Tarık Tufan

“Dirseklerden çok dizleri yıpratmak gerek.”

Salamanca Üniversitesi rektörünün böylesi bir uyarıya ihtiyaç duymasının gerekçesi ne olabilirdi? Dirseklerden çok dizleri, akıldan çok kalbi, bedenden çok ruhu kullanmak, gerekirse yormak, diri tutmak.

Miguel De Unamuno, yaşadığımız yüzyıla girmeden az evvel, insanlığın nasıl bir varoluş sarsıntısına maruz kalacağını, maruz kalmak değil düpedüz tercih ettiğini öngören ve insanlığı tehdit eden bu ölümcül sarsıntıya karşı durabilmek için büyün hayatını sancılı bir hakikat arayışına adayan bir adam.

Bu cesur Bilbaolu adamın, önce Rivera’ya, sonra da Franco’ya ve onun ateşli destekçileri İspanyol faşistlerine karşı hakikate sadakatten başka hiçbir koşul tanımaksızın karşı koyabilmesinin altında yatan en büyük güç inanç sahibi olmasıdır.

Dünyanın sağır edici gürültüsünün müsebbipleri, varoluşun bütün kapılarının anahtarlarını akla teslim edenlerdir. Böylesi bir zihnin üretebileceği tek şey diktatörlükler, totaliterlikler, etnik ve sosyal faşizmlerdir. Her biri farklı cümleler kurarak aynı şeyi söyler. Ulusları aydınlatmak, ilerletmek, yüceltmek, hâkim kılmak adı altında yaptıkları şey insanın ruhunu, özünü ve hakikatini derinden yaralamaktır.

Basklı Unamuno’nun bu karmaşaya karşı açık, yalın ve anlaşılır bir önerisi var: “Sessizlik, Rabbi dinlemek için sessizlik!” Bu sessizlik ânı, bizi bir anlam nehrinin yanı başına taşıyacaktır. Sadece nehrin coşkulu sesine kulak vererek bu modern gürültünün kulağımızdaki kalabalığından kurtulacağız.

Bu aydınlanmacı, ilerlemeci, yüceltici, hâkimiyet peşindeki akıl, harfleri bir araya getirip yeni cümleler kurma peşinde. Her yüzyılda, her coğrafyada farklı bir totaliterliğin zihinsel arka planı bu harflerin yığılmasıyla oluşuyor.

“Harf öldürür, ruh canlandırır.” diyor Unamuno. Etnik ve sosyal bütün faşizmlerin ölümcül etkisi, ruhu çalınmış harflerden ibaret cümleler yaymak.

“Viva la muerta!” diye haykırıyorlar dünyanın her yerinde. Ölümün de gerçek anlamını yok eden bir barbarlık biçimi bu. Bu barbarlığa karşı hayatta kalabilmenin, onların can alan saldırılarına karşı hayat sahibi olabilmenin yolu “ölerek yaşamak”tır. Bir çemberin içine katılmak, “yaşayarak ölebilmek için, ölerek yaşamak.” Modern hayatın kurucu aklı olan bu barbarlık yaşamın ve ölümün içini boşaltmıştır.

Miguel De Unamuno Türkçede Behçet Necatigil’in çevirisiyle yayınlanan Yaman Adam kitabındaki öykülerden biri olan Sessizlik Mağarası’nda, içine girenlerin gözden kaybolduğu bir daha dışarı çıkamadığı bir mağaradan söz ediyor.

“İnanın o mağaraya girmek istemezsiniz.” diye uyarmıştı insanları. Bu mağaranın bir sembol, bir alegori olmadığını eklemişti sonra. Ama olmadı. Yaşadığımız yüzyıl. İnsanları içine çeken, meraklandıran, cazibeli bir mağaraya dönüştü. Büyük ve karanlık bir mağaraya. Birbirinin muhalifi gibi görünen bütün afili doktrinler insanları aynı karanlık mağaranın içine çektiler.

Yine Türkçede Behçet Necatigil’in çevirisiyle yayınlanan Sis romanında “ne büyük acılar ne de büyük sevinçler öldürür insanları; bu yüzden bu acı ve sevinçler, küçük küçük değersiz şeylerden oluşmuş muazzam bir sisle sarılı gözükürler. Evet, işte hayat dediğin, bir sis olup olacağı! Hayat bir sistir.” demişti.

Unamuno bu sisin ardındaki hakikati görebilmek için hayatı boyunca önce on dört dil öğrendi ve sonra Tanrı’yla konuşabilmek için bir dile ihtiyacı olmadığını kavradı.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 14.sayısında yayınlanmıştır.