Volkan Alıcı

Ali Şimşek, medyadan gündelik dile toplumsal hayatımızı şekillendiren kültürel stratejileri inceleyen önemli bir yazar. Yakınlarda, son otuz yılın sosyal ve kültürel tarihimizin kodlarını çözümlemeye yönelen bir kitabı yayımlandı Şimşek’in: Yeni Orta Sınıf – Sinik Stratejiler. Biz de, yeni orta sınıf kavramını merkeze alarak, 90’lardan bugüne neler yaşandı, neler değişti; gidişat nereye sorularına yanıt arayalım dedik, Ali Şimşek’i Arka Kapak sayfalarına konuk ettik.

Önce, kısaca orta sınıf ve yeni orta sınıf tanımı yapalım isterseniz, söyleşimize buradan devam edelim.
Kavram kullanım kolaylıklarına sahip. Aslında “ortada” olan demek. Neyin ortası peki. Burjuvazi (aristokrasi) ve işçi sınıfının ortasına denk geliyor. Platon’dan bu yana erdem ve ahlak bir “orta” hali ve “ılımlılık” olarak okunur. Yani aşırıya kaçmamak anlamında. Orta sınıflar bir tarafıyla devrim korkusuna tahvil edildi. Sistemin bir tür emniyet subabı gibi bir tını kazandı. Reklamcılar için bu AB grubudur örneğin. 1950’lerin Amerikan Rüyası ile gazlanan orta sınıf miti, sıkıcı ve yoksul Sovyetler’e karşı “iyiye gidiyoruz” umuduydu. Reklamlarda gülümseyen, beyaz eşyalar ile zenginleşmiş çekirdek aile masalı.

Yani orta sınıf hem coğrafya hem de yaydığı tını itibariyle iyimser tınılar taşıyor. Bir tarafıyla da bizde Özal’ın yaygınlaştırdığı “orta direk” yani toplumun merkezi çağrışımları da yapmıyor değil. Aslında orta sınıf derken Marksist anlamda küçük burjuvazi demeye çalışıyoruz bir tarafıyla. Küçük mülk sahiplerinden küçük esnafa, ama en çok da eğitimli beyaz yakalılara geniş bir havuz… 1945 sonrası üniversite eğitiminin alt sınıflara inmesi, avukatlık, mühendislik, öğretmenlik, doktorluk gibi profesyonel mesleklerin yoğunlaşması orta sınıf derken kastedilen anlamı belirledi. Fakat yeni orta sınıf kavramı, adı üstünce yeni…

Daha çok “baby boom” kuşağı yani İkinci Dünya Savaşı sonrası doğan, orta sınıflardan yeni bir kesimi ayırt etmek için kullanılan normatif bir kavram. Ben buna “geleneksel orta sınıf”tan farklı YOS demeyi tercih ediyorum. Şöyle özetleyeyim: 1947 doğumlu, Cumhuriyet veya Milliyet okuyan bir mühendis ya da avukat ile 1968 doğumlu Radikal okuyan bir profesyonel arasındaki fark gibi. Kaba ama açıklayıcı bir örnek. Ben YOS’u 1986 ama daha çok da 1990 sonrası gerilimleriyle birlikte çok dar, ama neoliberalizm gibi hâlâ acısını çektiğimiz çok geniş bir ilişki ağı içinde düşünüyorum. Ve normatif olanı çok kutsamıyorum. Yani kavram benim için işlerlik ve golü nereye atacağım ile ilgili… Fazlasıyla işlevsel ve pratik… Beyaz yakalı işçi de diyebilirdim; ya da sınıf fraksiyonu, doğrudur… Ama mesele o kadar basit değil.

