Edebiyatımız şiir yıllıklarına alışkın ama öykü yıllıkları yaygın bir uğraş olmadı nedense. Birkaç örneği varsa da, en dikkat çekici olanı, Kemal Gündüzalp‘in yayıma hazırladığı 2012 Öykü Yıllığı – Öykü Yağmuru olmuştu. Öykü severler bu değerli çabanın sürmesini bekliyordu ki devamı 2013 Öykü Yıllığı – Öykü Yağmuru-2 alt başlığıyla yine Gündüzalp’in öncülüğünde (bu kez Nota Bene Yayınları’nca) yayımlandı.

Bir “tartışma platformu” yaratma amacı da taşıyan yıllıkta, öykü-roman ilişkisi ana tema olarak belirlenmiş. Bu konuya dair soruşturmalar ve yazıların yanında kitap, 2013 yılındaki öykünün durumunu inceleyen çokça makale ve incelemeyi de içeriyor. Kürtçe Öykü dosyası ise yıllığın özgün yanlarından biri. Arka Kapak da böylesi önemli bir çalışmaya kayıtsız kalamazdı. Biz de yıllığı yayına hazırlayan yılların edebiyat emekçisi yazar Kemal Gündüzalp’e başvurduk, hem yıllığı hem de öykücülüğümüzü ve edebiyatta eleştirinin yerini konuştuk.

Söyleşi: Volkan Alıcı

Öteden beri şiir yıllıkları yayımlanır. Öykü yıllıklarının tarihi ise henüz çok yeni… Yıllıklar öyküye nasıl bir katkı sunar?
Bana göre tüm yıllıkların tek ereği var: Bellek oluşturmak ve birikime katkı sağlamak. Yıllıklar, yılsonunda yapılacak genel değerlendirmelerin bütünlüklü yapılmasını da sağlar. Yıllıkların yokluğu genel ve toplu değerlendirmelerden yoksun bir yazınsal ortama yol açabilir.Oysa yazın yıllıkları “toplu değerlendirme” oluşları nedeniyle bir tür bellek tazelemesidir. Ben kendi adıma Memet Fuat’ın seçtiklerine yetişemedim, ama Sinan Yıllığı, Varlık ve Nesin Edebiyat Yıllığı’ndan çok şey öğrendim. Yine şiirsel toplamı görmek açısından ulaşabildiğim tüm şiir yıllıklarını da edinmeye çalıştım. Böylece bir yılın birikimine ulaştığımı düşünürüm. Bu çerçeveden bakıldığında tarihi yeni olan “öykü yıllıkları”nın da bir yıl içindeki öyküyü kayıt altına aldığını, dolayısıyla özellikle genç/yeni öykü yazarları, araştırmacılar ve okurlar için vazgeçilmez bir kaynak olduğunu varsayıyorum. Bu da öykünün gelişmesini, olası yenilikleri, başarıları, seçme örneklerle öykü çeşitliliğini göz önünde tutmaya yarar. İyi bir izleyici için öykünün gelişmesine kesinlikle katkı sağladığı görülecektir.

