Tuba Deniz

Sabahattin Ali’nin ilk romanıdır Kuyucaklı Yusuf. İlk olarak 9 Kasım 1936 ile 21 Ocak 1937 tarihleri arasında Tan Gazetesi’nde tefrika edilir. Kuyucaklı Yusuf ‘u, Sabahattin Ali’nin Aydın hapishanesinde tanıdığı Yusuf’un yaşadıklarından etkilenerek kaleme alındığını söyler Cevdet Kudret. Esasında Kuyucaklı Yusuf romanının üç cilt olarak tasarlandığını, ikinci cildin Çineli Kübra, üçüncü cildin de dağdan şehre inen Yusuf’un dünyasını konu alacağını… Fakat Sabahattin Ali 1948’de, 41 yaşında öldürülür ve üçlemeyi tamamlayamaz. Romanın karakteri Kuyucaklı Yusuf, makûs talihini beraberinde taşır gibidir. Bitmeyen üçleme gibi sinemaya uyarlanan film de tamamlanmamıştır yönetmenin gözünde. Yönetmen Feyzi Tuna’nın zorluklarla çektiği film onun için büyük bir hayal kırıklığı olacaktır. Öyle ki Kuyucaklı Yusuf’un ardından sinemaya veda eder ve bir daha uzun metraj film çekmez.

Roman her ne kadar 1937’de yayımlansa da kitaptaki olaylar daha erken bir tarihte geçer. 1903 senesi sonbaharında, yağmurlu bir gecede Aydın’ın Nazilli kazasına yakın Kuyucak köyünü eşkıyalar basar ve bir karı kocayı öldürür. Kaymakam Salâhattin Bey, Müddeiumumi ile doktoru yanına alarak tahkikat için olay yerine gider. Annesi ve babası gözünün önünde öldürülen ve eşkıyalarla boğuşurken baş parmağı kopan Yusuf’un soğukkanlı hâli kaymakamı çok etkiler ve onu evlatlık edinir. Annesinden, babasından ve köyünden bu ayrılışını her ne kadar garip bir sükûnetle karşılasa da, Yusuf’un ilerleyen yıllarda da hiç değişmeyecek olan hayata ve olaylara karşı kayıtsız ruh hâlinde, bu kopuşun onun içinde derin yaralar açtığı hissedilir. Yusuf bir ömre yetecek kadar acıya ve ızdıraba çocuk yaşta, bir gecede şahit olmuş ve o gece büyümüştür. Ömrünün geri kalan kısmını tüm hayatı tüketmiş gözlerle, heyecansız ve kayıtsız izleyecektir. Fakat kitabın başından itibaren sık sık vurgulanan Yusuf’un şehirliler ile bir türlü uyuşmayan kimyası onun bu pasif konumda hayatını tüketmesine izin vermeyecek ve başına türlü belalar açılacaktır.

Sabahattin Ali diğer iki romanındaki kadar yoğun psikolojik tahliller yapmak yerine burada sık sık doğayı tasvir eder. Kişilerin içine sıkıştıkları duygu hâlleri ve arzuladıkları hayat arasındaki iniş çıkışları daha çok tabiata yüklediği anlamlar ve kasaba hayatının boğuculuğu üzerinden okura hissettirir. Yusuf’un tutuk ruh hâli ilerleyen yaşlarda da değişmez. Bu manasız ve yabancı hayatta tutunduğu tek şey Salâhattin Bey’in kızı Muazzez’dir. Çocukluğunda elinden tutup Bayram Yeri’ne gittiği küçük kız büyüyüp bir genç kız olduğunda ikisi arasındaki bağ da güçlenecektir. Fakat mahallenin eşrafından Hilmi Bey’in serseri oğlu Şakir, Muazzez’e göz koymuştur. Üstelik Muazzez’in şirret annesi Şahinde de kızını bu varlıklı insanlara vermeyi kafaya takmıştır. Kuyucaklı Yusuf ile Muazzez bir arada olmak için her şeyi göze alsa da kasabadaki güç dengeleri buna müsaade etmeyecektir.

