İdris Mahfi


Raviyan-ı ahbar ve nakilan-ı asar nakl u rivayet eylerler ki; bir vakit şehre yeni bir vali atanmış. Şehir eşrafı valiye bir hoşgeldin ziyaretine gidecekler ama, şehirde namı “doğrucu Davut” olduğu kadar patavatsızlığı ve son sözü ön söylemekle maruf terzi İdris Efendi’yi ziyarete götürmek istemezler. Ziyaretin ikindi namazından sonra olacağını söylerler pek sözlü terzi İdris’e. İdris Efendi ikindi vakti camiye varır, bir de ne görsün. Eşraftan bir Allah’ın kulu camide değil! Namazı kıldıktan sonra o da tutar vali konağının yolunu. Valinin özel kaleminden izni alır, kapıyı çalıp girer valinin makamına. Eşrafın yüzü bir an allak bullak olur. Vali dahil, cümle eşrafın gözü kapıdaki terzi İdris Efendi’dedir şimdi. İdris Efendi selam dahi vermeden şöyle bir dimdik durur, sonra namazda rükûya varır gibi eğilir biraz. Yine doğrulup sakalını sıvazlar. En sonunda sinek kovalar gibi sakalının üzerinde üç kere sallar. Eşraf; “yine ne yapıyor bu patavatsız” diye şaşkınlıkla bakarken vali koltuğundan fırlayıp ayağa kalkar: “Vay İdris Efendi, hoş geldin yahu buyur geç, otur!” diye samimiyetle yanı başına oturtur terzi İdris’i. Eşrafın şaşkınlığı katlanmış, İdris Efendi muzip muzip gülmekte.

Bir evvelki yazımızda, bilmece senin, lügaz benim, muamma becerenin diye bir parça bu eğlenceli söz sanatlarının seyrinden bahsetmiş, noktayı da şair-i meşhur Nâbî’nin “Bende yok sabr u sükûn sende vefadan zerre / İki yoktan ne çıkar fikredelim bir kerre” muamması ile koymuştuk. Elbette zeyrek okurlarımız muammada kastedilen “iki yok” ifadesinin Arapça ve Farsça’da olumsuzluk, yokluk anlamına gelen “nâ” ve “bî” zamirlerinden müteşekkil olduğunu hemen fehmedip, muammadaki cevabın şairimizin ismi olan “Nâbî” olduğunu hemen anlayıvermiştir. Eh, bizimki de malumu ilam olsun.

Anadolu’nun eğlenceli bilmeceleri edebiyat sahasında kendine yer açtığında, Arap ve Fars edebiyatında yaygın olarak kullanılan lügaz ve muamma sanatları ile harmanlanıp, sözlü ve yazılı edebiyat ile iştigal eden her şairin muhakkak hüner gösterdiği bir edebi tür olarak oldukça rağbet görmüştür. Herhangi bir eşyanın adını bilmece veya harf oyunları kullanarak meraklısına soran edebî tür “lügaz”, Allah’ın doksan dokuz ismi ile insan isimlerinin konu edindiği bilmece türüne ise “muamma” denmektedir. Gerek muamma, gerekse lügaz, sadece divanlarda, şiir defterlerinde, yazılı mecmualarda kaydedilmekle kalmamış, halk ve divan şairleri kahvehane kültürünün yaygınlaşmasıyla muamma ve lügaz bilmecelerinin başlı başına konu edinildiği meclisler de tertib etmişlerdir.

Özellikle âşık kahvehanelerinin vazgeçilmez âdeti hâline gelen muamma ve lügaz bilmeceleri sormak, zamanla karşılıklı sözlü atışmalardan, bilmecenin yazıya dökülerek kahvehanenin en göze gelir yerinde sergilenmesi şeklini almıştır. “Muamma Asmak” diye tabir edilen bu âdette, âşıklar ve şâirler hazırladıkları bilmeceyi bir kâğıda veya kahvehanede hazır bir tahtaya yazarlar, cevabını da kapalı bir zarfta kahveciye verirlerdi. Kahve ahalisinin meraklılarına bu muammayı çözmek kalırdı. Çoğunlukla, muammayı çözenler için para ödülü de konduğu bilinir, yeni muamma asma önceliği de askıdaki muammayı çözebilen şaire verilirdi. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren, divan şairleri de kahvehanelere rağbet ile, çoğunlukla saz şairi ve âşıkların boy gösterdiği lügaz ve muamma müsabakalarını divan edebiyatının vezni olan aruz ile yazıp söyleyerek daha da sanatlı bir hâle getirmişlerdir. Elbette bu birikim yazıya döküldükçe, müstakil divanların dışında lügaz ve muammalardan oluşan özel mecmualar da tertiplenmiş, bu yazma mecmualar da meraklıları arasında bir hayli rağbet görüp, sahaflarda en çok aranan eserlerin ilk sırasına oturmuştur.

Şimdi diyorsun ki sevgili okur, terzi İdris Efendi’ye ne oldu ve o kıssanın muammalar ile alakası ne? Valinin terzi İdris Efendi’yi bir kaç hareketi ile tanımasına eşraf da sizin gibi epeyi şaşırmış. Makamdan ayrılır ayrılmaz İdris Efendi’nin etrafını sarıp “nedir bu hâl” diye sıkıştırmışlar. İdris Efendi; “Yahu bu çok basit bir şey” demiş. “Evvelen dimdik durdum ki bu elif harfidir. Sonra biraz eğildim, dal harfini işaret ettim. Bilirsiniz, Farsça’da sakal “riş” demektir ki sakalımı sıvazladım. Üç kere de elimi salladım ki şın harfindeki noktayı siliverdim. Böylece elif, dal, rı, ye ve sin harflerinden adımın İdris olduğunu muammaya yükledim. Vali de zeyrek bir “muamma çözücü” olunca adımı biliverdi”

Lügaz ve muamma merakı, kimilerinin başını belaya soktuğu da rivayet olunagelen hadiselerdendir. Meşhur şairlerden Mir’âtî, bir muamma kahvehnesine “Kul görür, Allah görmez” şeklinde bir lügaz asınca ahali galeyana gelip şairi yaka paça kadının huzuruna çıkarmışlar. Neyse ki Mir’âtî lügazın cevabının “rüya” olduğunu, Allah’ın uykudan münezzeh olduğu için rüya görmeyeceğini kadıya izah edebilmiş ve yakasını bu badireden kurtarmış en sonunda.

Eh ne diyelim. Söze ve yazıya dökmeden bile, sadece hareketler ile muamma sorup cevabı bilinen bir kültürümüz varmış eskiden. Zeyrek insanların eğlencesi de bir başka latif. Zeyrek; anlayışı çabuk, zekî demek bu arada benim zeyrek okurlarım. Sizden muamma mı saklanır ki? 

Arka Kapak dergisi 27. sayı