Kitaptaki bilgi yoğunluğuna, yapılan istatistikî çalışmalara bakınca, yıllık hazırlamanın zahmetli, zor bir iş olduğu anlaşılıyor. Bu iki yıldır siz ne tür zorluklar yaşadınız?
Yıllık hazırlamanın tek kişilik bir çalışma olmadığını baştan varsayıyorum. Zaten Varlık ve Nesin Yıllıkları da bir ekip örgütlenmesiydi. Gerçi ikisi de genel yazın yıllıklarıydı. Ancak bana kalırsa şiir ve öykü yıllıkları da tek kişilik bir çalışmanın ürünü olmamalıdır. Gerçi hazırlayan bir kişi görünse de özellikle benim hazırladığım öykü yıllıkları en az elli kişilik bir yazar topluluğuyla oluşturulmuş ortak çalışma örnekleridir. Bunu önemsiyorum. Gelgelelim başlarken de sonuçta da bazı sıkıntı, zorluk ve sorunlar yaşanmasına karşın iki yılın zorluklarını çok da anlatmak istemem. Bunu kişisel sayarım. Çünkü gönüllü girişilmiş bir işten yakınmak anlamlı olmaz. Bir giz olduğu için değil, işe başlarken bunları göze almıştım. İnternetle çok sıkı bir ilişki içinde değilim. O yüzden bu işe yatkın ve yakın olan genç bir ekiple çalışmak isterdim. Bir de yazınsal çevrelerin (anakentlerin) dışında bir kasabada bu işe soyunmak başlı başına bir riskti: Kaynaklara ulaşmak bakımından. Yoksa işin “edebiyatın hamaliyesi” olduğunu, emek yoğun bir çalışma gerektirdiğini, kendi açımdan da bir tür “hizmet” olduğunu biliyordum. Ancak birincinin sonuçlarına baktığımda, ne maddi ne de manevi anlamda doyurucu karşılıklar almadığımı gördüm. Binin altında satan bir yıllık hedefine ulaşmış sayılmaz ve harcanan emeğe yazıktır. Bu üzücü, ikincisini izleyeceğim. Üçüncüden sonra, kişisel olarak tamam ya da devam kararı verilecektir. Üzülerek belirtmeliyim; olağanüstü iyi koşullar oluşmadığı sürece, şu andaki verilere göre kararım büyük olasılıkla “olumlu” olmayacaktır… Ne yazık ki böyle görünüyor.

Kitaptaki Sunuş yazınızda, “kendi içinde ‘çatışmasız’ ve eleştirisiz koşullarda var olmaya çalışan bir yazın ortamının gelişmeyi savsaklattığı”ndan söz ediyorsunuz. Bugünkü edebiyat ortamı eleştirisiz mi sizce?
Yazın ortamının kendi içinde çatışmasızlığından söz ederken, yazınsal bağlamda kişiselliği aşan verimli tartışmaların olmadığını imlemek istiyorum. Çünkü başta eleştiri olmak üzere, her türden olumlu yazınsal tartışma yazının gelişmesine de yol açar. Bugünkü yazının “eleştirisiz” olduğu doğrudur. Aslında pek dillendirilmek istenmiyor, ancak birçok kişi gerçek durumun eleştirisizlik olduğunu biliyor ve görüyor. Onca dergi ve özellikle de tanıtım pastasından pay kapma derdinde olan gazete kitap ekine karşın, gerçek anlamda eleştiriden söz edilemez. İşlevine inanmama ve önemsememe karşın, söz konusu olanın eleştiri değil, kitap tanıtma yazıları olduğunu kesinlikle belirtmek gerekiyor. Bunu söylerken şunu da biliyorum: Kör topal bir sektör olmaya çalışan ve tam da profesyonelleşememiş kültür endüstrisi denebilecek yayıncılık, artık eleştiri istemiyor. Tanıtım yazıları onun isteklerine uygun ve yeterlidir. Dolayısıyla eleştiri nicedir, arada çok ender kısa eleştirilere rastlansa da, istenmeyen bir yazınsal türdür. Böyle bir durumda yazının sağlıklı biçimde gelişmesinden söz edilemez bana göre. Beklenen romanın, öykünün, şiirin gelmemesi biraz da buradan kaynaklanıyor.

