Barış Tut


Alberto Manguel 2010 Şubatı’nda The Guardian’da yayımladığı Roberto Bolaño yergisinde, Bolaño evrenine geçiş yapabilmiş okurları apaçık biçimde hayrete düşürerek, Şilili yazarın “hiç değilse okumaya değer birkaç kitap yazdığından, Estrella distante [Uzak Yıldız] ve Nocturno de Chile’nin [Şili Gecesi] güçlü romanlar olduklarından, geri kalanınsa hafif, başarısız, pek az zekâ pırıltısı taşıyan oyunbaz deneylerden ibaret olduğundan” söz eder. “Sınırlarının farkında olan, mütevazı bir adamdı,” diyerek sürdürür onu aşağı çekme girişimini. Pek talihsiz bir biçimde, kısıtlı bir zekâ ve yaratıcılığa sahip sıradan bir yazar olmakla itham ettiği Roberto Bolaño, geliştirdiği muazzam kurguyla (biricik, upuzun bir yapboz anlatıdır tüm yapıtı) Latin Amerika’nın kara deliklerine ışık ve yaşam taşımaya gayret eden bir mikrokozmos yaratmıştır.

“Bana bütün yüzeyselliklerden kaçınıp doğrudan hikâyeye girmem öğretildi. (Kızgın çelik ve kırbaçla öğrettiler bunu bana.)” Bolaño’nun Amuleto’daki (Tılsım) kahramanı Auxilio Lacouture’nin “damardan gerçekçi” sözlerine tutunarak atalım adımımızı yazarın evrenine. Roberto Bolaño’nun yapıtı, vahşi bir düşsellikle Latin Amerika’daki somut ve çetrefil güncel yaşam gerçekliği arasında ustalıkla mekik dokur. Yazarın bir ayağı somut gerçekliğin üzerinde, diğeri düşsel olanın uçsuzluğunda var ettiği bir evrenin olmamış olayları gerçek kılan, gerçekleri silip götüren, gelecekte yaşanacakları ortaya seren ikliminde, okur sinematografik bir deneyim yaşar sayfaların arasında. Bolaño, içinde soluk alıp verdiği gerçeklikten başka türlüsünü kurgulayabilmek için, ilkin o (yeni) gerçekliğe göçüp yerleşmek gerektiğini kavramıştır. Bilinmeyene gitmeyi göze alarak başlamıştır gerçeklikle oynamaya. Kurduğu çok boyutlu gerçeklikle eğip bükebilmiştir incelikle zamanı, böylelikle içinde yaşanan zamanın olaylarından kopuşlar, arayışlar, yitirişler, kayboluşlar, karşılaşmalar yazarın dilinin büyülü enerjisiyle beslediği bir merakla sarar okurunu.

roberto-bolano

Her ne kadar kendini kısa ömrünün son on yıllık döneminde düzyazıya adamış olsa da, Roberto Bolaño bir şairdir. Şiirle ilişkisi, okuma bozukluğunun üstesinden gelebilmesi için öğretmen annesinin ona küçük yaşta verdiği şiir kitaplarıyla başlar. Şiir okuma gayreti takıntılı bir okuma etkinliğine dönüşür. Şili ve Meksika’da geçen ilkgençliğinde kitapçılardan aşırdığı kitaplarla edebiyat tutkusunu besler. 1968 başlarında, Bolaño 15 yaşındayken ailesi Meksiko City’ye taşınır. Beş yıllık ilk Meksika serüveninde Roberto Bolaño, Meksikalı yeniyetme şair ve devrimcilerle arkadaşlıklar kurar. 1973 yılında, 20 yaşındayken, Salvatore Allende hükümetine destek verme heyecanıyla Şili’ye döner ama kısa süre sonra Pinochet darbesi ülkeye kâbus gibi çöker, Bolaño kendini hapiste bulur. Hapiste, Pinochet’nin güçleri arasına katılmış eski sınıf arkadaşlarının onu tanıması, Roberto Bolaño’yu binlerce muhalif ve aydının korkunç yazgısını paylaşmaktan kurtarır. Yuvası bellediği Meksika’ya ikinci kez göçer. Latin Amerikalı şair dostlarıyla bir araya gelir ve Mario Santiago ile birlikte kimilerince Punk-Sürrealist olarak nitelenen, kendisinin “Meksika tarzı Dadaist” diye tanımladığı infrarealizm adlı şiir hareketini başlatır. Sanat ve edebiyatın politikadan, daha genel anlamda da yaşamdan ayrı tutulmasına şiddetli bir karşı çıkış temelindeki hareketi için Bolaño, en önemli yapıtlarından Los Detectives Salvajes’te (Vahşi Hafiyeler) “damardan gerçekçilik” nitelemesini kullanmıştır.

1970’ler Güney Amerika’da sayısız politik ve sosyo- ekonomik trajedinin yaşandığı bir dönem olduğundan, edebiyat çevreleri dağılır, avangart hareketler güçlüklere direnemez; Meksiko City’de de yayınevleri art arda kapanıp, kültürel yaşam ağır darbeler alınca, Bolaño ve Santiago bir daha geri dönmemek üzere Meksika’dan ayrılıp Avrupa’nın yolunu tutarlar. Infrarealist şiir akımına da 1977 yılında nokta koyarlar.

