Yücel Sezer

Küratörler, Roma İmparatorluğu devrinde, kendi işlerini idare edemeyecek durumda olanlara –reşit olmayanlara, akıl hastalarına, savurganlara– vekil tayin edilen devlet memurlarıydı. Görevleri, onları dünyadan ve daha çok kendilerinden korumaktı. Aradan geçen bin yılda küratörlük mesleğinin tanımı kökten bir değişikliğe uğradı. Artık sanat sergisi yapan insanlara küratör deniliyor. Vesna Madzoski, Küratörlük – Koruma ve Kapatmanın Diyalektiği adını verdiği kitabında aslında bu kadim mesleğin özünün hiç değişmediğini ve küratörlüğün tıpkı Roma devrinde olduğu gibi bugün de hâlâ bir “koruma” ve “kapatma” işi olduğunu ileri sürüyor.


Kuratörlük
Koruma ve Kapatmanın Diyalektiği
Vesna Madzoski
Çevirmen: Mine Haydaroğlu
Koç Üniversitesi Yayınları

Küratör kelimesi Fransızca’da “sergi komiseri” ile aynı anlama geliyor. Küratörün işlevinin ne olduğu, sınırının nerede başlayıp nerede bittiği ve sanatçının özgünlüğüne tesir etmesinin yanı sıra sanat eserinin üretim aşamasında etkisinin olup olmadığı hâlâ tartışılan konulardan biri. Oysa kadimden beri küratörlük iki ana süreçle nitelendirilmiştir: Öznelerin yönetimi ve nesnelerin muhafızlığı. Dolayısıyla küratörler, özneler ile nesneler arasındaki bölgede ya da birinin diğerine dönüştüğü bölgede iş gören failler olarak tanımlanabilir. Madzoski kitabında bu açıdan önemli bir etik sorununu gündeme getiriyor: Aslında bir nevi aracı olan küratörlerin, özneleri nesnelere ya da nesneleri öznelere dönüştürme rolünü üstlenmeleri.

Madzoski, Küratörlük kitabının ilk kısmında, bir meslek olarak küratörlüğün kökenlerini araştırıyor ve tarihsel bir bakışla başlangıçtan itibaren küratörlüğe biçilen rolü tanımlıyor. Bunun için de küratörlüğün ilk kez oluşturulduğu ve insanların, nesnelerin ve kurumların koruyucuları olarak hizmet verdikleri Roma dönemine kadar uzanıyor. Küratörlerin Orta Çağ’da kısa süreliğine kilise bağlantılı bir dönüşüm geçirdiğini ve insan ruhunun bakıcıları olarak görevlendirildiğini, aynı dönüşümün yeni versiyonunun modern çağdaş müze profesyonelleri maskesi altında tekrar görüldüğünü belirtiyor. Bu tarihsel bakışın sonuç itibarıyla şunu netleştirdiğinin altını çiziyor: “Bütün bu farklı faillerin ortak noktası korunmaya muhtaç olduğu düşünülenleri koruma göreviydi. O zaman şu sorular akla geliyor: Buna kim, nasıl ve ne zaman karar veriyor ve korumanın kapatmaya dönüştüğü eşik nerede?”

Madzoski, diğer bölümlerde ise koruma ve kapatma arasındaki bu karmaşık ilişkinin izini üç vakada sürüyor. Almanya’nın Kassel şehrinde beş yılda bir düzenlenen çağdaş sanat sergisi Documentaher edisyonu dünyanın başka bir yerinde gerçekleştirilen Avrupa çağdaş sanat bienali Manifesta ve Hollywood’tan gişe rekorları kıran bir film: Avatar. Madzoski üç vakada da “koruma” söylemlerinin ustaca gizlediği “kapatma” pratiklerini açığa çıkarıyor: Şiddet, dışlama, sınırlama, bastırma, ayrımcılık, sansür, ötekileştirme.

Madzoski, Küratörlük’te sanat tarihi, felsefe antropolojinin yardımıyla Walter Benjamin’in ünlü iddiasının güçlü bir sağlamasını yapıyor ve her kültür ürününün aynı zamanda bir barbarlık belgesi olduğunu gösteriyor

Arka Kapak dergisi 16. sayı