, önem verilmediğini de söylüyor.

Prof. Saliba, İslam medeniyetinin çöküşünün nedeninin karşılaştırmalı bağlamda ele alınması gerektiğini söylerken, çöküşün nedeninin sadece Gazali’nin Filozofların Tutarsızlığı kitabının etkisi ya da Haçlı ve Moğol istilalarının değil, 16.yüzyıl ve sonrasının dış dünya koşulları olduğunu da belirtiyor. 16. yüzyılda yapılan coğrafi keşifler ve Yeni Dünya fikri çerçevesindeki hareketliliğin bir yarış başlattığını ve bu yarışın da Avrupalılar ve dünyanın geri kalan kısmı arasında geçtiğini, Avrupalıların bariz olarak önde olduklarını, halen bu yarışın yoğunlaşarak devam ettiğini açıklıyor. Yarışın sonucunu biliyoruz, Avrupa yükseliyor, İslam coğrafyasındaki ülkeler hızla inişe geçiyorlar. Prof. Saliba, göreceli açıdan eğer bir kültür, gücü yettiği için daha çok ve daha iyi üretiyorsa diğer kültürün ne olursa olsun çöküşe geçmiş gibi gözükeceğinin altını çiziyor. 

Arka Kapak dergisi 33. sayı