Öykü için de aynı belirlemeyi yapmak mümkün sanırım. Geçen yıl yayımladığınız yıllıkta, 2012 için, bir “öykü yağmuru” yaşandığını tespit etmiş, “eleştirisiz bir ortamda bu yağmurun sel ve taşkın dışında nelere yol açtığı belirlenemiyor” demiştiniz. Peki, eleştirisizliğin Türkiye öykücülüğüne etkisi ne olacak?
Kuşkusuz genel olarak eleştiri yokluğu ya da iyimser bir deyişle eleştirinin yetersizliğinden söz ederken, aynı yazınsal çerçevede öykü için de doyurucu ve çözümleyici eleştiri yapılmadığını söylemek yerinde olur. Eleştirinin yeterli ve doyurucu biçimde yazınsal ortamda yer almayışı verili durumda nicelik artışına karşın, niteliğe yol açmıyor. Onca öykü kitabı yayımlanıyor, ancak kitap tanıtmayla sınırlı “eleştirel değinmeler” nedeniyle söz edilen öykücüler ve öykü kitabı sayısı değişmiyor. Bütün her şey ödüller çerçevesinde üç-beş öykücü ve kitap çerçevesinde kalıyor. Onca yaratım “heba” oluyor. Oysa daha derin ve geniş değerlendirmelerin yapılması gerekiyor. Bunları söylerken bu alanda emek veren yazar-eleştirmenleri görmezden gelmiyorum. Örneğin hâlâ bu işe emek veren yazar sayısı biri-ikiyi geçmiyor. M. Sadık Aslankara, Semih Gümüş, Necip Tosun ve arada bir yazabilen Kemal Gündüzalp dışında neredeyse yeni ve genç öykü eleştirmeni yetişmiyor. Dolayısıyla öyküye katkı bağlamında, bu insanların yaptıkları çok daha önemli ve değerli oluyor. Tüm yazınsal türler gibi, öykü de eleştiriyle ilerleme sağlayabilir.

Kitapta verdiğiniz istatistikî bilgilere göre, gerek ilk yayımlanan kitap gerekse yayımlanan öykü kitabı sayısında 2013 yılında, 2012 yılındaki rekor aşılmış görünüyor. Dergilerde de 1800’ü aşkın öykü yayımlanmış. Okurun da ilgisinin arttığı gözlemlenebilir. Yazarıyla okuruyla öyküye yönelik bu kitlesel ilginin nedeni sizce nedir?
Kadir Yüksel’in de katkılarıyla titizlikle saptanan sayısal verilere göre son iki yılda öyküde ciddiye alınabilecek niceliksel bir artış söz konusudur. Bu verilerin ayrıca istatistikî olarak değerlendirmesi yapılabilir ve yapılmalıdır da. Özellikle de ilk kitap sayısındaki çokluk, ne yazık ki, niteliksel bir sıçramaya yol açmıyor. Elbette yine de “iyi” öykücüler buradan çıkacaktır. Öykü kitaplarının “satış” durumu, öyle pek de kitlesel bir okur ilgisi olduğunu göstermiyor bana kalırsa. İkinci baskı yapabilen öykü kitaplarının yazarları şanslı sayılmalıdır. Belki şöyle denebilir, romanla karşılaştırılamaz, ama şiire göre öykünün durumu “içgüveysiden hallice”dir. Öyküye ilginin görece birden fazla nedeni var: Birincisi, pek akla gelmese de bilgisayar ve iletişim teknolojileri yazmayı kolaylaştırmıştır. “Herkesin bir öyküsü var” olduğuna göre, bu koşullarda herkesin öykü yazma hakkı da kendiliğinden ortaya çıkıyor. Buna yazında demokratikleşme de denebilir. İkincisi, bu yıl on dördüncüsü yapılan Ankara Öykü Günleri (başka kentlerdeki öykü günleriyle birlikte) ve sonraki yıllarda gündeme oturan 14 Şubat Dünya Öykü Günü yaygınlaşma nedenidir. Bir başka etken de başta anakentlerde olmak üzere adını yadırgasam da “öykü atölyeleri”nin öykü yazmayı ve kısmen okumayı tetiklediğini sanıyorum. Elbette sayıları çoğalan öykü dergileri, öykü ödülleri ve yarışmalarının dışında son birkaç yılda çıkan öykü yıllıklarının da minik katkıları olmuştur.

