Emre Bayın

Yazarlar hakkında oluşturulan biyografiler, yazarların kurmaca metinleri kadar önemlidir diyebiliriz. Çünkü bir yazarın metinlerini beğendiğimiz hatta bu beğenme halini bir adım öteye taşıyıp benimsediğimiz andan itibaren, yazar, sadece yazma edimini gerçekleştiren kişi olarak kalmıyor. Ansiklopedinin kendi baş harfini taşıyan sayfasında yazarımızı bulduktan ya da günümüzde artık daha sık yapmakta olduğumuz şekliyle, arama motorunda ismini arattıktan dakikalar sonra zihnimizdeki yazar imgesi ete kemiğe bürünmeye başlıyor; bir nevi yazar, kutsal bir figür halini alıyor. Geçtiğimiz günlerde, İletişim Yayınevi tarafından bir Vladimir Nabokov biyografisi yayımlandı. Andrea Pitzer tarafından yazılmış bu biyografinin adı da, bahsettiğimiz bu kutsiyete ulaşma hissini tetikler nitelikte: “Yazarın Gizli Tarihi”.

Vladimir Nabokov’un bu biyografisi oldukça önemli. Biyografiye bu önemi atfetmemin iki nedeni var: İlki, dünya edebiyatında önemli bir yere sahip olan, çağının edebiyat anlayışını ve ortamını sarsan Nabokov hakkında ilk kez hayatını ve edebiyatını konu alan bir kitabın yayınlanmış olması. İkincisi ise Türkçe edebiyatın en önemli yazarlarının kendisinden etkilendiklerini her fırsatta dile getirmeleri ki Oğuz Atay ve Orhan Pamuk bu isimlerin başlıcaları. Mesela Oğuz Atay, Pakize Kutlu’nun kendisiyle yaptığı ve 30 Eylül 1972 tarihinde Yeni Ortam dergisinde yayımlanan söyleşisinde, Kutlu tarafından yöneltilen, “yazarlarınızı açıklar mısınız?” sorusuna şu yanıtı veriyor:

“Stendhal, Laclos, George Eliot, Henry James, Melville, Nabokov gibi ustalardan da etkilendiğimi sanıyorum. İnsan roman yazmak istediğinde bir yazarın dediği gibi, başka romanlara heyecan duyarak kapılıyor. ‘Hayatı roman’ olanların yazdığı pek görülmüyor.”

Aynı şekilde, Orhan Pamuk da Mayıs 2002 tarihinde Radikal Gazetesinde, Nabokov ile ilişkisinden bahsederken şu cümleleri kullanıyor: “Bir de sürekli gereksinim duyduğum yazarlar vardır. Bu tür büyük yazarların büyüklüğü sanki biraz da onlara duyduğumuz bu ihtiyaçtan kaynaklanır. Nabokov sürekli yeniden okuduğum bu vazgeçilmez yazarlardandır.”

Hal böyle olunca, biyografiyi Türkçe okurunun daha bir iştahla okuması kaçınılmaz oluyor. Ayrıca Pitzer’in günlük hayatın derinlerine inmesi, olayları oradaymış gibi canlı bir üslupla anlatması da bu iştahı arttıracak nitelikte.

Biyografi, çoğu kez zamandizinsel bir şekilde ilerliyor. Önce Nabokov’un çocukluğuyla açılıyor. Bu bölümün hemen başlarında, Pitzer’in tabiriyle yazarın kurmaca becerisini de geliştiren, oldukça ilginç bir olay anlatılıyor: Nabokov henüz dört yaşındayken büyük dedesi Dimitri Nikolayeviç Nabokov aklî muhakemesini kaybetmeye başlıyor; ağzına çakıl taşları sokuyor, bastonunu yere vuruyor, sürekli küfür ediyor, yalnız Fransız Rivierası’nda, Nice’te bulunan evlerinde kendisini rahat hissediyor. Fakat doktorlar ısrarla daha kuzeydeki bir iklime taşınmasını tavsiye etmekte. Nabokov ailesi de bir bilinç kaybı anında kendisini St. Petersburg’da bir eve taşıyorlar. Hatta Elena Nabokov, onun Nice’de olduğunu sanması için odayı yeniden düzenliyor ve evin pencereden görülen yan cephesini Riviera beyazına boyatıyor. Böylece Dimitri Nikolayeviç ömrünün son günlerini, Japonya ile çatışmaya başlamış olan Rusya’dan kilometrelerce uzakta olan Nice’te güven içinde yaşadığı yanılsamasıyla geçiriyor. Pitzer’in bu olayda, Nabokov’un kurmaca becerisini geliştiren unsur olarak gördüğü kısım Elena Nabokov’un oyunbazlığı. Çocukluk bölümünde birkaç kez daha Elena Nabokov’un “gerçeklerle yanılsamayı harmanlayan” bu halleriyle karşı karşıya kalıyoruz. Belki de böylelikle bir yazar muhayyilesinin önce oluşumuna sonra gelişimine doğrudan tanıklık etme fırsatını yakalıyoruz.

