Mehmet Talha

Emmanuel Levinas’ın Dost Kitabevi’nden çıkan şık baskılı, sade Türkçeli dersleri, “Tanrı, Ölüm ve Zaman” başlığıyla dilimize kazandırılalı üç yıla yakın oldu. Ancak, Metis Seçkilerinden çıkan Sonsuza Tanıklık derlemesi kadar ilgi görmemiş olabilir. Oysa bu dersler, adı üstünde çok daha derli toplu bir Levinas resmi çiziyor diyebiliriz. Işık Ergüden’in övmeye bile ar edeceğim çevirisi, “Ölüm ve Zaman” ve “Tanrı ve Onto-teo-loji” başlıkları altında Levinas’ın Sorbonne’da 7 Kasım 1975’ten 21 Mayıs 1976’ya kadar verdiği iki dersin kaydını içeriyor.

Levinas’ın derslerini anlamaya başlamadan önce, Heidegger’i Varlık ve Zaman projesine iten neydi sorusunun, metafizik tarihine verdiği cevap üzerinden önem kazandığını hatırlamalıyız. Metafiziğin ve pozitivist bilimin insanı hayvandan ayırmasından farklı olarak, Dasein ne manaya geliyordu? Heidegger, Antik Yunan’dan beri sorulmayan, üstü kapatılan bir soruyu açtığını iddia ediyordu. Metafizik Nedir’de bilim insanlarına sizin kaçtığınız Hiçlik meselesine giriyorum diyordu. Bir yandan da biyolojik korkuyla angst arasında, angstla psikolojideki anksiyete arasında bir ayrım yapıyordu. Gündelik sıkıntının işaret ettiği, tamamen bu dünyaya ait ve somut olan bir hakikatten bahsediyordu. Levinas, özellikle “Tanrı ve Onto-teo-loji” başlıklı derslerinde Heidegger’in koyduğu yerden kendine has bir hat inşa ediyor.

Dasein’in Varlık sorusunu sormasını Adem’in ağaca yaklaşmasına benzetebiliriz. Varlığa dair sorunun böylece ele gelen, elde tutulan ve tüketilen bir şey olmadığını görebiliriz. Cennet’teki ağacın Adem’in tarihini başlatan şey olmasını düşünebiliriz. Ne var ki Heidegger’den dinî okumalar çıkarmamak için özen göstermeliyiz, yanıltıcı olmanın ötesinde başka bir tüketime yol açmamak için. Varoluşu anlamlandırmada, edinilen referanslar birbirleriyle -ister istemez- karşı karşıya gelecektir. Bütün Heidegger ve Levinas okumalarından insanın kendisi için çıkaracağı şeyler olsa da onlar, Heidegger’in ya da Levinas’ın dediği şey olmayacaktır. Önce Heidegger’in ve Levinas’ın dedikleri şeylere bakmak gerekiyor ki bu bile anlamak manasına gelmeyebilir. Bu bağlamda Levinas’ın derslerine göz atmak, mesele edinmenin yolunu açmak için bir yol sunabilir ancak.

(“Dasein analitiği hem noksan, hem de öncelikle geçicidir. Burada yapılan şey, söz konusu var olanın varlığını gün yüzüne çıkarmak, onun yorumuna girişmemektir” diyor Heidegger, Varlık sorusu unutturulduysa hakkaten, bizim bu çabaya verili cevaplardan bakmamız abes olur. Böyle metinler, varolanın yorumuna girişmiyorken, bizim onları bir tasavvurdan doğru yoruma tabi tutmanın aracı kılmamız, abes olur.)

Levinas, Heideggerle Başlamak başlıklı derste, Heidegger’e dair birkaç kilit meseleyi çok iyi özetlemiş. Sonundaki tanrı anlayışı ise onun Yahudiliğini anlamanın Heidegger’in naziliğini anlamak kadar önemli olduğunu hatırlatıyor… Varlık ve Zaman’da ihtimam, el-altında-olanın mekansallığı ve kendine mal etme meseleleri, “dasein kimdir” sorusuyla öyle bir bağlanıyor ki Levinas’taki “ben” meselesinin nerden çıktığını anlamaya çok yardımcı olabilir. Yani Levinas’ı Varlık ve Zaman ile birlikte okumak birçok kapıyı açabilir.

