Necip Tosun

İsmet Özel, hayattayken kendi masalını yazmış, anlatmış bir yalnızdır. Onun yalnızlığı bir bakıma yalnızlığın “reddedilerek”, yalnızlığa kendince yeni bir anlam yüklenerek yaşanmış bir yalnızlıktır. Müslüman olarak aştığını düşündüğü yalnızlığı başka bir biçime girerek şiirle, düşünceyle iç içe sürdürülen bir yalnızlık olmuştur. Bu, tekliflerinin, çabalarının boşa çıkacağını bile bile yazmayı sürdürmesi şeklinde tezahür eden bir yalnızlıktır. Onunki Allah’a yakın, dostlara, topluma uzak bir yalnızlıktır.

İsmet Özel hayatı boyunca, biricik olmanın, ayrıksı olmanın, boyun eğmemenin peşinden gitmiştir. Uzak durmak istediği yegâne duygu ise “sahtelik” olmuştur. Sürünün içinde olmak, kalabalıklara karışmak, -mış gibi yapmak, dünyanın ışıltısına kapılmak, dünyanın tuzakları olarak gördüğü şeylerdir. O, her dönemde iktidarların kolayca avladığı çoğunluktan ayrı durmuştur. Komünist iken de Müslüman iken de içinde bulunduğu topluluklardan kendini soyutlamış, muhalif, kişisel bir dünyadan seslenmiştir. Sorulu, yaralı bir şair olarak bir yerde sebat etmesi de mümkün değildir zaten. Sesi kalabalığa karıştığında, ortak bir kimlik içinde sesi duyulmaz olduğunda hemen kenara çekilmiş, her türlü aidiyeti reddetmiştir. İsmet Özel, önündeki yollardan sadece kendinin açtığı yola inanır: “Biricikliğimi fark etmedikçe, kendim hâline gelmedikçe, hangisi olursa olsun, hiçbir yolda yürüyemem. Kendim hâline gelmem demek kimliğimi keşfetmem, bu da tarihte muayyen bir yerim olup olmadığını anlamam demek. Buluş bizzat benim eserim olmalı. Çoğunluktan ayrıldım. Nasıl mı yaptım bunu? Tuzağa düşmeyerek, tuzağın farkına vararak.”

İsmet Özel, bağımsız, özgür, bağlantısız yazar tanımına uygun bir yazar imgesi oluşturduğu için efsane olma mertebesini de çoktan hak etmiştir. Tarikat, siyaset, cemaat ve iktidar imkânlarını tümüyle reddetmiş, huysuz/geçimsiz tanımlamalarını umursamadan kendi çizdiği yolun peşinden gitmiştir. Bütün bunlar ister geçimsiz ruhi yapısından, isterse bile-isteye yaptığı düşünsel bir maceradan kaynaklansın sonuçta her zaman marjinal, muhalif ve en uçtan seslenmiş, rahatsız etmiş, kalıplara, şablonlara başkaldırmış, hep ele avuca gelmez bir yazarlık imgesi çizmiştir. O tıpkı bir kitabının ismi gibi hep Evet, İsyan hâlinde olmuştur. Bütün isyanlarını da sahicilik üzerinden yapmıştır. Kopuş ve isyan, başkaldırı ve eleştiri üzerinden bir düşünsel dünya kurgulamıştır: “Neresiymiş şair-komünist- Müslümanın bulunduğu yer? Neden onun davetine hiç kimse -bir kişi bile- icabet etmemiş? Demek ki şairin bulunduğu yeri ve niçin onu kimselerin tınmadığını da açıklamak gerekiyor. Ben kimim? Ben nesli tükenmiş bir insanım. Beni araziye uyduramadıkları, mutasyona uğratamadıkları için itlaf edemediklerini gayet iyi biliyorum.” Amerika, Batı, İran, Orta Doğu, partiler, Türklük konusunda herkesten önce konuşmuş, sürekli eleştirilmiş ama zaman hep onu haklı çıkarmıştır. Ama bu sahiciliğinin bedelini ödemekten korkmamış, ganimet toplamaya yanaşmamıştır: “Önüme ağlanmadan geçilmez caddeler açılmıştı.”

