Doğukan İşler

Sinema, fotoğraf, roman ve öykü türleri üzerinden hikâye anlatabilmenin imkânlarını tartıştığı “Hikâyenin Bazı Yönleri” başlıklı yazısında ünlü Arjantinli öykücü Julio Cortázar söyle söyler:

“Sinemada da tıpkı romandaki gibi, çok geniş ve çok biçimli bir gerçekliğin elde edilmesi, eseri doruk noktasına götüren bir sentezi dışlamadan süreç içinde bir araya getirilen dağınık bileşenlerin gelişimi aracılığıyla başarılırken, kaliteli bir fotoğrafta ya da öyküde tam tersi bir yol izlenir; yani fotoğrafçı ya da öykücü anlamlı bir olay ya da görünüm seçmek ve onunla yetinmek zorundadır, ancak bunlar sadece kendi içlerinde bir değeri olan görünümler değil, seyirci ya da okuyucuda zekâyı ve duyarlılığı fotoğraf yahut öyküdeki yazınsal içeriğin ya da görsel anekdotun çok daha ötesine taşıyan bir tür zihinsel açılıma ya da mayalanmaya neden olabilecek nitelikte olaylar ve görünümler olmalıdır.”

Akif Hasan Kaya da tıpkı Cortázar’ın da söylediği gibi, öykülerini tam da bu şekilde kuran bir yazar. Anlatacağı hikâyeleri seçtiği noktalar dağınıklıktan uzak, düzenli, bereketli. İlk kitabı “Islak Kibritler” ile Türkiye Yazarlar Birliği tarafından ödüllendirilen Akif Hasan Kaya’nın ikinci öykü kitabı “Ölmüş Oyuncaklar Müzesi”, öyküye emek veren bir kalemden çıkan cümlelerin okuyucuda mayalanmasına bir katkı daha…

Cortázar’ın söyledikleri üzerinden devam edersek, Akif Hasan Kaya’nın öykülerinde ilk dikkat çeken özelliğin şu olduğunu söyleyebiliriz: Okuyucunun zekâsında ve içsel duyarlılığında açılımlar oluşturulabilmesi. Öykü türünün sınırları içerisinde -sınırlarına hâkim ve barışık bir şekilde- öz cümleler kurmayı tercih eden Kaya, yine türün getirdiği plastik yapıyı oldukça yetkin bir şekilde kullanıyor. Eksiltili cümlelerin sıkça kullanıldığı öyküler, zaman zaman cümleleri de yutuyor. Şiir dizesi formuna bürünen cümleler, öyküde anlatılan birçok sahnenin okurun zihin dünyasında bir fotoğraf olarak imlenmesine de yardımcı oluyor.

Wittgenstein’in meşhur sözünden mülhem olarak, okurun yapabileceğini okura bırakan cümle yapısıyla ve cümlelerin oluşturduğu evrenle Akif Hasan Kaya, okurunu önemseyen/okurunun zekâ ve duygularına güvenen güçlü bir öykü evreninden sesleniyor bizlere. Özellikle toplumsal konulara değindiği öykülerinde, okura didaktik ya da üst perdeden buyuran/vaaz veren bir dil yerine, bu tür (yine Cortázar’a başvurarak) fotografik/şiirsel bir dil yapısıyla ele aldığı öykülerindeki meselelerini en iyi şekilde anlatabiliyor. Hem de aşırı lirizme hiç kaçmadan, kendi özgün yapısını koruyarak.

“Ölmüş Oyuncaklar Müzesi”ndeki öyküleri, taşıdıkları ironi ile de ele alırsak, yanlış yapmış olmayız. Öykülerdeki ironi, mizaha uzak sayılabilir belki. Oğuz Atay’da sıkça gözlemlediğimiz “acıklı güldürü”den de birkaç derece daha acıya yakın bu öyküler. İroninin, acı bir ironi olması belki de Akif Hasan Kaya’nın seçtiği konularla ilişkili olabilir. Daha çok savaşlar, yıkımlar, cezaevleri, kişisel ve toplumsal acılardan/olaylardan beslenen bir öykü yazarı olması da ironinin belirli bir kalıba -ama yine de kendi kalıbı içerisinde özerk bir kalıba- oturmasına neden oluyor. “Kara Mizah”tan da öte “Kara Gerçekçi İroni” dersek bu duruma, sanırım pek aşırı yorum yapmış sayılmayız:

Cezaevini yapanlar yalıtıma çok dikkat etmişler. Helal olsun. Kullandıkları malzeme nasıl bir şeyse, acı geçirmiyor kardeşim. Adama vuruyoruz. Bağırıyor. Ses geçiyor ama acı hücre duvarlarını, kapısını zorlasa bile çıkamıyor dışarıya. Hep içerde kalıyor. Toplayıp bir köşeye yığıyoruz onları. Sonra çuvallayıp ihtiyacı olanlara satıyoruz. Böylece ek gelir sağlamış oluyoruz. Acıya kimin ihtiyacı var demeyin. İnternete veriyoruz reklamı. Her malın alıcısı oluyor işte. Yoksa bir gardiyan maaşıyla geçinilir mi? (sf.18)

Akif Hasan Kaya, tutarlı bir gerçekçi ve yaşadığı ortamı/dünyayı iyi ölçebilen bir toplumcu. Daima mazlumdan yana; hem de basit manada bir “toplumcu-gerçekçi” tavırdan oldukça uzak, yetkin bir şekilde kotararak yapıyor bunu. Öyküyü, hikâye anlatmayı ciddiye alan, ama bu ciddiyet içinde en fazla da okuru ciddiye aldığı için onu sıkmayan, bunaltmayan bir anlatıcı. Öyküler ile okuru baş başa bıraktığı zaman, okuyucunun öyküleri tekrar kurarak okura olaylara başka türlü bakabilme imkânını sunan bir kalem. Ve yine Cortázar’ın o meşhur sözünden ilhamla bitirirsek bu yazıyı, öyküleriyle nakavt eden bir yazar diyebiliriz Akif Hasan Kaya için; bu öykülerin sonunda mazlumlardan yana gardınızın düşmemesi mümkün değil, onlarla hemhal olmamanız. Kara da olsa, gerçek öyküler hepsi demiştik çünkü.

“Ölmüş Oyuncaklar Müzesi” ziyaretçilerini bekliyor; yani sizi, okurunu.

babilcomdanalabilirsiniz

Ölmüş Oyuncaklar Müzesi – Akif Hasan Kaya
İz Yayınları