Peki, bu niceliksel sıçramanın, niteliğe yeterince yansımamasının nedenleri nedir?
Yayımlanan onca öykü kitabından nitelikli denebilecek, dil ve anlatımıyla öne çıkabilen öykü yazarının ve öykü kitabının çok az olduğu görülüyor. Bunun da birden fazla nedeni var. Elbette tüm yazınsal türler gibi öykü de birikimin (öykü ustalarının ve geçmiş kalıtın) okunması ve öyküdeki gelişmenin kavranmasıyla sürekli ve kalıcı hale gelebilir. Bunu ayrımsayan ve bu yolda yürüyen öykü yazarlarının başarılı olacağı kesindir. Ancak özellikle son yıllarda artan ve kitap yayımlama ücretini yazarın üstlendiği yayınevlerinin yayımladığı kitaplarda ciddi anlamda editoryal sorunların görüldüğü anlaşılıyor. Kendini kanıtlama ve yetersiz birikimle yazan, bazıları “atölye” kökenli genç yazarların dil ve anlatım sorunlarını aşamadan buralardan kitap yayımladıkları görülüyor. İlk kitapları ses getirmeyen ve dikkati çekmeyen bu yazarların, inatçı ve sabırlı olmamalarının yanında, sıkı okumalar yapmamaları, birikime yaslanmamaları nedeniyle tıkanabilme olasılığı vardır. Kuşkusuz bunda hemen romana gitme istekleri de ağır basmaktadır. Öykü bir tür alıştırma olmaktadır. Oysa bir öykü yazarının roman yazma isteği doğaldır ve anlaşılabilirdir, ancak öykü kendi başına bir ana türdür, bir geçiş türü, ara bir tür değildir. Bunun genç ve yeni yazarlarca bilinmesi gerekiyor.

Özellikle dikkatinizi çeken, takip edilmesi gerektiğini düşündüğünüz yazarlar kimler peki?
Bu tür değerlendirmelerde birçok yazarın ad vermeme eğilimi taşımasına karşın, bazılarını unutma olasılığı bulunsa da öne çıkan ve dikkati çeken iyi anlatıcıların, öykü yazarlarının anılması bana daha doğru gelir. Son birkaç yıl dikkate alındığında, uzatmamak için burada adlarını anamayacağım usta ve ustalık yolunda olan önceki yazarlar dışında ilk ve yeni kitapları bağlamında; Yalçın Tosun, Murat Taş, Aslı Solakoğlu, Nazlı Karabıyıkoğlu,  Pelin Buzluk,   Berna Durmaz, Bora Abdo, Neslihan Önderoğlu, Şenay Eroğlu Aksoy, Mahir Ünsal Eriş, Gökçe Parlakyıldız, Zeynep Sönmez gibi yazarların izlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunlar kişisel, öznel seçimler, isteyen başka yazarları da ekleyebilir hiç kuşkusuz.

Devam sorusu olsun: Türkiye’de öykücülüğün geleceğini nasıl görüyorsunuz? Eğilimler, yönelimler, olumlu yönler, handikaplar neler?
Birkaç yıldır öyküyle çok yoğun ilgilenmeme karşın, bu konuda büyük laflar etmeyi düşünmüyorum. Çok kitap, çok yazar yalnızca niceliksel olup, niteliksel bir yükselişi garantilemediğine göre, öykünün geleceği, şimdikinden çok farklı olmasa da bana olumlu olacak gibi görünüyor. Sonuçta yüzlerce öykü yazarından her dönemde olduğu gibi bazıları direnecek ve onlar geleceğe kalacaktır. Belirgin bir yönseme, ne’den çok nasıl’ın öncelenmesi olarak görülmektedir. Ancak bana göre birinin ötekine önceliğinden çok neyin nasıl anlatıldığıönemlidir. Bence bunu başarabilen yazarlar gelecekte de okunma şansını bulacaklardır. Son otuz yıla bakıldığında bireysel eğilimlerin toplumsaldan öne çıktığı anlaşılıyor. Oysa önceki konuda olduğu gibi burada da bir öncelik sıralamasına gidilmemelidir. Öykü toplumsal bireyi ele aldığı sürece anlam kazanacaktır. Tek başına birey’i ya da toplumsallık adına geneli önceleme iyi öykü için bir ölçüt oluşturmaz. Bütün bunlar bir yana her dönemin tinselliği kendine uygun bir öykü anlatma biçimini de oluşturabilir. O nedenle zamanın ruhunu sezebilen yazarlar kalıcı olabilirler.

