İsa Karaaslan

“Bir ayna bulursan sesime, yüzünü görebilirsin. Ey bizi sesiyle dirilten! Hâfız’ın zarfı nerde? Sesin sahibi kim?”

Birbirinden değerli akademik çalışmalarının yanı sıra şair kimliği ile de tanıdığımız Hasan Akay’ın son kitabı Ehlidildeniz, Şule yayınları tarafından geçtiğimiz aylarda yayınlanmıştı. İsmindeki çağrışım ve ses uyumu, kapağın tasarımındaki sadelik dikkat çekici ayrıntılar olarak karşımıza çıkıyor. Kitabın ön sözünde Hasan Akay “bu metinler için ne denebilir?” sorusuna cevap vererek başlamış. Ön sözden hareketle, bize kitaptaki metinleri anlamlandırmak adına yol gösterici anahtar ifade ise Akay’ın belirtmiş olduğu “çağrışımların okunması”dır. Bu metinlerin, dilden ziyade hayalin gramerine yaslanılarak oluşturulduğunu belirtiyor Akay.

Kitabı ilk okuduğumda, türlerin iç içe geçtiği bir metin okuduğum izlenimi oluştu bende. Bununla birlikte kitapta yer alan metinlerde şiiriyet hiçbir zaman geri planda kalmıyor. “Issız Kırlardan Geçiyor Rüzgâr” isimli şiire baktığımızda, anlatıcı bir hikâye anlatıyor gibidir bize, tür olarak bir hikâyenin içerisindeyiz izlenimi uyandırsa da birden mensur şiire dönüşüyor anlatı: “Kim bilir neler geçiyor içinden? Dallarda eğleşiyor kuş sesleri. Issız kırlardan geçiyor rüzgâr. Yapraklar döne döne iniyor kendilerine.” (s.12) Kâinatın ahengi, bir sonbahar tablosuyla anlatılıyor burada; kâinatı okuyan bir şair bilinci ile yaklaşıyor Akay kelimelere; kâinatta hiçbir şey yere düşmüyor, aksine kendilerine iniyorlar bir ayet gibi.

Akay’ın kitabın ön sözünde bize yöneltmiş olduğu soruya tekrar dönersek, soruyu şu şekilde de yanıtlayabiliriz: “Bu, günün yeni bakışı ve yeni ifade biçimidir. Şiir dilini gerçekleştiren şey, şairin duyarlığı ve yeni bakış açısıdır. Bu bakış olmazsa, yeni şiir dili kurulamaz. Şiir dilinin yenilenmesi ortak dille de olsa nesneye, insana, tabiata olaylara bakışın yenilenmesi demektir.”(Hasan Akay, Şiir Alametleri, 3F Yayınevi, 2006, s.149.)

Ehlidildeniz
Hasan Akay
Şule Yayınları

“Düşler Geçidi” isimli metinde, zihnin görüntüsü başarılı bir şekilde kurgulanıyor; bilinç akışı doğal bir devinimle hissettiriliyor okura: “Siz bir diriyi çalmak istiyor gibisiniz, ölüyü kovmak ya da –nasıl diyeyim içimden bir mezar çalmak! Hayır, öyle değil. Belki insanı diri diri gömmek için ya da diri ölüyü! Sonra içinden çıkmak kolay.”(s.32.)

Kitapta metinler arası göndermelere de sık yer veriliyor, alıntıladığım metinde geçen haberci ile Cenab Şahabeddin’in “haberci rüzgar”ına gönderme yapılıyor; “Dallarda gizli bir haberin elçileri: Cam gözlüyor kuşlar. Küpesi dökülüyor küpe çiçeğinin habercinin ince ayak tıpırtısını alınca… Çocukların süzülüyor gözleri.”(s.50.)

Eleştirel denemelerinde ve teorik kitaplarında kendi kültürel kodlarıyla metinlere yaklaşan Akay, bu kitaplardaki metinlerde de kültürel kodlarına sık sık göndermelerde bulunuyor. Kitapta yer alan “Nasıl Bir Şey, Kilosu Kaç, Rengi Ne” isimli metin üç bölümden oluşuyor. Akay’ın bu metni, Kur’ân’ın Bakara Suresi’ndeki Hz. Musa ve kavmiyle ilgili kurban ayetlerine ve Yunus Emre, Hoca Dehhani gibi şairlere yapılan atıflardan oluşuyor. Hz. Musa’nın kavminin, Musa’dan kesilecek kurbanın tasvirini ayrıntılı olarak istemesi Akay tarafından “sizin niyetiniz bozulmuş; ihlasınız bahane!”(s.28.) ifadeleriyle dile getiriliyor. Devam eden metinlerde bir samimiyet ve sahicilik timsali olan Yunus yetişiyor imdada ve kulak veriyor “kalbinde hastalık olmayanlar”, “Nasıl bir şey, kilosu kaç, rengi ne?” diye sormadan: “İsmailem Hak yoluna / Canımı kurban eyleyerem.”