Dr. Musa Balcı

İslâm coğrafyasında şiir denince, özellikle Türkiye’de yaşayan insanların aklına İran şiiri ilk sırada gelir. Aynı bölgede yaşayan insanların birbirlerine karşı gönül mesafesinin uzaklaştığı bugünün İslâm coğrafyasında, çatışmaların dışında kalan hususları, özellikle de şiire dair olanları konuşmak daha önemli hale geldi. İran ile sınırdaşlığımız ve edebî geleneğimiz dikkate alındığında, çağdaş İran edebiyatı konusunda kaleme alınmış az sayıdaki kıymetli çalışmanın yetersizliğine dönük eleştiriler hep yapılır. Behçet Necatigil’in 1978 yılında Milliyet Sanat Dergisi’nde yazısına başlık olan “Çağdaş İran Edebiyatı Üzerine Ne Biliyoruz?1* sorusu, bu alanla ilgili olanların zihninin bir kenarında durur. Çünkü Fars edebiyatının tarihi ve edebiyatımızla ilgisi düşünüldüğünde, Türkçede hâlâ daha fazla çalışmaya ihtiyaç var.

Prof. Dr. Hicabi Kırlangıç tarafından hazırlanan Meşrutiyetten Cumhuriyete İran Şiiri antolojisi, özellikle şairlerin şiirlerine dâhil hayat hikâyeleriyle ilgili bölümleri okunurken; paranteze alınan doğum ve ölüm tarihleri Necatigil’in bir şiirini hatıra getirir. Necatigil’e, ciddi emeklerle vücuda getirdiği eserler ve isimler konusundaki çalışmalarının en büyük hediyelerinden birisinin de “Kitaplarda Ölmek” şiiri olabileceğinden bahseden eleştirmenimiz herhalde vardır. Bazı şiirlerin sevilmesine antolojilerin ciddi katkı sağladığını Necatigil’in bu şiirini tekrar tekrar okumamıza vesile olan rahmetli Hasan Ali Kasır’ı ve Şiir Defteri seçkisini de zikretmiş olalım.

Necatigil’in, “Dergiler taranınca çağdaş İran edebiyatından dilimize çok az örnek aktarılmış olduğu görülüyor.” tespitinin üzerinden neredeyse kırk yıl geçmiş. Bu zaman diliminde, dil öğretiminin yanı sıra, elbette özellikle Prof. Dr. Mehmet Kanar gibi adeta hayatını Farsçaya vakfetmiş bir iki hoca önemli çalışmalara imza attı. Fakat çağdaş İran edebiyatı alanındaki çalışmaların çok yetersiz olduğu, Farsça ve İran ile tarihsel bağımız düşünüldüğünde ortadadır. Çağdaş edebiyatın bilinmesine dair yetersizlikte birçok husus zikredilebilir. Fars edebiyatı alanında çalışan uzmanların azlığı ve belki de bir tehlike olarak gösterilen “Türkiye’nin İranlaşması korkusu”nun Farsçayla aramıza koyduğu mesafe ilk akla gelen etkenlerdir.

Fars edebiyatının çağdaş temsilcilerinin ve bu edebiyata ait ürünlerin Batı edebiyatında tanınmış isimlerle sınırlı olamayacağını yüksek bir sesle tartışmaya başladığımız günlerden bu yana, en ciddi kitaplardan biridir Meşrutiyetten Cumhuriyete İran Şiiri antolojisi. Nasıl ki çağdaş Türk edebiyatı sadece Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Nazım Hikmet ve Elif Şafak’tan ibaret sayılamazsa; çağdaş Fars edebiyatının da Sohrab-i Sipehrî, Furûğ-u Ferruhzâd ve Admed-i Şamlu’dan ibaret sayılamayacağını, son yüz-yüz elli yılı birkaç isim zikredilerek bir dilin edebiyatının tanımlanamayacağını ve çağdaş edebiyatın gelenekten tümüyle kopan bir edebiyat olamayacağını Hicabi Kırlangıç’ın hazırladığı ve çevirisini yaptığı Meşrutiyetten Cumhuriyete İran Şiiri antolojisi bizlere gösteriyor.