Levinas’ın 1975-1976 yıllarında verdiği derslerin temel sorularından biri, Tanrı’yı onto-teo-lojinin dışında düşünmenin mümkün olup olmadığıdır: “Onto-teo-loji Tanrı’yı varolan olarak ve varlığı da bu yüce varolandan yola çıkarak düşünmekten ibarettir. Heideggerci eleştiri, varlığı anlamamanın bu tarzına yöneliktir ve nihai olarak varlığı varolansız düşünmek gerektiğini, bütün metafiziğin yaptığı gibi, varolandan yola çıkarak -ve yalnızca varolanın varlığı olarak- düşünmemek gerektiğini söylemekten ibarettir” (s. 155). Öyleyse Tanrı’yı etik bir ilişkiden, daha doğrusu ötekiyle yakınlıktan doğan tecrübenin içinden okumaya çalışmak, Levinas’ın yapmaya çalıştığı şey olacaktır. Böylece başkasına karşı sorumluluğumuz, Tanrı’yı “varlığın bir ötesi olarak” düşünmekten de bizi kurtaracaktır.

Martin Heidegger’i dinî ve geleneksel bagajlardan doğru okumaktan imtina etmenin önemi, Levinas’ın tanrı mefhumunu tartışma biçimlerinde bir kez daha ortaya çıkar. Varlık kavramını şeylerin ötesinde, bir aşkınlık diye anlamak değildir Levinas’ın önerdiği, başkasında yeşeren ve “söylemek olarak” açığa çıkan anlamlar huzmesini, etik öznellikle birlikte düşünmektir.

Levinas’ın “ben” dediği, başkasıyla ilişki kurmanın ağırlığı altında öznelliğine, biricikliğine açılır. Kendini bir başkasına açmak ya da bırakmak, özgürlükten önceki bir iyiliğe denk gelir. Yani burada iyilik, bir seçim değildir. Şimdiki anın tercih zorundan ziyade “mutlak ve temsil edilemez bir geçmişin” tezahürü gibi görünen bu iyilik, beni seçer ve bana sorumluluk yükler. Levinas’ın düşüncesinin kilit noktası da burasıdır: “Beni ötekine atayan İyiliğin benle bu ilişkisinde, Tanrı’nın ölümünden sonra varlığını sürdüren bir şey meydana geliyor.” (s.172)

Levinas başkası için duyulan sorumluluğu “yakınını dert edinen ben’in zaten kendi olması” diye açıklar; ütopik olmayan bir sorumluluk fikrini sonlu özgürlük anlayışına bağlar (s.173). Sonlu olması, elbette başkasının özgürlüğünün başladığı yerde bitmesiyle filan ilgili değildir ama başkasıyla, onunla ilişki esnasında (ilişkinin bir anında veya aşamasında değil de ilişkinin kurulma pratiklerinin ta kendisinde) sınırlanmış olmasıyla alakalıdır. Bu bağlamda Tanrı, ona göre, ancak bu ilişkilerden yola çıkarak yeniden düşünülebilir.

Immanuel Levinas burada ele almaya veya şöyle bir değinmeye çalıştığım soruların dışında ve/veya onların dallanıp budaklandığı patikalarda, sonsuzluk ve tanıklık, dil ve bilinç, teoloji ve felsefenin alanı gibi birçok konuyu tartışıyor. Levinas’ın ‘varlığa ve ontolojiye referans vermeyen bir anlam olabilir mi, nasıl olur’ sorusuna kat be kat, veçhe veçhe eğildiği bu dersler, buradan başlayarak ve dönüp dolaşarak 20. yüzyıl felsefe tartışmalarının tarihselliği içinde yeniden anlamlandırılabilir.

Levinas’ın dersleri, Heidegger’den Husserl’e varan, dinginlikten etiğe açılan, oradan tanrıyı “yeniden” düşünmeye çağıran bir şekilde varlık sorusuyla boy ölçüşüyor. Etiği ötekiyle ilişki olan, adeta komşu komşunun yüzüne muhtaçtır diyen Levinas, mutlaka okunmalı. Felsefeci olmayan, birçok referansı ve tartışmayı bilmeyen benim gibiler için bu metinler abesle iştigal gibi görülebilir. Ama tam da hiçbir işe ‘yaramayacağını’ bile bile içine gireceğin sorular, anlamı kendine mal etmenin ne demek olduğunu gösterebilir.

Bu ürüne babil.com‘dan ulaşabilirsiniz.

Tanrı, Ölüm ve Zaman  – Emmanuel Levinas (Çev: Işık Ergüden)
Dost Kitabevi