Sabahattin Ali az sayıdaki kuramsal içerikli yazısında sanata bakış açısını şu cümlelerle ifade eder: “Edebiyat, hatta alelumum sanat, bence sanatkârın düşündüğü ve duyduğu bir fikrin ve bir hissin ortaya atılması, tamim edilmesi demektir; yani bir nevi propagandadır.” Yazar diğer eserlerinde olduğu gibi Kuyucaklı Yusuf’ta da cemiyetin damarlarında gezinmeye ve ona dair eleştiriler, tahliller yapmaya soyunur. Güçlü tasvirleri ile adeta soluk alıp veren karakterleri üzerinden topluma dair bir panorama sunar. Berna Moran’a göre Kuyucaklı Yusuf’un önemi yalnızca başarılı bir roman olmasından kaynaklanmaz, aynı zamanda topluma dönük bu eleştirel bakış açısından ötürü de öncü bir eserdir. Zira Sabahattin Ali’nin romanında çatışma, toplumsal yapıdan kaynaklanır. Adeta Yusuf’un varlığında tecessüm eder. Yusuf, gereksiz yere kolayca yalan söyleyebilen, fakir işçilere tepeden bakan şehirlileri bir türlü anlayamaz ve onlara alışamaz, tıpkı onların Yusuf’a alışamaması gibi.

Bir yanda egemenler; bürokrasi ve eşraf, diğer tarafta ise ezilenler yani halk vardır. Bu oturmuş güç dengelerine en küçük müdahalenin bir felaket ile sonuçlanacağının resmidir Yusuf’un kaderi. Bayram Yeri’nde Muazzez’e asılan Şakir’e Yusuf’un atacağı okkalı tokat bu manada mevcut hiyerarşik yapının kaldıramayacağı bir darbedir. O tokat, eserin sonundaki felaketin başlangıcıdır aynı zamanda.

Kuyucaklı Yusuf’un Sinema Macerası

Feyzi Tuna henüz on yedi yaşındayken, amcasının kitaplığındaki raflarda denk gelir Kuyucaklı Yusuf’a. Kitabı okuduğunda adeta çarpılır ve sinemacı olup bu filmi çekmeye karar verir. Sinema sektörüne girdikten sonra da hep aklında bu film vardır. Bir akşam Yılmaz Güney’le Taksim’de volta atarlarken Güney birdenbire durur ve “Ağam Kuyucaklı Yusuf’u satın aldım.”, der. Tuna o anı şu cümlelerle aktarır bir söyleşisinde: “O anda içinde yirmi tane tel koptu. Yılmaz daha yönetmenlik yapmamıştı. Kim çekecek bu filmi, dedim. Kendim çekeceğim deyince bir yirmi tel daha koptu içimde.” Kuyucaklı Yusuf ismiyle eseri filme çekmek isteyen Güney sansür kuruluna takılır, her defasında reddedilir. Daha sonra Süreyya Duru’nun kitabın telif haklarını satın aldığını öğrenir Tuna. Eserlerin telif süresi beş yıldır ve Tuna adeta çetele tutar. Beşinci yılın sonunda, gece yarısı yapımcısını arar ve harekete geçerler, nihayetinde eserin haklarını alırlar. Romanın filme uyarlanması için sabırsızlanan belli ki sadece Tuna değildir. Kitabın haklarını aldığını duyan kameraman Çetin Tunca yolunu keser ve filmin görüntü yönetmeni olmak istediğini söyler. Yönetmen başrolde Kenan Işık’ı oynatmayı düşünmektedir fakat Talat Bulut erken davranır ve Yusuf rolünü oynamak istediğini dile getirir. Çekimlerde türlü aksaklıklar yaşanır, bir dönem ara verilir fakat her şeye rağmen film tamamlanır. Montajı, dublajı, senkronu, miksajı biter fakat Fono Film ile çalışan Feyzi Tuna kopya basılmadan önce mutlaka renk düzeltme makinesinde çalışmak istemektedir. Stüdyodan çağırmaları için haber bekler. Lâkin filmin basıldığını öğrenir, galaya davet edilmektedir. Bütün gün laboratuvarı işgal etmemesi için acele edilmiş, kendisine haber verilmemiştir. Feyzi Tuna için büyük bir yıkımdır bu. Sinemaya dair bütün şevki o gün kırılır ve bir daha sinema filmi çekmez. 

Arka Kapak dergisi 17. sayı