Meşrutiyetten Cumhuriyete İran Şiiri
Hicabi Kırlangıç
Hece Yayınları

İran edebiyatında meşrutiyet süreci
Hicabi Kırlangıç, İran edebiyatında meşrutiyet dönemini, “klasik dönemle çağdaş dönem arasında bir geçiş süreci, önemli bir dönüm noktası” şeklinde ifade ediyor. Yazarın günümüz İran’ı için açık toplum olamamaya dönük eleştirisini ve “halka yakın şiir”in ne demek olduğunu bir türlü anlayamayan “şaşkınlar”ın (şaşkınlardan birisi de benim) çağdaş İran edebiyatında da “toplumcu şairler”in halkla aralarına duvarlar ören “ben şiirleri” yazdıklarını görmeleri şaşırtıcı olacaktır.

Bu antolojinin farkı
Klasik İran edebiyatı konusunda Türkçede çok sayıda kaynağa ulaşma imkânı var. Fakat çağdaş İran edebiyatı konusunda şimdiye kadar hazırlanmış çalışmaların azlığı düşünüldüğünde bu eserin değeri daha da artar. Ticari kaygı taşımadan, yüzünü sadece şiire dönen iyi antolojilerin oluşturulması ve bu antolojilerin üstelik bir başka dilden çeviri olması için belki de bir ömür harcanması gerektiğini Hicabi Kırlangıç’ın Meşrutiyetten Cumhuriyete İran Şiiri antolojisini incelerken de görmek mümkün. Nitekim Türkçedeki en iyi Montaigne çevirmeni olarak da kabul edilen Sabahattin Eyüboğlu’nun “Bazı Montaigne parçalarını daha da güzelleştirmek için otuz yıl boyunca çevirip durdum.” yollu sözü de çeviri yapmanın öyle küçümsenecek bir iş olmadığını anlatır bize.

Bir seçkiyi en özel kılan hususlardan bir başkası ise, şiirlerin bir şair tarafından seçilmiş olmasıdır. Bu seçki eğer bir başka dilden, üstelik “gizli sevdamız” olan Fars edebiyatından ise çevirmenin şairliği neredeyse bir zorunluluk halini alır. Böyle bir eserin bir şair çevirmen tarafından yapılması onun kıymetini daha da arttırıyor. Güldestede şairlerin doğum tarihleri esasına göre sıralanmış olması ve 590 sayfadan oluşan antolojide çok sayıda şairden şiir örneklerine yer verilmiş olması İran edebiyatında şiirin çağdaşlaşma seyrini görmemizi ayrıca temin ediyor.

Türk ve İran çağdaşlaşmasının benzerliği
Bu antoloji incelendiğinde çağdaş edebî şahsiyetlerin İran ve Türk edebiyatı açısından benzerlikleri de dikkat çekicidir. Şairlerin mesleklerinde ortaklık her iki dil için neredeyse aynıdır. Gazeteci, dergici, edebiyat öğretmeni, ressam, eleştirmen, bürokrat, akademisyen, siyasî hükümlü, fabrika işçisi. Müntehirlik de bir benzerlik! Nitekim yazar eserinde (s.21), “Şiirde herhangi bir iddiası bulunmayanlar bile ister istemez şairler arasına katıldılar.” derken çağdaş Türk şiiri için de ifade etmekte zorlandığımız bir gerçeği ortaya koyar.

Batıya öğrenci gönderme, eğitim kurumlarında yenilik, anayasal düzenlemeler, askerî ve sınaî ıslahatlar, dinî hayatta değişim ve dinî temsilcilere yaklaşım, çarşafın yasaklanması, şapka devrimi, medenî hukuk, soyadı kanunu, toprak reformu gibi birçok alanda Türk ve İran çağdaşlaşmasının ortaklığı dikkat çeker. Bu çağdaşlaşma alanlarının şiirlere de yansıdığını antolojide seçilen şiir örneklerinde görmek mümkün.

Piyasalaşmadan da var olabileceğimizi gösteren ve “aşkın, gözyaşında kül edilmeden pişirilmesi” gerektiğine inanan insanların ve yayınevlerinin varlığını görmek ne güzel.

*Necatigil’in bu yazısı, Sadık Hidayet’in Kör Baykuş (YKY) adlı romanının girişinde de
yar almaktadır.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 10.sayısında yayınlanmıştır.