Ayrıca yine bu bölümde, Nabokov’un eserlerinde de kolaylıkla gözlemleyebileceğimiz zekâsının ve titizliğinin kökenlerini doğrudan görebiliyoruz: “Nabokov parlak bir öğrenciydi; ayrıca ince yapılı olsa da, güvenli bir atletti. Okul her şeye rağmen önünde yeni, cesaret kırıcı bir evren açmıştı. İlk kez kendisiyle kan ya da arkadaşlık bağı bulunmayan insanlarla devamlı bir yakınlık içinde olmaya zorlanmıştı. Tuvaletteki pis el havlularının kullanmak istemiyordu ve ilk uzun okul gezisi – Finlandiya’ya üç günlük bir yolculuk- gayet nahoş bir deneyimdi. Kelebeklere duyduğu ilgiyi öğretmenlerin acayip bulduğunu hissettiği gibi, bu gezi sırasında ilk kez olmak üzere, yirmi dört saat boyunca banyo yapmadığını söylemiştir.”

Oğuz Atay’ın yazarlığa meyletmenin koşulu olarak gördüğü, büyük yazarların kitaplarından etkilenme durumu, babasının devasa kütüphanesinin çevresinde büyümüş Nabokov’un yazar olma aşamalarına dair ilk ipuçlarını da veriyor: “Operaya ve edebiyata düşkün bir hukuk âlimi olan V.D Nabokov’un muhteşem bir kütüphanesi ve bu kütüphaneyle ilgilenen bir kütüphanecisi vardı.”

Böylesi bir kütüphanenin, benzer ilgileri taşıyan bir çocuğu cezbetmesi ihtimali açık. Ancak bu kütüphane ve Nabokov’un çevresindeki diğer fiziksel unsurlar, ailesinin Devrim Rusyası’nı terk etme kararıyla geride kalıyor tabii. Ne var ki kaçtıkları Almanya’da da işler hiç yolunda gitmiyor; Nabokov’un kardeşi toplama kampında ölürken babası da bir suikasta kurban gidiyor: “Nabokov babasına son kez baktı. Trajedi, korkunç bir ironiyle iç içeydi: Vladimir Dmitriyeviç Nabokov, Bolşevikler tarafından tutuklanıp idam edilmekten kurtulmasının üç yıl sonrasında, başka bir ülkede, başkasını öldürmeyi amaçlamış bir suikastçı tarafından vurulmuştu.”

Yine de diyebiliriz ki yaşadığı bu “hayat” Nabokov’un hiçbir zaman ana esin kaynağı olmadı, sadece tüm büyük yazarlarda gördüğümüz gibi eserin içine kendini belli etmeden sindi, hiçbir zaman onu niteleyen bir sıfata dönüşmedi. Pitzer de bu duruma dikkat çekiyor, Birinci Dünya Savaşı’nı kastederek şunları söylüyor: “Nabokov birkaç sene sonra, savaşta hayatı dağılanları edebiyatında konu edinmeye başlayacak, ama asla bir savaş yazarı olmayacaktı.” Hem ne diyordu Oğuz Atay; “Hayatı roman olanların yazdığı pek görülmüyor.”

Pitzer’in Nabokov’un kitap yayımlama süreçlerini anlattığı bölümler, günümüzde çok satmak ve iyi yazar olmak arasında kurulan ters orantıyı da yerle bir ediyor. Pitzer, Nabokov’un kitaplarının gördüğü ilgiyi en ufak ayrıntısına kadar anlatıyor. Umarım, bu denklem Yiğit Yavuz’un başarılı çevirisi sayesinde, bir kez daha doğrulanır ve daha çok Türkçe okuyucusu, böyle önemli bir yazarı yakından tanıma fırsatı bulur.

Bu ürüne babil.com‘dan ulaşabilirsiniz.

Vladimir Nabokov: Yazarın Gizli Tarihi – Andrea Pitzer
İletişim Yayınları