Erkan Şimşek

Sevgili Vartkes, olacak olan oldu. Bizim olması imkânsız sandığımız şey oldu! Grup halinde sürgün edildik. Sürgün bizim hayal kırıklığımızın bir damlası…[*]

1915 bu toprakların kolektif hafızasında birden çok referansa sahip. Kimisi için sadece 1. Dünya Savaşı yıllarından biri, kimisi için Çanakkale, kimisi için Ermeni soykırımı, kimisi için hepsi birden. İnsanlık tarihi nazarıyla bakarsak öncesinde ve sonrasında neler yaşanmış olursa olsun 1915, şüphesiz bir şekilde Ermeni soykırımını; modern dünya tarihinin en büyük trajedilerinden birini işaret ediyor.

Türkiye toplumu her ne kadar hafızasından bu soykırımı silmiş olsa da hakikatin direnci karşısında bütün bu resmî ve millî “çabalar” eriyip gideceğe benziyor. Osmanlının son, cumhuriyetin ilk yıllarında birkaç cılız sesin yükselmesi haricinde bir itiraz veya haykırış bulmak neredeyse imkânsız gibi. Birkaç yazarın satır aralarında, mısralarında kayıtlara geçmiş ama onlar da çabucak pes edip kolektif suskunluğa katılmışlar. Hayatta kalma güdüsü, izole edilme korkusu derken Ermeni soykırımı tâ 70’lerdeki Asala eylemlerine kadar unutulmuştu. Bu kısa süren hafıza kısa devresi, 90’lar sonrası başlayan entelektüel hesaplaşmalar ile yeniden alevlenmişti. İnkârcı ve hatta asıl suçlu olarak Ermenileri kabul eden millî / resmî ideoloji tüm gücüyle hakikatin karşısına dikilse de örtü bir kere kalkmıştı. Şimdi bu örtüyü bir şekilde kaldıran çalışmalardan biri de Fatih Akın’ın The Cut / Kesik filmi oldu.

2014 tarihli film, soykırımın 100. yılına girerken, dünya çapında yoğun olarak yaşanacak tartışmaların bir parçası olarak da izleyiciyle buluştu. Filmin konusuna geçmeden önce şunu söylemek gerekirse Kesik, 1915’in tarihsel / politik arka planına değinmiyor (ki böyle bir mecburiyeti yok), sanki bütünüyle kurmaca bir senaryodan hareket etmiş gibi duruyor. Bu da filmin konusundan kaynaklanan anlatım gücünü aşağı çekiyor.

Film, Mardinli Ermeni demirci Nazaret Manukyan’ın ve ailesinin birbirlerinden koparılışları ve Nazaret’in bir şekilde (bir Müslüman sayesinde) öldürülmekten kurtulup ikiz kızlarını bulma umuduyla yola düşmesinin öyküsü. Fatih Akın’ın diğer filmlerinde de şahit olduğumuz yola düşme motifi, yönetmenin hem aksiyon ihtiyacını hem de derdini anlatmaya vesile olan hadiselerin ardı sıra karşımıza çıkmaları için oldukça güçlü bir imkân. Kesik de aynı bu çizgide ilerliyor. Biraz çöl, biraz Halep, biraz 1. Dünya Savaşı, biraz western ama en çok da ailesini ve sesini yitirmiş bir adamın öyküsü Kesik. Nazaret’in sessizliğe mahkûmiyeti sanki sembolik olarak onlarca yıldır süren tarihsel ve bilinçli bir inkârın, devlet-millet el ele bir sessizliğin içinden sıyrılacak müstakbel bir empatiye çağırıyor. Gerçekten hissetmek isteyenler için tabii.

Kesik, kabaca iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde soykırımı, sürgünü, tecavüzü, parçalanan hayatları ve bütün bunların yanında hep var olan iyiliğin, vicdanın temsillerini görüyoruz. İkinci bölüm ise umut, yolculuklar, Nazaret’in tam tükendiği anda gördüğü hayaller ile hayata tutunuşu ve kızlarını arayışı var. Fonda ise kısa fragman halinde 1915, 1918, 1921 tarihleri geçip gidiyor. Türklerin Halep’i terk ediş ânı ise gören gözler ve hakikat meraklıları için bilinçkıran vazifesi görecek düzeyde. Amatörce, kısa, fazla teatral ama vazifesini yerine getiren bir sahne. Zulmün karşısına vicdanı koyan, mazlumun zalimleşmemesi için hafızayı ve hatırlama biçimlerini öneren bunun gibi benzer kısa pasajlar filmin bir şekilde olmasını istediği umut ikliminin birer parçası gibi.

Özetle Kesik, toplum olarak henüz hesaplaşamadığımız, etkisi hem bu coğrafyada hem başka coğrafyalarda hâlâ süren büyük bir trajediyi hak ettiği kadar güçlü bir şekilde anlatamayan, yine de cesur bir deneme. 1915 yüz binlerce insanın bizzat şahit olduğu ve öldürüldüğü; milyonlarca insanın hayatına tesir etmiş, modern Türkiye’yi, Türkiyeli Ermenileri, Ermenistan’ı, diasporadaki Ermenileri geri dönüşü olmayacak şekilde etkilemiş, sarsmış bir soykırım. Henüz anlatılmamış, yüreklerde, dillerde kilitli kalmış sayısız öyküsü var. İnsandan insana, tarihten bugüne ve yarına geçmesi gereken; anlatılması için gerekli tüm kapıların açılması bizlere ahlakî bir sorumluluk olarak düşen bir trajediden bahsediyoruz. Kesik, sinemaya dair tüm sorunlarına rağmen ele aldığı hakikatin hatırına izlenmeyi hak ediyor. Sinema tarihinde kendine küçük ama soykırımı dile getirme cesareti itibariyle özel bir alan açmayı başarıyor.

Kesik netice itibariyle hem dünya sineması hem de Fatih Akın sineması için parlak bir örnek olmayacak ama “sinema asla sadece sinema değildir” dersek bir “Türk yapımı” olmasa da Türkiye’deki 1915 tartışmaları adına atılmış bir adıma daha işaret ediyor. Bunun bir aşama olarak geçilip geçilmeyeceği ise filmle birlikte bir tartışmanın başlayıp başlamamasına bağlı. Sinemasal düzeyi belki yüksek değil ama bilhassa Türkiyeli yetişkinler için pedagojik düzeyi yüksek bir film.

Kesik (The Cut)
Senaryo, yönetmen: Fatih Akın
Yapım yılı: 2014, Almanya

—————————————————————————————————————————————————————

[*] Hayg Tiryakyan’ın Vartkes Serengülyan’a Çankırı’dan yazdığı mektup. (29 Mayıs 1915) Kaynak: 24 Nisan 1915, Nesim Ovadya İzrail, İletişim Yayınları
Not: Bu yazıya dair yerinde ikazları ve düzeltmeleri için Ayda Erbal’a teşekkür ederim.