Orta sınıf kavramına birçok Marksist iktisatçının temkinli yaklaştığını görüyoruz. Bu temkinlilikte, işçi sınıfının tarih sahnesinden silindiğini savlayan neoliberal sağcı yazarların da kavramı sahiplenmesi bir etken sanırım. Başka ne gibi kaygılar var?
Anlamak mümkün tedirginlikleri; ama bu, orta sınıf kavramını verimli kullanmamızı engellemiyor. Türkiye’de çoğu dostum olan birçok yazar baştan bir haklılıkla bu kavramı reddediyorlar. Kitabi ve normatif olarak haklılar. Ama ne bir alan çalışması ne de bir dönem çalışmadan; sadece Kapital‘den alıntıyla olmaz bu… Benim analizime göre bu arkadaşların çoğu da YOS’a giriyor. Bence orta sınıf kavramını sağın elinden korkusuzca almak gerekiyor. AKP iktidarını halı altından imtiyazlandıran, “kentleşiyoruz güzelleşiyoruz” diyen Taha Akyol’a, Yeni Şafak yazarlarına ya da en iyisinden Çağlar Keyder ya da CHP’ye danışman olan Sencer Ayata’ya da bırakmamak gerekiyor. Neoliberalizmin krizi, salınımları için, dönemin suç ortaklığını ortaya sermek için; ayrıca yaratıcı potansiyellerini (arzuya dönük liberter eğilimleri gibi) gözetmek, prekarite (güvencesizleşme) için kullanılabilir. Yani sen işçisin demek çok kolay bir çözüm. Haklı ama eksik! Biz biliyoruz ki, kapitalizm zaten iki sınıfa doğru gidiyor. Burada anlaştık. Ama daha çok erken. Kuramın doğrulanma garantisi, sinik bir haklılık üretmemeli. Anlayan anladı diyorum!

Gezi Direnişinin sınıfsal dayanakları meselesinde de tartışmanın odağı orta sınıftı. Gezi sizce bir orta sınıf direnişi miydi?
Ben 2000 yılından itibaren YOS üzerine tonlarca yazı yazdım, seminer ve ders verdim. Türkiye’de ilk defa, İstanbul Üniversitesi’nde adında orta sınıf olan zorunlu bir ders bile açtık. Ama o dönem pek bir ilgi yoktu açıkçası. Ama Gezi’den sonra orta sınıf, medya ağırlıklı ve çoğu manipülatif (Y Kuşağı gibi) yorumlarla gündemimizi doğurdu. Aslında AKP’nin hâlâ en büyük argümanı, Beyaz Türk derken böyle olumsuz bir orta sınıf (Sözcü okuru gibi) tınısına dayanması. Gezi çok büyük bir “olay”dı. Dünya için de öyle… Böyle büyük bir olayı sadece orta sınıf ayaklanmasına, “haysiyet başkaldırısı”na indirgeyemeyiz. Ama şunu söyleyebiliriz. Özellikle YOS, Gezi’nin vitrinini oluştururken fazlasıyla aktifti… Ama şunu da unutmamak gerekiyor; ölenlerin hepsi işçi sınıfından ve belli bir etnisiteye ve mezhebe, hatta konvansiyonel sosyalist hareketlere mensup insanlardı. AKP hayat tarzı üzerinden sıkıştırınca, kalkışmanın da buradan olması kaçınılmaz.

Örneğin Gezi’nin en büyük aktörlerinden biri LBGTİ idi… Bu çok anlamlı. Muhafazakâr, Sünni ve İslamcı neoliberal bir hükümetin “arzu”ya dönük saldırısının en uç alanıydılar. Üstelik Gezi, yıllarca orta sınıfların gitmeye korktukları bir mekân olmasına rağmen LBGTİ’nin partner bulduğu zorunlu ve de riskli bir mekândı. Onların mekânla ilişkisi daha derindi. YOS bana göre bütün dünyada arzuya dönük talepleri ve esneklikleri en güçlü olan kesim. Bu anlamda refleksleri ve tepkileri de daha görünür. Ama en önemlisi ve benim kitapta sürekli vurguladığım yön; bunlar, prekaryalaşmayı yani güvencesizleşmeyi ve proleterleşmeyi enselerinde hisseden bir kesim. Özellikle de 2001 bankacılık krizi ve sonrası… Plaza eylemlerini bu açıdan düşünmek gerekiyor; ve umut verici…

