Selim Ahmetoğlu

Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Çalışmaları’nda (SOAS) Modern Ortadoğu Tarihi dersleri veren Benjamin C. Fortna’nın kaleme aldığı Kuşçubaşı Eşref: Efsane Teşkilat-ı Mahsusa Subayının Hayatı kitabı, yakın zamanlarda yayımlanan önemli kitaplardan biri. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Lawrence’a karşı verdiği mücadeleyle tanıdığımız, Osmanlı Devleti’nin devlet teşkilatında önemli görevlerde rol alan Kuşçubaşı Eşref hakkında böylesine detaylı bir çalışma henüz yapılmamıştı.

Kitap, bir hayat hikâyesini anlatmaktan ziyade, Kuşçubaşı Eşref’i merkeze alarak Osmanlı Devleti’ni ayakta tutmak için tüm benlikleriyle bir ölüm-kalım mücadelesi veren bir kuşağın hikâyesini anlatıyor. Kitabı bu kadar değerli kılan etkenlerin başında yazarın ana kaynak olarak Kuşçubaşı Eşref’in kişisel evraklarını kullanmış olması yer alıyor. Yazar, kişisel dostlukları sayesinde aile üyeleri tarafından kendisine teslim edilen Eşref Bey’in sandığının kapağını açıncaya kadar nasıl bir hazine ile karşı karşıya olduğunun farkında olmadığını ifade ediyor. Pek çok modern Türkiye tarihçisinin rüyalarını süsleyen bu hazine sandığına kavuşan yazar, sadece elindekilerle yetinmeyerek Osmanlı arşivleri, Genel Kurmay Başkanlığı’na bağlı ATASE arşivi ve pek çok farklı arşiv ve koleksiyonun yanı sıra İngiliz arşivlerinden de yararlanmış. Bu çok kıymetli birinci el kaynakların yanı sıra geniş bir ikinci el kaynak okuması da yaptığı anlaşılan yazar, sonunda bu önemli eseri ortaya koymayı başarmış.

Toplam dokuz bölümden oluşan kitabın birinci bölümünde Kuşçubaşı Eşref’in kişisel evraklarının kendisine nasıl ulaştığını anlatan yazar, bunun ardından Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durumu da betimliyor. Osmanlı Devleti’nin son yıllarında ve genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde mücadele ile geçen bir hayat yaşayan Eşref Bey’in kahramanlıktan vatan haini olarak adlandırılan 150’likler listesine girmeye varan hayat hikâyesi göze çarpıyor. Kuşçubaşı Eşref’in bu mücadelelere gözü kapalı bir şekilde dalmasının ardında yatan nedenlerden bir tanesi onun Çerkes kökleri. 19. yüzyıl boyunca Ruslara karşı verdikleri özgürlük mücadelesini kaybetmelerinin ardından Osmanlı topraklarına sığınan Çerkeslerin, bu ikinci vatanlarının ayakta kalabilmesi için var güçleriyle mücadeleye giriştikleri biliniyor. Bir diğer etken ise Eşref’in Enver Paşa’ya olan sarsılmaz bağlılığı.

1908’de II. Meşrutiyet’in ilanının ardından İttihatçı fedailerle birlikte devlet hizmetine koşan Eşref’i önce İtalya’nın işgal ettiği Trablusgarp’ta gerilla savaşı verirken görüyoruz. Burada omuz omuza mücadele verdiği arkadaşları, sonraki yıllarda Türk milletinin geleceğini şekillendiren isimler; Enver ve Mustafa Kemal Paşalar. Yazar, Eşref’in Enver’e ölümüne sadık, Mustafa Kemal ile de sıkı dost olduğunun altını çiziyor. Eşref Bey’e ününü kazandıran asıl mücadelenin Birinci Dünya Savaşı yıllarında Arabistan’da İngilizlere ve onlarla iş birliği yapan Araplara karşı olduğunu belirten Fortna, bu mücadelenin bir tarafında ünlü İngiliz casus T.E. Lawrance varken diğer tarafında Kuşçubaşı Eşref Bey’in bulunduğunu söylüyor. Savaş sırasında Ortadoğu’nun her noktasında Kuşçubaşı Eşref’in faaliyet gösterdiği biliniyor.

Üç yıl süren esaretin ardından 1920’de İstanbul’a dönen Eşref Bey’in Milli Mücadele’ye katıldığını belirten yazar, bu süreçte Eşref Bey’in, anlaşılamayan bir şekilde ağır hareket ettiğini ifade etmekte. Daha önceki gözü kara mücadeleleri göz önüne alındığında Eşref Bey’in kurtuluş mücadelesinde yeteri kadar etkili olamadığı vurgulanmakta. Daha sonraki süreçte Çerkez Ethem ile Ankara Hükümeti arasında yaşanan ve çatışmaya varan anlaşmazlıklarda Eşref Bey’in Ankara Hükümeti’nin değil Çerkez Ethem’in yanında yer aldığı anlatılıyor.

Benjamin Fortna, yaklaşık otuz yıllık bir sürgünün ardından 1950’lerin başlarında Türkiye’ye dönen Kuşçubaşı Eşref Bey’in vefat ettiği 1964 yılına kadar siyasetten uzak, kendi çiftliğinde sakin bir hayat sürdüğünü dile getiriyor. 

Arka Kapak dergisi 31. sayı