2012 yıllığında olduğu gibi 2013 Öykü Yıllığı’nda da Yaqob Tilermenî’nin hazırladığı Kürtçe Öykü bölümü var. Kürtçe öykü ile Türkçe öykü dünyasının etkileşimi sizce nasıl?
Hazırladığım öykü yıllıklarında Kürtçe öykü bölümünün olması benim açımdan öncelikli bir konuydu. Bu konuda Yaqob Tilermenî’nin özenli çalışması ciddi bir eksikliği gidermiş oldu. Özellikle 90’lardan sonra Kürtçe yazını içinde öykü yazılması da ciddi boyutlara ulaşmıştır. Bu nedenle Türkiye Yazını adlandırması/tanımlanması bağlamında bunun görülmesi, bilinmesi gerekiyordu. Konunun özgül durumu açısından bakıldığında etkileşim konusunda net bir şey söyleyemem. Kuşkusuz Kürtçe öykünün yeryüzü yazını dışında Türkçe öyküden etkilenmesini doğal karşılamak gerekir. Ancak gittikçe kendine özgü bir Kürtçe öykü de yazılmaktadır. Türkiye’deki Kürt öykü yazarları genellikle Türkçe de okuyup yazabildiği için etkileşime ve belki de kısmen etkilemeye daha açıktırlar. Ancak çeviri dışında Türk yazarların Kürtçe öyküden çok etkilenebildiğini şimdilik sanmıyorum. Zamanla karşılıklı bir etkileşimin olumlu sonuçlar verebileceğine de inanıyorum. Öyle sanıyorum ki, Yaqob Tilermenî’nin yıllık içindeki özverili çalışmaları Kürtçe öykü için çok daha olumlu sonuçlara yol açacaktır. Bunu gelecek yıllarda daha iyi görebileceğiz.

Kırk yıldır edebiyata emek veren bir yazarı bulmuşken, sormadan geçemeyeceğim: Edebiyat anlayışları, dünya görüşleri, sisteme ve hâkim edebiyat çevrelerine mesafeli oluşları ya da karşı duruşlarıyla “sukût suikastı”na uğramış yazarların olduğunu düşünüyorum. Katılır mısınız buna?
Belki yalnızca Türkiye’de değil, dünyada da çeşitli nedenlerle; imlediğiniz gibi, özellikle sanat anlayışları, dünya görüşleri, egemen yazınsal iktidar çevrelerinin karşı duruşları sonucunda görmezden gelinen, değerlendirilmeyen, önemsenmeyen, hatta belli bir noktadan sonra dışlanarak unutturulmaya çalışılan yazarlar hep olmuştur. Örneğin “sükût suikastı” sözünü aktardığım Ahmet Hamdi Tanpınar da böyle yazarlardandır. Tanpınar’ın belli çevreler dışında yeniden “keşfi” eski değildir. 1970’lerde çok da önemsenen bir yazar değildi. Aynı şey Oğuz Atay için de geçerlidir. O günkü yazınsal anlayış ve iktidar döneminde kimsenin çok da okuduğu bir yazar olmayan Atay, 1980’lerin ortasından sonra yeniden okunmaya başladı. Kuşkusuz bunda dönemsel etkenler çok ağırlıklıdır. Bir ara Orhan Kemal bile geri planda kalmıştı. Yine özellikle 70 öykücülüğüne damgasını vuran Bekir Yıldız’ın, salt anlattıklarının aşılması nedeniyle bugün geri planda kaldığı söylenemez. Egemen yazınsal anlayış bazı yazarları kabullenmediği gibi, içine almaz ya da baş edemediği yazarları zamanla dışlayabilir. Böyle unutulmaya bırakılmış, sonra zamanla yeniden keşfedilmiş, değeri anlaşılmış birçok yazar var yazın tarihinde. Örneğin verili toplumsal koşullarda toplumsal gerçekçi bir yazarın öne çıkarılması epeyce zor, neredeyse mümkün değildir. Dönemsel koşullar dışında, çoğu kez de bazı yazarlar yaşarken yazınsal ortamın içine kabul edilmezler. Eskiden olsa belki sonradan değerleri anlaşılabilir denebilirdi. Bugün ve gelecekte, bu internet zamanlarında bazı yazarlar öldüklerinde yok olup gideceklerdir. Umarsız bir durumdur bu. Keşke tersi olsa…

yazar-kitap