İsmet Özel’in tüm bu tavırlarının arkasında aslında şair kimliğinin, şair duruşunun yansımaları vardır. Şiirini haklı çıkarmak için düşünsel boyutunu tamamlamaya çalışmıştır denilebilir. Vazgeçişleri de bu yüzden net ve kolay olmuştur. Çünkü her durumda onu tanımlayacak kimlik şairliğidir. Şiirinde idealize ettiği dünyanın karşılığını düşüncede aramıştır. Düşünsel yazıları, şiiriyle ulaşamadığı çevrelere yeni bir dille ulaşma çabasıdır. Ama her iki durumda da, hem sosyalistliğinde hem de Müslümanlığında yalnızlığa ulaşmıştır. Aynı fotoğraf içinde anılmaktan hoşlanmadığı çevreleri terk etmiştir. Kazanan değil kaybeden, iktidar değil mağdur safında yer almak aslında onun tabiatından çok şiirinin de talep ettiği bir şeydir: “İlk mektebe başladığımın daha ilk ayında zil çalar çalmaz sınıftan koşarak çıktığım için pusudaki kadın öğretmenden bir tokat yedim. O günden beri gücünü üzerimde denemeye yeltenen resmi veya gayr-i resmi her türden otorite açıktan düşmanım oldu. Bu düşmana haddini bildirmek bahse konu olunca en büyük desteği bana şiir verdi.”

İsmet Özel yalnızlığını izahta anahtar kelimeler otorite ve sahiciliktir. O daha başta yolunu çizmiştir: “Yetişme çağlarımdan itibaren benim kendilerine özendiğim insanlar hangi çağda, hangi ülkede, hangi kültürü benimsemiş olurlarsa olsunlar umumî kabullerin sığ katmanlarını terk etmeyi bilen ve hayatlarındaki hususî derinleşmeyi başarabilen insanlardı.” Aradığı, umumi kabulleri reddeden, kendi içinde derinleşmeyi başarmış dostlar, sesinin yankısını bulduğu arkadaşlardır. Ama her arayışı hüsranla sonuçlanır. Sonra kendisine kızar: “Bunun böyle olacağını bilmeliydim. Yine de insanlardan kopuşumu (toplumsal yabancılaşmam) hayıflanacak bir şey olarak anmıyorum.” der. Bu yüzden yaşadığı yalnızlık, tekliflerinin karşılıksız kalması, sesinin yankı bulmamasıdır. Sosyalist iken de Müslüman iken de yalnızlığını yenememiştir. Otoriteye hep surat asar. Emperyalizme surat asmak hakkıdır çünkü. Okura karşı ise hep kırgındır. İnsanlar, hakikiliğini, doğruluğunu bilseler bile bir bedel ödemek zorunda kalacakları için ikiyüzlülük yapıp yan çizerler. Bu nedenle yazdıklarının bir anlamı olmadığını düşünür. Yine de yazmayı sürdürür. Kimse onurlu olmayı seçmemektedir. Oysa yazıyla insanlığı duyuşumuzu engelleyen kurumları, durumları işaret etmek ister.

İsmet Özel Müslüman olduktan sonra yalnızlığı yendiğini söyler. Bir Yaratan’ı olduktan sonra insan yalnız olamaz. Ne var ki hiçbir dostu, arkadaşı, birlikte hareket edeceği grubu yoktur. İsmet Özel, kendi tabirleriyle ne kadar bilinçlendiyse, ayıktıysa şaşkınlığa uğrar. Artık nasıl bir toplumda yaşadığının, uğradığı toplum katmanlarının künhüne vardıysa da bu bilgileri kendisine nakledecek insanları bulamaz. Gitgide toplumdan yalıtılır, toplumsal bir yalnızlaşma yaşamaya başlar. Onun karşılaştığı anlayış yetersizliği, meseleleri kavramada insanların gösterdiği neme lâzımcılık, gerçeğe yaklaşırken gösterilen gevşeklik ve nihayet dünya şartlarına teslimiyete varan yılgınlıktır. Gazete yazılarının insanlardaki karşılığını bilememenin tedirginliği içinde gazete yazarlığına ara verip dergi çıkarmaya karar verir. Ancak daha dergi çıkmadan bundan vazgeçer: “Bir dergi çıkarma hazırlığına giriştiğimde gördüm ki birlikte yola çıkabileceğim nitelikte hiçbir insan tanımıyormuşum.” Artık her adımının boşluğa düştüğünün farkındadır.

