Burçin Aydoğdu

Logic (mantık) ile çizgi öykü/roman (comics) kelimelerinin birleşiminden oluşan bu çizgili felsefe tarihi eserinde matematikten retoriğe, savaştan aşka kadar pek çok mücadele sahasının en sıradışı yaklaşımlarını, zamanının ünlü İngiliz düşünürü Bertrand Russell’ın biyografisi çerçevesinde gözlemlemek mümkün. Düşünce tarihinin en zor konularını olabilecek en renkli ve sade biçimde kâğıda aktaran ekip, -kendilerinin de eserin elverdiği her fırsatta hatırlattıkları üzere- Yunan asıllı. Eserin yazarlarından biri olan Apostolos Doxiadis, Petro Amca ve Goldbach Sanrıları adlı matematik eksenli kitabını 1992 yılında uluslararası çok satanlar listesine sokmuş bir yazar. Kümeler üzerinden evrensel bir matematik dili oluşturmaya adayışı da konu alan Logicomix’i bu kadar anlaşılır biçim-de kotarabilen yazarın böyle bir arkaplana sahip olması pek şaşırtıcı değil. Kitabı bizzat Yunancaya çeviren ve dünyada ilk Yunanistan’da piyasaya çıkmasını temin eden de kendisi. Çeviri demişken, felsefe, mantık, matematik, tarih ve siyaset karmaşasında geçen bu kitabı, çeviri olduğunu hissettirmeyecek kadar anlaşılır çevirmiş olan Özge Özgür’ün de metin üzerindeki hakkını teslim etmek gerek.

Kitabın öbür yazarı ise kuramsal bilgisayar bilimcisi olan Christos Papadimitriou. Elektrik mühendisliğinde Princeton’dan doktorası olan ve Harvard’da, MIT’de dersler veren, yani tam bir bilim insanı olan bu yazarın ihtisas alanı ise çizgi öykünün sonuyla doğrudan alakalı. Kitabın sürprizinin bozulmaması için yukarıdaki bilgiyle birleştirerek şunu söyleyebiliriz: Evet, evrensel bir matematik dili mümkün ve bugün elinizde tuttuğunuz dergiden arkadaşınızla konuştuğunuz telefona kadar pek çok şeyi o evrensel dile borçluyuz.

Öykü, Alecos Papadatos tarafından resimlenmiş ve ekibin Yunan asıllı (ve erkek) olmayan tek mensubu Annie Di Donna tarafından renklendirilmiş. İkilinin arkaplanı zaten kitaba yansıdığı kadar güçlü; biz sadece, aynı ikilinin geçtiğimiz yıl Abraham Kawa’yı da yanlarına katarak Democracy adlı bir çizgi öykü çıkarmalarıyla güzel bir serinin ikinci halkasını müjdelediklerini belirtelim. Antik Atina halkının, demokrasiyi hem düşmanlara hem kendi içlerindeki otokratlara rağmen nasıl kazandığını anlatan bu çizgi öykü henüz Türkçeye çevrilmedi ama bu, bir dahaki kitap eleştirimize konu olmasını engellemeyebilir.

Kitap Bertrand Russell’ın hayatını kronolojik olarak ele almıyor; ömrünün belki de en gerilimli gününde, İkinci Dünya Savaşı’na Amerika Birleşik Devletleri’nin katılıp katılmaması tartışmalarında eleştirilerin ortasına oturduğu günlerden başlıyor ve Russell’ın gözünden, o yaştaki olgunluğuyla ömrünü en baştan masaya yatırıyor. Birinci Dünya Savaşı’na büyük bir kesinlikle ve ses getirerek karşı çıkmış olan Bertrand Russell’ın İkinci Dünya Savaşı söz konusu olduğunda mihver devletleriyle mücadele etme noktasındaki duruşu kitabın belkemiklerinden biri. “Bir aydının her ne koşulda olursa olsun savaşa karşı olması mı gerekir, yoksa bir aydın belli koşullarda mı savaşa karşı çıkmalıdır?” sorusunun, özellikle akademisyenlerin barış bildirisinin tartışıldığı şu günlerde ülkemizdeki tartışmaların çerçevesine de kısmen oturan bir özelliği var.

