Röportaj: Yunus Emre Tozal, Erkan Şimşek

Milliyetçilik, muhafazakarlık konularındaki uzun soluklu araştırmaları ve politik metinleriyle tanınan, futbol yazılarıyla da özel bir yerde duran yazar, editör Tanıl Bora, aynı zamanda sıkı yazarların çevirmeni. Wilhelm Schmid, Marx, Habermas, Ernst Bloch ve nihayet Kafka. Hem Türkçesi hem Almancası ile Türkiye’nin düşünce tarihinde mühim bir kulvar açan Tanıl Bora ile kendisi için de özel bir yerde olduğunu söylediği Kafka’nın Dönüşüm’ü üzerine konuştuk.

Tanıl Bey öncelikle çevirinizden başlayalım. Dönüşüm sizin için çevirilerden bir çeviri mi yoksa kendi ilgi alanlarınızla örtüştüğü için mi çevirdiniz? Kafka’da Türkçeye aktarılması imkansız bir hissiyatla, tınıyla karşılaştınız mı?

Az biraz tecrübe kazanmış bir çevirmen olarak küçük çaplı bir kutlama yapmak istedim. Kafka çevirmek kendime bir hediyeydi. Hayranlık duyduğum dahî bir yazarın eserini çevirmek başlı başına bir hediye… Saiklerin biri bu. Bununla bağlantılı bir başka neden: Mevcut Kafka çevirileri için –en azından bazıları için- asla “kötü” denemez, fakat ben kendi dil zevkime göre bir daha yapmak istedim. Bu iki saiki dürten vesile de şu: İletişim Yayınları’nın klasikler dizisi Kafka’sız kalmasın diye düşünüyorduk, bu işi ben üstleneyim istedim.

Kafka’nın Türkçeye aktarılmasında sorun, sadeliktir. Kafka “mahsus” sade yazar, düz yazar. Ama bir ritm, dediğiniz gibi bir hissiyat vardır o sadelikte, onu Türkçede kurmaya çalışmak, çevirmen için zevkli bir meydan okuma. Bir de yer yer formel, muhafazakâr bir dil evrenini eğretilediğini söyleyebiliriz, onu aktarmak da zevkli bir meydan okuma.

Kafka’nın kendi ailesiyle sorunları, Avrupa’nın ortasında bir Yahudi olarak yaşadıkları, toplumsal olarak Sanayi Devrimi ve sonrası… Kafka gerçekten de bütün bunları bir araya getirmiş miydi? Yoksa, Kafka’nın toplumsallığı sonradan onu okuyanların yakıştırdığı bir anlamdan mı ibaret?

Elbette yakıştırma değil, Kafka bütün bunları ve daha nice “dava”ları bir araya getirmiş, “kompleksleştirmiş” bir yazar. “Olayı” o! Özel bir zamanda yaşıyor: İki dünya savaşı arasının “acaba geçti mi?” ferahlamasından ötesine izin vermeyen kaygılı atmosferinde, devrim umanlarla devrimden korkanların karşı-devrimle alt üst olacağı bir kaosta, gün be gün bir başka teknolojik yeniliğin sökün ettiği bir devirde… Özel bir yerde yaşıyor: Milliyetçi ajitasyonların ve antisemitizmin kaynaştığı, bu karambolde iyi kötü demokratik bir nizamın hüküm sürebildiği, çok-çokkültürlü, kozmopolitlikle Orta Avrupa klostrofobisi arasında salınan Prag’da… Kendisi de özel biri, malûm: zaaflarıyla, endişeleriyle, “baba problemi” ile… Kafka bu karmaşa katmanlarının bilinçli bir düşünürü, analisti değil tabii… ama işte büyük bir romancısı.

Kafka metinleri için yapılan kimi incelemelerin aşırı-yoruma vardığını düşünüyor musunuz? “Kafka endüstrisi” neyden besleniyor? Max Brod’un değerlendirmelerinden itibaren metinlerin sanki teolojik metinler gibi ele alındığını söyleyebilir miyiz?

Aşırı-yorum meşrudur bence. Alıp başını gidebilir, istediği menzile uzanabilir, bundan Kafka sorumlu değildir! Bir Kafka endüstrisinin oluşmasının temelinde, onun edebî evreninin bereketi yatıyor. Elbette dediğiniz gibi onu “istismar eden”, Kafka’yı süs olarak kullanan, onun imgelerinin suyunu çıkaran bir endüstri de var. Endüstri işte, adı üstünde. Fikir haysiyetine ve edebî zevke önem veren insan, zaten rezilliği fark eder, ondan uzak durur. Yeter ki “samimi” olsun, bizi bir yere götüren, zihin açan aşırı-yorumlar, baş göz üstüne.

Kafka’nın bu kadar keskin bir imge kullanması, insanı bir böceğe dönüştürmesi, kendine yabancılaşmanın mı yoksa kendinden nefretin mi tezahürü sizce?

Daha çok kendinden nefretin sanırım. Nurdan Gürbilek, Benden Önce Bir Başkası’na aldığı (Metis, 2011), “Kafka’nın Böceği” makalesinde, başka şeylerin yanısıra bunu da gösteriyor. “Aczi üstlenmekten” söz ediyor orada Nurdan; adeta “Âlem buysa böcek benim.” demeye getirdiğini söylüyor. Hatta Kafka’nın, kendine yabancılaşma “paradigmasıyla” kavga ettiğini düşünebiliriz. “Yabancılaşma sorunu”, kolaycı, iyimser bir kaçış sayılır Dönüşüm’ün dünyasında. Kafka’nın kendinden nefretini, -nefret mi demeliyiz emin değilim, Nurdan’ın bahsettiği acz duygusu daha isabetli galiba-, salt kendi-kendisiyle ilgili düşünmeyelim; insanlık durumuyla ilgili bir nefret, ya da işte bir acz duygusu bu.