“Leman’da ortaya çıkan stratejilerin medyadan gündelik dile, dönemin kültürel eğilimlerini nasıl belirlediğini anlama derdindeydim” diyorsunuz kitabın yazılış amacını açıklarken ve ayrıca Yeni Orta Sınıf’ın asıl gizinin 1990’lı yıllar olduğunu söylüyorsunuz. O halde, 90’ları nasıl tarif edersiniz?
Evet, 90’lar 1983 sonrası başlayan neoliberalizmin bir vitrin ve kadro oluşturduğu yıllar. 1991’de SCCB’nin yıkılmasıyla “Alternatif Yok!” hissinin tavan yaptığı, YOS için iyi paraların kazanıldığı bir aralık. Geçmişe dönük inançsızlık samimi ama dışlayıcı bir kayıtsızlığa evriliverdi. YOS, kendini farklılaştıracak dili bu sinizm ve ironi ile inşa etti. Beni ilgilendiren burası oldu açıkça; gündelik hayatta bu ironi ve sinizmin nasıl işlediği ve kültürel sermayeye yontulduğu. Bu kavramlar postmodernizm dolayısıyla normatif anlamda merkezde zaten. Ama beni ilgilendiren, bir bankacı beyaz yakalıda nasıl işlediği… Babasının Sümerbank pijamasıyla nasıl dalga geçtiği ve Sümerbank’ın o dönemde dinozor KİT olarak suçlanarak nasıl özelleştirildiği. Sümerbank’ı satın alan ve batıran Hayyam Gariboğlu’nu bugün sadece korkunç bir cinayet haberiyle hatırlıyoruz…

90’lar böyleydi; peki nasıl bir dönüşüm geçirdi 2000’lerde?
2001 bankacılık krizi büyük bir tokat oldu. Hiç bitmeyecek sanılan hizmetler sektörü balonu patladı ve binlerce iyi eğitimli beyaz yakalı işsiz kaldı ya da düşük ücrete razı oldu. Üstüne 2008 krizi… YOS “ağzında suşi tadıyla” ortada kalıverdi. Cüret, ironi ve sinizm darbe aldı… Örneğin bugün 1991’de yayına başlayan Aktüel dergisi ya da Radikal gazetesi yok… Yeni dönemde bunların aktörlüğü yok çünkü… 1990’ların alt sınıfları rencide eden, dışlayan sinizmi, inançsızlığı tersine dönmeye başladı. YOS alt sınıflarla kültürel anlamda barışmaya başladı… Melodramların geri dönüşü bunun işaretidir. Ya da Issız Adam filmine gösterilen ilgi…

Bugün YOS stratejilerinin toplumsal-kültürel hayata yansımasında öne çıkan öğeler neler? Nasıl bir eğilim görüyorsunuz?
1990’larda Leman dergisinde pişen sinik ironi, bugün Ekşi Sözlük, Zaytung, Penguen ve Uykusuz dergilerinden Gezi’nin diline akarak bir iktidarı madara ettiler. Bana göre Gezi’deki bu dil YOS kaynaklıdır. Zaten ben de kitabımda bu haritayı göstermeye çalıştım. Bu sinizmin nasıl hedef değiştirdiğinin sezgisini verdim. Ama bunu görmek için dışlayıcı 1990’ları ve Leman dergisinde olgunlaşan dili görmek gerekiyor. Bugün Finansbank reklamlarında Kıllanan Adam reklamları dönüyor. Oysa Gezi’deki dili, Ahmet Yılmaz’ın Kıllanan Adam tipi yaratmıştı 1990’larda…. Bunu düşünmek bile ilginç.

Bu ürüne babil.com‘dan ulaşabilirsiniz.

Yeni Orta Sınıf – ‘Sinik Stratejiler’ – Ali Şimşek
Agora Kitaplığı