Bu zor soruyu Bertrand Russell’a bıraktıktan sonra onun çocukluğundan başlayan hayat macerasına geçelim. Asil bir ailenin çocuğu (babası ve annesi Amberley Vikontu ve Vikontesi’dir), Victoria döneminde başbakanlık yapmış bir dedenin torunu olarak geçirdiği kitaplarla dolu yalnız çocukluk, felsefenin en derin sorunlarıyla boğuşurken sosyal hayatın en temel sorunlarından yakayı sıyıramamaktadır. Meseleler, Russell’ın babasıyla annesinin dünyada açık evliliği tatbik eden ilk çift olması gibi sıradışı bir sosyal tecrübeyle başlayıp Russell’ın yaşama tutunmayı başaramayan oğluna, severek evlendiği halde anlaşamadığı eşine, en yakın mesai arkadaşı Whitehead’in eşine duyduğu karşılıksız aşka kadar geniş bir yelpazede uzanıyor.

Başarılı olduğu, insanlığa aşama kaydettirdiği alanlar ise felsefeye yakın düşen mantık, matematik, dil ve din gibi alanlar. Küçüklüğünden beri hayatın anlamını Öklid’in matematiğinin kesinliğinde bulan Russell ile “Modern felsefe, Platon ile Aristo’ya düşülmüş dipnotlardan ibarettir.” sözünün sahibi Whitehead felsefenin geleceğini, her şeyi matematik gibi kesin, pozitif temellere oturtmakta aramaktadır. Bu amaçla kaleme aldıkları Principia Mathematica’nın önsözünde kaleme aldıkları, bilim insanının uğrayabileceği en büyük düş kırıklığının hikâyesini de kitaptan okumak mümkün. Bir sunumla yıkılan hayaller Russell’ın felsefede yeni ufuklara yelken açmasını engellemezken ona bir hayranı olarak gelip öğrencisi olan Wittgenstein’ın açtığı pencere tüm dünyaya yeni bir pencere açmış ya da Whitehead’in dipnot tezini doğrularcasına Platon’un idealar anlayışına geri götürmüştür. Şaşırtıcı olmayan bir biçimde, makina mühendisliğinden Bertrand Russell etkisiyle felsefeye geçen Wittgenstein’ın “Söylenecek sözün olmadığı yerde susmak gerek.” ve “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” vecizelerine kaynaklık eden felsefesini hangi koşullarda oluşturduğunu da bu olaylar örgüsü içinde görmek mümkün. Felsefe, dil, mantık ve matematik arasındaki ilişkiler ağının sıkılığı dikkat çekmektedir. Doğu literatüründe de Mantıku’t-Tayr adlı eserin, isminde mantık geçse de kuşdili anlamına geldiğini ve zaten mantık kelimesinin nutuk ile aynı kökten türemiş olduğunu düşünürsek dil, mantık ve retorik arasındaki bağ ve bu bağın evrenselliği herhalde daha iyi anlaşılır.

Russell ile Wittgenstein’ın bir diğer mücadelesi de eğitim konusunda olmuştur. İkisi de insan eğitimini en temelinden sorgulayarak yepyeni eğitim “ekolü” başlatmayı denemiştir fakat her ikisi de, zıt yönlerde son derece başarısız olmuştur. Bunun, sosyal yaşamlarındaki başarısızlığın bir yansıması mı yoksa geliştirdikleri felsefi bakış açısının gerçek hayata tatbik edilemezliğinin kanıtı mı olduğu ise okura bırakılmış bir husus. Bu iki tecrübe, kendi ütopyasını kurmaya çalışıp da başarısız olan Platon’un ve onun hocası Sokrates’in “Yöneticiler filozof olmalıdır.” düşüncesine karşı Aristoteles’in savunduğu gibi, filozofların yönetici olmaması ama yöneticilerin kulak verdiği kişiler olması gerektiğinin bir sağlaması saymak mümkün.

Kitaba hem sürükleyicilik hem gerçekçilik katan husus, anlaşılacağı üzere, insanlığın ortak aklını bu kadar yüksek noktalara taşıyan bu dev isimlerin özel hayatlarının ne kadar anlaşılmaz ve basit görünen meselelerle dolu olduğu. Bu, sadece Logicomix’te hayatından kesitler sunulan filozoflar için değil tarihteki filozofların pek çoğu için geçerlidir. O yüzden kitabı okumaya başlamadan önce Bergson’un şu cümlesini hatırlayalım: “Bir filozofun hayatı onun öğretisini aydınlatmaz.” 

Arka Kapak dergisi 7. sayı