Ülkü Özel Akagündüz

Yazar milleti bazen ters köşeye düşürür okuru, hem de daha ilk satırlarda. Hikâyenin kıyısında köşesinde dolanıp durur gibi yapar, ne anlatacağını pek de bilemiyormuş gibi görünür, sonra baktı olmuyor, ‘Ben öykü anlatıcısı değilim zaten, en azından okuyacaklarınızı anlatan ben değilim.’ deyip olay mahallinden sıvışmaya kalkar. Ama yok, hiç inanmayın böylesine. Hem zaten üç beş sayfa sonra görürsünüz, nasıl bir öykü cambazına dönüşür o isteksiz, sıkılgan yazar; şapkadan ne güvercinler, ne tavşanlar çıkartır; hatta öyle coşar ki; hikâyedeki kadınlar, adamlar mıdır konuşan yoksa yazar mı, birbirine karışır. Karışır dediysek yanlış anlaşılmasın, yazarımız son derece hâkimdir olup bitene. Halk âşıklarının karşılıklı atışmasını hatırlatan ‘aldı sazı eline’ üslubuyla, sözü bir kendi alır bir karşısındakine verir ve sonunda okuru, odaların hep bir diğerine açıldığı masal konaklarında dolaştırır. Takibi zor ama zihin açan bir gezintidir bu.

Sedat Demir, ilk kitabı ‘Küçük Paris Fena Öksürüyor’ da, tam da böyle bir anlatıya kapı aralıyor işte. Kitabın ismine şimdiden takılmayın derim, ama Cağaloğlu’ndaki kitapçılarda, ‘buyrun’ diyen satıcıya, tuhaf bir şey söylüyormuşum hissine kapıldığımı da itiraf ederim. Kitabı okuduğunuzda pek tabii anlıyorsunuz ‘Küçük Paris’ neresidir, öksüren kimdir? Hem zaten, birbiriyle ilintili olduğu sonradan anlaşılan üç yaşlı kadının edebiyatla, sanatla, müzikle örülmüş hikâyelerine dalıp gitmişken, yazar bir öksürük sesiyle hatırlatacak size nerede olduğunuzu. Ve aynı zamanda şaşırtacak. Sadberk, Belkıs ve Suzan Hanım’ın, bu üç ayrı âlemin sergüzeşti, acı tatlı hatırası nasıl sığabilmiş böyle küçük bir kitaba hayret! Büyütüp çoğaltan, açıp genişleten bizim hayal gücümüz mü yoksa?

Kadınlarda bir sahicilik aramanın lüzumu var mı? Pekâlâ apartman komşumuz, mahalleden tanıdığımız olabilirlerdi. Suzan Hanım’a bir merhaba kâfiydi, Sadberk Hanım’la ayaküstü bir konuşma; ama Belkıs Hanım karşı dairede otursaydı ya! “İyi filmler seyret, seyret ki onlar fevkalade latif oluyorlar, fevkalade terbiye ediyorlar sendeki manayı.” deseydi bize de. En çok onun konuşmasını, en çok onun evini, eşyasını, en çok onun acısını sevdiğimi söylersem diğerleri gücenir mi? Sadberk Hanım, balkonun köşesinde eli göbeğinde durup arada eteğini çekiştiren bir kadın için fazla edebi konuşarak ‘gerçeklik’ algımızla oynuyor zira. Yazar en çok burada rol kapıyor kahramanından. Yazmak ve okumak üzerine esaslı düşüncelerini sıralarken Sadberk Hanım’ı bir kenara itiyor; ama öyle doğru tespitlerde bulunuyor ki heyecanla sahneye fırlamasını mazur görüyorsunuz. Kıvrak, akıcı, eğlenceli bir dili var üstelik bu yazarın ve altı çizilecek, üzerinde düşünülecek satırları…

Küçük Paris Fena Öksürüyor
Sedat Demir
Dedalus Kitap

Kitap, döngüsel metinlerden oluşuyor. Başlangıçta ilintisiz duran hikayeler bir diğeriyle kesişiyor; karakterler, şöyle ya da böyle birbirinin hayatına dokunup geçiyor. Hepsi de ‘başaramamış’ tipler üstelik, küskünler ya da dertliler ve daha fenası ‘onarmak’ için fazla yaşlılar. Ancak kasvetlendirmiyorlar insanı, bilakis, bir tevekkül, kaderine razı olma hali içinde yaşayıp gidiyorlar. Hikayelerin fonundaki nostaljik dokunuşların yumuşaklığından belki böyle hissediyoruz. Hayat eski İstanbul’un eski semtlerinde, eski bir şarkının hüznüyle akıp gidiyor sanki. Ve o hüznün içinde, ‘Küçük Paris Fena Öksürüyor’ duyuyor musunuz?

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 8.sayısında yayınlanmıştır.