Dönüşüm bugün yazılsaydı, böceğe dönüşen Gregor Samsa Survivor’a katılır mıydı?

Bu fikrin patent hakkını kapın isterseniz, sıkı bir postmodern numara olabilir! Belki zaten dünyanın bir yerinde cin fikirlinin teki bunu yazmıştır zaten.

Cevap yerine sorunuzu çoğaltayım. Kafka, televizyonlu ve Survivor’lu bir dünyada yaşasa, Samsa’sını oraya salmayı düşünür müydü? Yoksa annesi, babası, kız kardeşiyle beraber, maaile “Biri Bizi Gözetliyor” evine mi yerleştirmeyi tercih ederdi? Kafka, televizyonlu ve Survivor’lu bir dünyada, yazmak ister miydi acaba?

Benzeri baskı dönemleri, toplumsal presler, yabancılaşma hâllerine rağmen Türkçe edebiyatta Kafka hâlâ uzak bir ihtimal. Bunu neye bağlarsınız?

Uzak ihtimal mi? Siz söyleyince düşünüyorum; bu konuda hüküm verecek bir iddiam yok. Bilemiyorum; belki başka dillerdeki edebiyatlarda da uzak ihtimaldir Kafka! Kafkaesk daha “kolaydır”, olabilir ama Kafka belki de bir tek defalıktı. Baskı dönemleri, toplumsal presler, yabancılaşma halleri bu kadar çeşitlendikten, çoğullaştıktan, hem olağanüstü gaddar hem şenlikli hale geldikten, haince inceldikten ve bu kadar tecrübe biriktirdikten sonra, marifet de değil diyebilirsiniz! Kafka’nın marifeti, ihtimaller daha uzakken yazmasıydı.

Kafka’nın Dostoyevski’den, Edgar Allen Poe’dan vs. etkilendiği biliniyor. Kafka onlardan aldığı şeyi, neyse o ‘şey’, nereye taşıdı diyebiliriz? Onu öznel kılan özelliği neydi?

Bu konuda bir vukufum yok. Dostoyevski’yle devamlılığına ve onu “aşmasına” dair, Nurdan Gürbilek’in bahsettiğim makalesine pas atayım.

Özel bir yerde yaşıyor: Milliyetçi ajitasyonların ve antisemitizmin kaynaştığı, bu karambolde iyi kötü demokratik bir nizamın hüküm sürebildiği, çok-çokkültürlü, kozmopolitlikle Orta Avrupa klostrofobisi arasında salınan Prag’da.

Son yıllarda yayınlanan biyografileri, Kafka’yı hayal ettiğimizden farklı, üst sınıfa mensup bir burjuva, hayattan lezzet alan bir fabrikatör olarak resmediyor. Bunun edebiyatına gölge düşüren bir yanı var mı?

Rainer Stach’ın delice bir çalışma sonu çıkardığı üç ciltlik Kafka biyografisini kastediyor olmalısınız öncelikle. (Sezer Duru çevirisiyle Sel’den çıktı.) Burjuva yaşantısı ile yazarlık hayatı arasındaki yarılma, orada tebarüz ediyor. Fakat burada da aslolan yarılmadır, karmaşadır, önemli olan o. Kafka’nın “olayı” zaten karmaşadır, kaygılardır, aradalıktır, ne o ne bu’dur. Aldatmış değil yani bizi!

Asıl önemlisi şu: Eser ayrı, insan ve yaşantı ayrıdır. Elbette yaşantısını, kişiliğini bildiğimizde eserini başka bir gözle okuyabilir, başka ilgilerle anlamlandırabiliriz. Faydalı ve zevklidir de bunu yapmak. Fakat şu da açık değil mi: Dönüşüm’ü Kafka hakkında hiçbir şey bilmeden okuduğunuzda “alacağınız” bir şey var mı? Var. Gugılın olduğu dünyada bile bu hâlâ böyle bir “edebî gerçeklik” düzlemi olduğuna inanıyorum.

Metnin evrenselliğini biraz zorlarsak, Dönüşüm’ün bugünün Türkiye’sinde tekabül ettiği haller, toplumsal semptomlar bulabilir miyiz? Türkçe edebiyatın ya da daha geniş bir şekilde Türkiye’nin yazılmış veya yazılası Gregor Samsa’ları var mıdır?

Dava’nın “yazılasılığı” daha aşikâr tabii! Dönüşüm’ün yerli ve millî güncellemesiyle ilgili, -Kafka’nın “bir defalığına” dair kıskançlığımı bir kenara bırakacaksam-, aklıma prekarizasyon manzaraları geliyor. Ebediyen KPSS’ye hazırlanan, ezelden beri bir yerlere “CV bırakan” Zûlal Samsa, bir sabah uyandığında kendini 8 GB’lik USB belleğe dönüşmüş bulabilir mesela… Veya “Barış İçin Akademisyenler Bildirisi”nden ötürü kovuşturmaya uğrayan mesai arkadaşlarından birisiyle kahve içmişliğinden ötürü “acaba benim de başıma bir şey gelir mi?” diye huylanan Yar. Doç. Mehmet Emin Samsa bir sabah uyandığında kendini ufak bir ortam dinleme cihazına (böcek yani!) dönüşmüş bulabilir… 

Arka Kapak dergisi 10. sayı