Kendine “aylak”, “uyumsuz”, “otorite karşıtı”, “kadirşinas itaatsiz”, “tevarüs edilmemiş asalet” kavramlarını yakıştıran İsmet Özel, dost kazanmayışının arkasında da bu tutumları olduğunu belirtir: “Ben bugünlere kadar altmış yedi yıl boyunca yükünü çektiğim ömrümü aylak bir zarafet içinde yaşadım. Hep aylaktım. Şimdiye kadar ‘toplumsal kurum’ dedikleri ve bu ülkede yaşayan herkesi asıl şeklinden mahrum bırakan şeylerin hiçbirine sadakat göstermedim. Hep zariftim. Zarafetim gereği elimi, asalet unvanımın beni dokunmaya icbar ettiği şeyden bir başkasına hiç değirmedim. Çarşıya pazara çıkmam, dostlar alışverişte görsün tedbirine hiç uymaz. Belki dost kazanamayışım böyle sonuçlandı.”

İsmet Özel insanlardan kopuşunu (toplumsal yabancılaşmayı) davasına, mücadelesine bağlar. Ne kendi gibi sosyalist ne de kendi gibi Müslüman bulabilmiştir. Senden başka Müslüman yok mu sorusuna şöyle cevap verir: “Aynaya baktığımda bazen görüyorum”. Bu bakış açısından bakan birinin yalnızlığı kaçınılmazdır. Hiçbir işini dostlar alışverişte görsün diye yapmaz. Kuşkusuz dâhil olma değil, söz sahibi olma, muktedir olma konumuna taliptir. Ancak orada da dikiş tutturmak, bir cemaat oluşturmak niyetinde değildir. Çünkü daha baştan nabza göre şerbet vermeyi, ikbal avcılığı yapmayı reddeder. Uyarmak, sarsmak ve rahatsız etmek istemektedir. Ne okura ne de etrafındakilere sevimlilik peşindedir. Okuyucularına şöyle seslenir: “Bu satırları okuyorsanız, sizler benim uyumsuzluğuma, uyuşmazlık çıkarmamda ısrar edişime ilgi duyuyor olmalısınız.” Kimseyle bir köprü kurma amacı taşımaz. Kendi adacığında konuşmaktadır. Zaten seçtiği yazarlık tutumu da budur.

Tüm yazdıklarının beyhude bir çaba olduğunu daha yazının içinde belirtir. Bu anlamda kırgın, üzgündür. Ama bunları yazmamanın da vebal olduğunu belirterek, “İsteyerek değil, sorumluluğumu yerine getiriyorum.” der. Neredeyse zorla yazdığını, keyifsiz yazdığını açık açık belirtir. O bilir ki bu yazılar faydasız yazılardır. Bu anlamda İsmet Özel kalabalıklara, yığınlara değil, kendini anlayabilecek, aynı dili konuştuğunu umduğu bir kişiye yazıyor gibidir. Onun tüm yaşadıklarından sonra kimi yazdığını, muhatabını da çıkarabiliriz: O kişi genellikle aynaya baktığında gördüğü kişidir: kendisidir. Son dönemde onu yalnızlığa sürükleyen nedenleri şöyle açıklar: “Neyin aslını öğrendiysem orada acı beni buldu. Bildiğimin başka bilinenlere uymadığı gerçeğiyle karşılaştıkça acının yükselişine şahit oldum. Bunlara bir de meseleleri nasıl gördüğüm konusunu nakletme yolundaki çabalarımın boşa gidişi eklendi. Mekânımız piyasadır. İnsanlar dost değildir. Hayatta hiç kimsenin akrabası kalmamıştır. İnsan kılığında gördüklerimiz müşterilerdir.”