Bolaño, Meksika’daki ilk serüveni sırasında, henüz 17 yaşındayken, Uruguaylı Alcira Soust Scaffo ile tanışır ve Meksika Devlet Üniversitesi’ne (UNAM Eylül 1968’de yapılan dehşetengiz polis baskınından sağ kurtuluşunun inanılmaz öyküsünü dinler: Tuvalette kitap okuma alışkanlığı sayesinde Scaffo, fakültenin kadınlar tuvaletinde tam sekiz gün geçirerek “unutulur”. Bolaño, duyduklarından öylesine etkilenir ki Scaffo’yu kurguladığı evrenine “Auxilio” adını verdiği figürle bir “imdat çığlığı” olarak taşır. 1998 yılında yayımladığı ve İspanyolca edebiyatın en değerli ödülü sayılan Rómulo Gallegos Ödülü’yle taçlandırılan Vahşi Hafiyeler’deki üç genç şairin umutsuzca aradığı “tüm genç Meksikalı şairlerin anası”, bir yıl sonra gün ışığına çıkan Amuleto’nun (Tılsım) başkahramanı Auxilio Lacouture, Scaffo’nun başından geçen olayın on yıllar sonra bile Bolaño’nun zihninden silinmeyecek izidir.

Seksenli yılların başında yerleştiği İspanya’da, geçimini sağlamak için türlü işlerde çalışır, iyiden iyiye eroin düşkünü olur Bolaño. Tılsım’daki kahramanı Auxilio’ya söylettiği sözler aslında kendi yaşamına ilişkin cam kırıklarıdır: “Benim de kendi hayatım vardı. İspanyol dilinin parlak neferlerinin gölgesinde içimi ısıtmaya çalışmanın ötesinde bir hayat. Başka ihtiyaçlarım vardı. Çeşitli işlerde çalışıyordum. İş arıyordum. İş aramaya çıkıyor ve çaresizliğe kapılıyordum. […] hiçbir şeyim yoktu; Meksiko’da sonlanan uzun yolculuk sahip olduğum ne var ne yoksa tüketmişti ve ne yazık ki gerçek bir işte çalışmak için gereken enerji de dâhildi buna.” Sürdüğü derbeder yaşam bedenini epey hırpalar. Kırklı yaşlarında baş gösteren ağır karaciğer yetmezliği rahatsızlığında eroin bağımlılığının etkisine bugün kesin gözüyle bakılmaktadır. Sonra, bir noktada silkinir, eroinden temizler bedenini ve ruhunu, evlenir, baba olur. Artık şiirden çok roman ve öykü yazmak istiyordur.

1995 yılında, 42 yaşında, Barcelona’da yayıncı Jorge Herralde ile buluştuğunda Bolaño, önerebileceği yeni bir elyazması olup olmadığını soran yayıncının eline, salt zaman kazanmak adına, La literatura nazi en América’yı tutuşturur ve çok kısa bir süre içinde yeni kitabı Estrella Distante’yi (Uzak Yıldız) yazıp teslim eder. Sağlığı gittikçe kötüleşmektedir, uzun bir ömür süremeyeceğinin apaçık farkındadır. Aralıksız yazma eylemi (yanı sıra yazmaktan çok daha fazla önemsediği okuma etkinliği) uç uca eklediği kitaplarıyla sürer. 1998’de Vahşi Hafiyeler’i yayıncısına teslim ettiğinde, Tılsım’da epeyce yol almış durumdadır. 2003 Temmuzu’nda, karaciğer nakli için sıra beklerken elli yaşında yaşama gözlerini yumana dek, beş yıllık süreçte, ikisi şiir kitabı olmak üzere yedi kitap yayımlamıştır. Bu üretim temposunu, başyapıtı sayılabilecek 900 küsur sayfalık 2666 romanını da son noktayı koymaya yakın bir hale getirdiğini göz önünde bulundurarak düşünmekte yarar var.

Ayrı ayrı da okunabilecek, fakat aslında hem romanın içindeki hem de Bolaño’nun kurmaca evrenindeki diğer öğelerle sıkı sıkıya bağlı beş kitaptan oluşan 2666, başlı başına başka bir yazının konusu. Üzerine son yıllarda özellikle Anglo-Sakson akademi çevrelerinde birçok doktora çalışması yapılan romanla ilgili olarak bu yazıda suskunluğa başvurmak yerinde bir tercih olsa gerek. Bolaño’nun başyapıtı karşısında ya kapsamlı bir araştırmaya girişilmeli ya da sessizlikle onun suskunluğun ötesinde kurduğu hakikate göz kırpmalı.

Bolaño, Vahşi Hafiyeler üzerine verdiği söyleşilerden birinde kitabını “kendi kuşağına yazdığı bir aşk mektubu” olarak gördüğünü dile getirir. “Kuşağım tüm gençler gibi aptal ve cömertti, elimizdeki her şeyi veriyor, karşılığında hiçbir şey beklemiyorduk. Şimdi bizden geriye hiçbir şey kalmadı… Latin Amerika toprağında yatıyor cesetlerimiz.” sözleriyle aslında hiç tahammül edemediği kendine acıma ve melankoli duygularına kapılmış gibi görünür. Oysa Tılsım’ın finalinde Güney Amerika’nın en güzel çocuklarının uçurumdan düşerken söyledikleri şarkı, “savaşı ve Güney Amerika’nın daha gencecikken kurban edilmiş bütün bir kuşağının kahramanlıklarını anlatsa da, aslında içten içe değerlerden ve aynalardan, arzudan ve zevkten” söz ediyordur.

Roberto Bolaño, okuruna o güzel çocukların birbirlerine duydukları sevginin, bir arada olmaktan aldıkları keyfin ve umudun tılsımını bahşetmiştir.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 26.sayısında yayınlanmıştır.