Mevlüt Üçpınar

2004 yılında vizyona giren, ülkemizde ve dünya çapında birçok festivalden ödül alan “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” filmi ülkemizde sinema filmleri yapılmaya başlandığı günden beri bir türlü neticelenemeyen “Türk Sineması nedir? Nasıl olmalıdır?” tartışmalarını yeniden alevlendirmiş; batıya öykünmeden de film yapılabileceğine, kendine özgü bir sinema dili oluşturulabileceğine en iyi kanıt olarak Kütahya’nın Tepecik köyünde yaşayan filmin yönetmeni Ahmet Uluçay’ın otobiyografik öyküsüne dayanan uzun metrajı gösterilmişti.

Senaryosunu yazdığı halde kaynak bulamadığından geciken film projelerinden biri olan ‘Bozkırda Deniz Kabuğu’nu tamamlamaya ise ömrü vefa etmeyen Ahmet Uluçay; Türk Sineması adına büyük bir kayıp olarak zaten düşlerinin sığamadığı bu dünyadan giderken geride birçok film, öykü, şiir bıraktı. Bu eserlerden biri olan Küller ve Kemikler (Yaydırıbya Öyküleri) Kasım ayında yine başka bir Ahmet Uluçay kitabı olan Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak ile birlikte Küre Yayınları tarafından yayınlandı. Kapak tasarımında Uluçay’ın vasiyeti dikkate alınarak, gece karanlığında küller ve kemiklere işeyen bir çocuğun resmedildiği kitap; Bozkırda Deniz Kabuğu filminin senaryosunun yazılma sürecini içeren bir öykü. Uluçay’ın bana en yakın öykü dediği bu öykü, bozkırda bulduğu deniz kabuklarını düşlerine tekne yapan Yakup’un öyküsü. Üzerinde yaşadığı dünya denilen kürenin dörtte üçü sularla kaplı ve yaşadığı ülkenin 3 tarafının denizlerle çevrili olmasına rağmen denizi görememişlerin öyküsü… Her tren düdüğünde işi gücü bırakıp batıya doğru giden trenin ardından bakanların öyküsü… Düş oyuncakları ile oynayan, içindeki karanlık havuzun bazen büyüklerinden aldığı bir ‘aferin’le, bazen başkalarının oyuncaklarının bıraktığı merak duygusu ile bazen de annesinin anlattığı eski masallar ile hareketlenen çocukların öyküsü… Büyüyememiş düş çocuklarının öyküsünün sonu da tıpkı Uluçay’ın tamamlayamadığı filmi gibi kayıp. Öykünün ve dolayısıyla filmin kahramanı olan Yakup’un hikâyesinde de hep bir eksiklik, tamamlanmamışlık, kayıplık var. Belki de ancak ahirette tamamlanabilecek bir eksiklik…


Küller ve Kemikler
Ahmet Uluçay
Küre Yayınları

Uluçay’ın içine doğduğu dünya; görünenden başka varlıkların, iyi ve kötü cinlerin, perilerin, gölgelerin ve yazdığı karakterlerin hayat bulduğu masalımsı bir yer. Gündelik hayat; imkânsızlıkların ve belli zorunlulukların olduğu, görünenden başkasıyla ilişki kurulamayan, insanların günden güne nesneleştiren bir dünyadan ibaret. Akşam güneşinin ardından bakarak başlayan Uluçay’ın dünyası; herkesin uyuduğu, gölgelerin ve düşlerin hayat bulduğu gecelerden ibaret. Sokak lambaları kararıp insan sesleri kesilince, henüz tamamlanmamış filmin kahramanı Yakup adeta ete kemiğe bürünüyor, elinde değneği sırtında kepeneği efsanelerden mukaddes kitaplardan çıkıp geliyor Uluçay’ın akvaryum misali odasına. Uluçay, Yakup ile küçüklüğünden beri anlattığı halde kimsenin ilgisini çekmeyen konuları rahatlıkla konuşabiliyor. Eski hatıraları anıp kâh gülüyor, filme yapımcı bulunamadığı için kâh dertleşiyor, senaryo ve filmle ilgili kah fikir alışverişlerinde bulunuyorlar. Uluçay’ın sıradışı bir insan olagelmesinin nedenini; cinlerin yiyeceği olan küller ve kemiklere işediği için çarpılarak cezalandırılması olarak gören annesi bir nebze haklı. Sanatın ödülden ziyade bir ceza olarak birçok şaire, ressama, yönetmene bahşedilmesi gibi. Tıpkı Van Gogh, Mark Rothko, Tarkovsky gibi… 

Arka Kapak dergisi 3. sayı