Onun yalnızlığı, bir bakıma her karşılaştığı insanın Hızır, her gecenin Kadir gecesi olma beklentisiyle ilgilidir. Bu üst beklenti yıkımla sonuçlanır. Her anını yüksek elektrik yüklü bir devrimci ruhla yaşayan bu insanlar, yaşadıkları derin hayal kırıklıklarıyla, elektrik kaçaklarıyla karşılarındakini çarpar, trafo patlatır ve sonunda etraflarına kimseyi yaklaştırmazlar.

İsmet Özel’e yönelik en sık eleştiri “sürekli kendinden bahsederek, her konuda kendini merkeze alarak büyük bir kibir sergilediği” yargılarıdır. Oysa İsmet Özel, insan tekinin macerasının aslında insanlığın macerası olduğunu belirtir ve attığı her adımı bu geniş perspektiften kurgular. Onun birikimi, bakışı, tecrübesi bir bakıma insanlığın macerasıdır. Tüm şiir macerası ve düşünce yazılarını bu sorumluluk bilinciyle kaleme alır. Yalnızlığı biraz da kendi insanlık masalına sahip çıkmasıyla açıklanabilir. İsmet Özel neyi anlatırsa anlatsın merkezdedir. Bir insan olarak kendi durduğu, baktığı yerin hesabını verir. Kimse adına söz almaz. Zaten yan yana duracağı ikinci bir kişi de yoktur. İsmet Özel kendinden yola çıkarak bu ülkede düşünme yöntemleri göstermiş, insanın nasıl hayat boyunca kendi içinde derinleşebileceğini örneklemiştir. İsmet Özel söyleyeceği her şeyin kendi sözü olması için bir başkasıyla irtibatlandırmaya, birlikte anılmaya itiraz etmiş ancak kendi macerasının teklifini ve sorumluluğunu üstlenerek, yalnız, yapayalnız olarak algılanan bir yazarlık imgesi yaratmıştır. Bu yüzden İsmet Özel bir tavırdır, fotoğraftır, itirazdır. Belki de en çok artistik hayatıyla şiirdir. Bu, bedeli ödenmiş bir hayattır. İsmet Özel bu yüzden belki de son iyi atlıdır. Ondan sonra şiirde efsaneleşen tek isim çıkmamıştır.

Sanki İsmet Özel, tek kişilikli bir dünya oluşturmayı daha baştan seçmiştir de; tüm bu yaşamında, sebepleri tek tek elemiş, kendi vicdanını rahatlatmış gibidir. Bir oyun kurmamıştır elbette ama kendini doğrulamıştır. Biricikliğini, ayrıksılığını, yalnızlığını, yalıtılmışlığını tartışılmaz bir zemine oturtmuştur. Kendi masalını, hep peşinde olduğu kaderini aklamış, pırıl pırıl parlatmış, itirazsız kabule hazırlamıştır. İsmet Özel hem yalnızlığı seçmiş hem de hep gündemde kalmayı başarmış “özel” yazarlardan biridir. Onun yenilik, canlılık, tazelik arayışı ile değişimi arasında bir paralellik kurmak mümkündür. Ortak fotoğraflara itiraz, fotoğraftan çıkma onun bu yenilik, canlılık arayışının bir parçasıdır. Hayal kırıklıklarında bile içten içe kendine çıkardığı övgü, haklılık payı da onun bu portre arayışını doğrular. İsmet Özel’in kurduğu İstiklal Marşı Derneği bir son cephe, savunma hattı, “yalnızlık evi” gibidir. Oysa savaş bitmiştir: “Savaş bitmiş ben nöbette unutulmuşum.” Büyük yazarlara tam da bu yakışır: Nerede olurlarsa olsunlar hep yalnız ve biricik. Bırakın bu yazarlardan alınacak büyük dersleri ve öğretileri, onlarla aynı çağda yaşamak bile ayrıcalıklı bir durum. 

Arka Kapak dergisi 26. sayı