Alper Kaya

Örümcek Ağı, baştan sona yazarın diğer eserlerine göndermelerle dolu bir Agatha Christie romanı…

Hakkında pek çok beylik laf edilmişse de, gündelik yaşamda bir araya gelme ihtimali hiç olmayan kişileri ve mekânları kesiştirme yetisine sahip bir kuvvetten öte nedir ki edebiyat?

Agatha Christie’nin, tiyatro oyunundan uyarlama eseri Örümcek Ağı geçtiğimiz aylarda Altın Kitaplar tarafından Türkçeye kazandırıldı. Tabii, eserin orijinal adına sadık kalan Altın Kitaplar bilir miydi ki Necip Fazıl ile polisiyenin kraliçesini böylesine kesiştirebileceğini? Sahi, ne diyordu şair “Örümcek Ağı” isimli şiirinde?

“Duvara, bir titiz örümcek gibi,
İnce dertlerimle işledim bir ağ.
Ruhum gün boyunca sönecek gibi
,
Şimdiden ediyor hayata veda.”


Örümcek Ağı
Agatha Christie
Çevirmen: Çiğdem Öztekin
Altın Kitaplar

Christie’nin eseri de böyle bir başlangıç yapıyor. Hikâyenin ana karakteri Clarissa’nın, lüks ve şatafat dolu yaşantısına heyecan katmak için yakın dostlarına dahi inandırıcı bir üslupla sunduğu yalanlar, ki Clarissa’ya göre bunlar basit birer şakadır, okur için bu karakterin iç dünyasına açılan bir pencere oluyor.

Böylesi bir karaktere güven olmayacağı için hikâyenin akışını bir sürü yan karakter süslüyor elbette. Ancak bu gidişat pek de hayra alâmet değil gibi görünürken, bir de cinayet işleniveriyor. Ev sahibesi Clarissa ile zengin ve gözde bir bürokrat olan kocası Henry’nin evvelden tanıdıkları ve davetsiz bir misafir olarak eve gelen Costello, kafasına aldığı bir darbeyle öldürülüveriyor.

Bu noktadan sonrası, Agatha Christie’nin kendisine yaptığı pek çok göndermeyle bezeli bir kurmaca yığınına dönüşüyor. Neden yığın? Bu soruyu cevaplamadan önce göndermelere değinelim…

Yazarın bir kapalı oda cinayeti olarak tasarlanan görkemli romanı Briç Masasında Cinayet’e dair gönderme hemen öne çıkıyor. Örümcek Ağı’nda evindeki cinayeti örtbas etmek için bir yalan söylemesi gerekince başkarakter polislere misafirleriyle briç oynadığını anlatıyor. Hemen bir briç oyunu kurgulayıp karakterleri de oyuna dahil ediyor.

Evde bir katil olması ihtimaline karşın, hepsinin tek tek öleceğini düşünen karakterler kendi ağızlarından “Bu durum tam da ‘On Küçük Zenci’ gibi değil mi?” diyerek Christie’nin kendine yaptığı göndermeye ufak bir katkı sunuyorlar.

Tabii, evin küçük kızı Pippa’nın cinayete meyilli konuşmaları ve ilgi çekmeye dönük davranışlarıyla çok net bir Çarpık Evdeki Cesetler göndermesi olduğunu anlamamak işten değil.

Karakterlere gelince, yüksek yargı mensubu Sir Rowland Christie’nin pek çok eserinde karşılaştığımız türden “tipik bir İngiliz beyefendisi”. Keza ona eşlik eden bir diğer beyefendi Hugo da, her ne kadar silik bir tip olsa da, polisiye dokusu içeren bir kurgudaki her karakterin “her an bir şey yapabilir” hissiyatını başarıyla üstünde taşıyor. Bıçkın delikanlı motifi olarak hikâyedeki yerini baştan itibaren sağlam tutan Jeremy ise başta Rus edebiyatı olmak üzere pek çok klasik yapıtta gözlemleyebileceğimiz heveskâr âşık karakterini okura net bir şekilde iletiyor.

Peki “polisiye” bütün bu müsamerenin tam olarak neresinde?

Ortada, katili sürekli değişen bir ceset var. Hatta, bu cesedin yeri de değişiyor zaman zaman. Eve gelen polis memurlarının yürüttüğü soruşturma, yüksek rütbeli Sir Rowland veya tam bir beyefendi olan Hugo tarafından biraz olsun bertaraf edilmeye çalışılsa da kısmenşanssızlıklar, kısmen de yazar tercihi gereği zor durumlar karakterleri hep en başa döndürüyor: Katili saklasak da mı aklansak, saklamasak da mı aklansak?

Kurmaca yığını tam da bu noktada okurun karşısında çözülmesi zor bir yumak misali beliriveriyor işte. Agatha Christie’nin Örümcek Ağı’nı, Necip Fazıl’ın şiirinin ikinci dörtlüğüyle nihâyete bağlayalım:

“Kalbim, yırtılıyor her nefesinde, Kulağım, ruhumun kanat sesinde; Eserim duvarın bir köşesinde; Çıkamaz göğsümden başka bir seda…”

Gerçi, kitap bittiğinde akıllara daha ziyade Özdemir Asaf’ın “Ölüm gibi bir şeydi” dizesi gelse de hikâye sonuç aşamasına geldiğinde okurdaki hayal kırıklığı çok da tarif edilemeyebilir. Zira tiyatro olarak, pratikte, güzel dursa da basılı bir eser olarak sadece akıp gitmesi için çaba gerektiren bir kurgu hâlinde beliriyor önümüzde. Bittiğinde ise, “Neden başlamıştı ki?” sorusunu sormamak için ya dirayetli bir okur ya da hakiki bir Christie hayranı olmak gerekir… 

Arka Kapak dergisi 36. sayı