Feride Özge Yılmaz

Günümüz insanı düşünerek, üreterek varolmak yerine, görünerek varolmayı seçiyor; eşyalara, nesnelere tutunarak ilerlemeyi kendine düstur edinmiş durumda. İthal edilen tartışma konularıyla, ithal edilen gündem başlıklarıyla uyanışın sağlamlaşacağına inanıyoruz. İnsanlık, piyasanın hizmetinde, kendi dünyasının fazlasıyla uzağına gitmiş durumda. Modernite dediğimiz durum insanlığın etrafını çepeçevre sarmış; hareket etmesine hiçbir şekilde izin vermiyor. Zamanın getirdiği durumla yaşamayı, tüketimi bir tehdit olarak görmeyip yaşamanı sürdüren bir insanlık tablosu var şimdilerde karşımızda.

Mahmud Erol Kılıç’ın Hayatın Satır Araları-Modern Zamanlarda Kendini Bulmak kitabı, çağımızın ve bu çağa ayak uyduramayan insanların nasıl bir duruma düştüğünün yazılı bir metni. Kitapta bir bölüm fazlasıyla dikkat çekmekte; “Her şey fanidir. Doğan her şey ölür. Bir şey doğumlu, dolayısıyla ölümlü ve sınırlı ise, ona yüklenecek mana da sınırlı olmalıdır. Bu sebeple sınırda kalmak değil, sınırı geçmek lazım. Sınırdan sınırsıza, sonludan sonsuza yüz çevirmek…” Bu cümleler dünyaya bakışı ifade ettiği gibi hayatın ne için yaşanması gerektiğinin de bir özeti gibi… Yaptığımız tüm hareketler ve davranışlar bizlere asıl baki olanın kapısını açmadığı sürece biz yanlış noktadayızdır. Bunun bilincinde yaşamanın ve modern zamanın esaretinden kurtulmanın yegane ölçüsü bu hakikattır. Kendimizi ne kadar kandırırsak kandıralım insan olma fıtratının dışında yaptığımız her hareket bizi bizden uzaklaştırmaya yetiyor. Tatmin olmak için uzandığımız her dal aslında bizi bataklığa iten sebeplerden ötesine geçmiyor. Bu şeklide gün geçtikçe daha fazla tükenen ve son bir adımla daha da mutlu olabilmek için tüketmeye devam eden insanlar olmanın ötesine geçemiyoruz. Nihayetinde daha fazla mutsuz ve daha fazla anlayışsız insanlar olmamız kaçınılmaz bir son oluyor.


Hayatın Satır Araları
Modern Zamanda Kendini Bulmak
Mahmud Erol Kılıç
Sufi Kitap

Sosyal medya ve yayın organları her şeyin gözler önünde yaşanması gerektiğini, insanların adeta bir vitrin gibi her türlü hâl ve hareketinin sergilenmesi gerektiğini bizlere aşılamakta. Biz bu aşılanma sebebiyle her geçen gün değerlerimizi ve sınırlarımızı tüketmekte ve bu tüketim ölçüsünde ne kadar çok tüketirsek o kadar çok tükeneceğimizin farkına varamamış durumdayız. Bu yolda ilerleyerek doğru olanı yapıyormuş gibi davranmak bizleri bitmek bilmeyen bir ruh doyumsuzluğuna eriştirmekte ve bizi zamanla şimdilerde moda olan “tükenmişlik sendromuna” ilerletmekte… Ruhun asıl baki olduğunu ve asıl onun mutmain olması gerektiğini fark edemeyen bizler, nefsin hoşuna giden hareketlerimizle ruhumuzu içinden çıkılamayan kör kuyulara atıyoruz. Bizlere dayatılan “medeniyet” olgusu ithal edilmiş bir meta dışında başka bir şey değildir aslında. Bu olgunun kendi irfan dünyamızın ne kadar dışında olduğu, zamanla tükenmiş birer insan toplumu oluşturduğu durumunun bir göstergesi… Kendi değerlerimize ve göreneklerimize uygun olmayan bir hayat düzeni, bizim ithal insan olma yolunda adım adım ilerlememize sebep oluyor.

Dönüp ardımıza bakmalı ve unutulmaya yüz tutmuş değerlerimize sahip çıkmayı öğrenmeliyiz. İsrafın ne demek olduğunu düşünüp içine düşmüş olduğumuz tüketim çağında yaptığımız hareketlerle ne kadar örtüşüyor, sorgulamalı… Bu hayatta ne kadar çok tüketirsek bir zaman sonra o kadar fazla tükeneceğimizi unutmamalı ve eğer baki olana yürüyorsak bu yola yakışan tavırlar sergilememiz gerektiğinin bilincine varmalı. 

Arka Kapak dergisi 16. sayı